Bir habercinin dünya denizlerinden anıları

Ramazan Öztürk ile gittiği ülkelerdeki denize dair anılarını ve haberciliğin etiği üzerine konuştuk.

Mesleki yaşamı boyunca birçok savaşı ve çatışmayı yakından izleyen Ramazan Öztürk, son 20 yılda daha çok dünyanın farklı bölgelerindeki savaşları izleyen 'savaş muhabiri' kimliğiyle öne çıkıyor. Öztürk, Halepçe Katliamı'nı belgeleyen dünyaca ünlü fotoğrafı "Sessiz Tanık1" ile dünya çapında pek çok ödül aldı. Yıllardır habercilik yapan, fotoğrafları dünyanın sayılı fotoğraf kitaplarına girmiş olan, Ramazan Öztürk, son zamanlarda haber belgeselleri üzerinde çalışmalarına devam ediyor. Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaptığı tanıklıkları "Kırılma Noktası" programı da bunlardan biri oldu. Öztürk ile gittiği ülkelerdeki denize dair anılarını ve haberciliğin etiği üzerine konuştuk.


Batı, elinde bulundurduğu küresel medya sayesinde tüm dünyaya bir tür tek yönlü bilgi akışı sağlıyor. Batı vizyonlu haberlere karşı doğudan Al Jazeera gibi kanalların yaptığı haberler bir denge kurmaya çalışılıyor ama ne kadar başarıyor tartışılır. Siz programınız gereği birçok ülkeye giden biri olarak bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünya globalleşti, dünyanın en ücra köşesindeki bir insan, bir haberi TV veya internetten izleyebiliyor. Batının tek taraflı manipüle etmesi durumu; eskiden olabilirdi, ama şimdi olmadığına inanıyorum. Haberler, ülkeden ülkeye, bakış açılarına göre değerlendirilse de teknolojinin, iletişim araçlarının gelişmesi buna çok fırsat vermiyor. Öbür tarafta doğu kökenli Al Jazeera de var. Doğu ile batı birbirini dengeliyor. Manipülasyon, medya etik kuralları açısından değerlendirildiğinde istenilen bir sonuç değil. Çünkü basın dediğin objektif olmalı. Hangi ülkeden olması önemli değil, önemli olan yaptığı yayında objektifliğini ne kadar koruyabildiği. Ama bunu istismar edenler maalesef çok var.

İkinci Körfez Savaşı’nda gündeme gelen iliştirilmiş gazetecilik (Embedded journalism) konusunda ne düşünüyorsunuz?
O, benim çok benimsediğim bir şey değil. Ona ben gazetecilik demek istemiyorum. Çünkü oraya giden haberciler özgür değil. Savaş bölgesine gitmeden önce yüzlerce gazeteci arasında seçiliyorsun. Bir kere hangi kıstaslara göre seçildiğin tartışma konusu. Götürülürken bir takım sözleşmeler imzalanıyor. İliştirildiğin birliğin şartlarına uymak zorundasın. Bir tankın önünde bir araba görülüyor. 3G sistemi ile görüntüleri kendi kurumuna iletiliyor. Burada kurumlar arası bir yarış var. Benim adamım orada önce ben seslendim meselesi. Çünkü orada haberin detayı verilmiyor. Sadece o askeri gücün gözüyle gördükleri var.

Richard Gere’in oynadığı “Av Partisi” diye bir filmi vardı. Filmde gözden düşmüş bir gazetecinin, hiç kimseden yetki ve izin almadan kendi kişisel çabaları Bosna Savaşı’nın bir numaralı savaş suçlusu Radovan Karadzici bulmak için faaliyete geçmesi anlatılıyor. Filmde Gere’in yaşadığı gibi kimi gazeteciler bulundukları yerde yöre halkına karşı kendini yakın hissedebiliyor.
Gazeteci de bir insan, ama üstlendiği görevi unutmaması gerekiyor. Birinin eziyetini gördüğünde tabii ki insan olarak acır, ama onun yapacağı iş belgelemektir. Eğer fotoğraf çekiyorsa, fotoğrafa izi düşürmek, yazı da yazıyorsa tamamen duygularına kapılarak değil, gerçekler neyse onu yazması gerekir. Bu şeye benziyor; adamın kafasına silah dayanır. Fotoğraf mı çekersiniz, adamı mı kurtarırsınız? Ben fotoğraf çekerim. Çünkü adamı öldürmeye karar vermiş milis ya da asker her neyse onu her an için öldürebilir. Ben onu kurtarmaya çalışırken, her an ölebilir garanti değil, ben de ölebilirim. O zaman, o adam da ben de ölmüş oluruz. Ben görevimi yapamamış olurum. Müdahale etmediğim için o adam belki ölecek, ama en azından ben onu belgeleyerek milyonlarca insan kurtulacak. Dünya kamuoyuna o dramı aktarabileceğim.

Kırılma Noktası su ile ilgili bir terim, neden bu isim?
Dayatmanın, direncinin bir yerde bittiği an. Hepimizin hayatında kırılma noktaları yaşanır. Ülkeler hayatlarında kırılma noktaları yaşarlar. Doğanın kırılma noktaları vardır. Suyun kırılma noktası vardır. Hayat devam ettikçe kırılma noktaları olacaktır. Kırılma noktaları her konuda olabiliyor. Programın adını düşünürken bunu düşünerek seçtim.

Genelde savaş muhabirleri hep şapka takıyor. Sizde öyle, bunun nedeni nedir?
Kimseye özenerek şapka takmadım. Sıcak ve soğuktan korunmak için takıyorum. Çünkü sürekli sokaktasın. Daha önce sürekli grip olurdum, sinüzitim azardı. Sonra şapka takmaya başladığımda grip olmamaya başladım, sinüzitim iyileşti. Anladım ki ben aynı zamanda da sağlıklı bir iş yapıyorum.

Programınız sırasında Kore’de dünyanın en büyük tersanesini ziyaret etmiştiniz. Orada edindiğiniz gözlemlerinizi alabilir miyiz?
Dünyanın en büyük gemilerini üreten en büyük tersanesi. İnsan tuhaf duygulara kapılıyor. İnsanoğlunun neler yapabileceğini bir kez daha orada görüyor. Orada insan zekâsı ve azminin çok şey yapabileceğine inanıyorsunuz. Türkiye de dahil dünyanın birçok ülkesinden gemi siparişi veriliyor ve yıllar sonrasının siparişleri bugünden rezerve edilmiş. Saç geliyor, iniyor, koca gemi olarak çıkıyor. 40 bin insanın çalıştığı bir yer. Resmen bir şehir. Kendi içinde toplu taşımasından tut, yük taşımasına kadar, kendi trafik polisleri bile var. Tersanenin kurucusu yaşamını hiç lükse kaçmadan yaşamış. Kazandığını tekrar yatırıma çevirmiş. Orada müthiş bir disiplin var. İnsanlar kendilerine göre yaşamlarını disipline etmişler. Bir standartları var onun dışına çıkmadan yaşıyorlar. Mesela bizde Tuzla tersanelerinde o kadar adam öldü, orada 40 bin insanın her gün harıl harıl çalıştığına baktığınızda bu dev gemilerinin üretildiği yerde kaza yok gibi. Bu da ne kadar kurallara uygun çalıştıklarını gösteriyor.

Birçok ülkeyi dolaştınız, birçok denizi gördünüz, muhakkak ilginç anılarınız olmuştur.
Dünyayı dolaştıkça tanıyorsunuz. Bugüne kadar 130 ülke gördüm. Her ülkenin kendine ait güzellikleri var. Gezdikçe, gördükçe, inceledikçe dünyanın da çok büyük olmadığını görüyorsunuz. İnsanların yaşam biçimlerinin birbirine çok benzediğini görüyorsunuz. Dünyanın dörtte üçü sularla kaplı. Dolayısıyla çoğu yolculuğunuz su üzerinden geçiyor ve gittiğiniz her yerde de suyla karşılaşıyorsunuz. Benim fark ettiğim; insanlar yaşadıkları coğrafyaya gerçekten uyum sağlıyorlar. Mesela Vietnam’daki Mekong Nehri üzerinde yaşayan insanlar var. Kamboçya’da yine Mekong Nehri’nin bir kolu üzerinde bir kasaba var. Onlar Vietnam Savaşı sırasında oraya gelenler. Toprak bulamadıkları için nehir üzerinde yaşıyorlar. Kazıklar çakmışlar, tahtadan barakalar yapmışlar, nehrin üzerinde yaşıyorlar. Çocuklar su üzerinde leğenlerde oynuyor. Yani karaya basmıyorlar. O nehirde yaşıyor, pisliklerini o nehre bırakıyor, o nehirden avlanıyorlar. Bir benzerini Brunei’de gördük. Yine nehir üzerinde yaşayan binlerce insan var. Afrika’da okyanus kenarında insanlar denizin etkisinde kalmışlar. Resmen yaşamlarının kaynağı deniz olmuş. Ama kimileri de hor kullanmış denizi. Birçok Afrika ülkesinde balıkçılık anlamında çok zengin. Ancak bir bakıyorsunuz Japonlar, Çinliler oraya geliyor, balığın ticaretini yapıyor. Yerli halk yapamıyor, imkansızlıkları var, imkan yaratmak için de çaba harcamamış. Moritanya da çok ilginçti. Dünyanın gemi çöplüğü oradadır. Mesela kaçırılan, zehir taşıyan, hurdaya çıkacak, korsan gemiler oraya getiriliyor. Şimdi orayı temizlemeye çalışıyorlar. Dünyanın araba çöplüğü de yine oradadır.

Denizden korkar mısınız?
Korkarım. Yüzmeyi iyi bilmiyorum. Deniz ürünlerini severim ama hamsi dışında balıkların büyük bir kısmını tanımam. Arkadaşlarımın teknesiyle yolculuk ettim. Bir de bir hayli deniz yolculuğu yaptım. Daha önce İzmir’den İstanbul’a, İstanbul’dan İzmir’e giderdik denizyoluyla. Şimdi kaldırmışlar.

Vira Dergisi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Derginin çok güzel bir boyutu var. Kapağın üzerindeki kabartma da hoş. Sizin temas kurduğunuz insanlara bakış açınıza baktığımda da laf olsun burası da dolsun tarzı değil. Konuları ciddi ve güzel vermeye çalışıyorsunuz. Ama biraz nizampajı eskide kaldı diye düşünüyorum.

Vira Dergisi

RÖPORTAJ Haberleri

ESKO Marine Exposhipping’de Denizcilik Temasıyla Sanatı Buluşturdu