Neden mi? Çünkü sahip olduğu doğal güzellikler masallara konu olacak kadar eşsiz. Mesela İğneada, orada geçirilecek bir gün o eşsiz güzelliğe doymak için az ama İğneadalı olmayı istemek için kısa bir zaman. Ya da oluşumu hala devam eden Dupnisa Mağarası’na giderek bu oluşuma şahitlik edebilirsiniz. Veya Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinde kullandığı güllelerin döküldüğü Fatih Dökümhanesi’ne uğrayabilirsiniz. Sadece bu kadarla sınırlı değil Kırklareli’nin hazinesi… Bunlardan çok daha fazlasına sahip bir cenneti anlatıyor Coşkun Aral, eşi benzeri olmayan bakmaya, gezmeye doyulamayan…
Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede yaşamamıza rağmen, denizi tanımayanların sayısı çoktur. İş denizi tanımakla bitmez elbette, bunun bir de mahsulü var. 8 bin 703 km’lik bir sahil şeridi olan Türkiye’de balığın sofralardaki yeri de yok denecek kadar azdır. Oysaki derya kuzuları, birçok ülkenin ana besin kaynağıdır.
Nükleer kâbusun gölgesindeki İğneada
Kıyı şeridinde yaşayan halkın geçim kaynağı balıkçılıktır. İğneada’da da durum böyle ama İğneada’da sonbaharın en moda balığı palamuttur. Tezgâhlarda görürsünüz, İğneada palamuduna talep çok olur. İğneada adeta doğal bir cennet. Karadeniz kıyısında, Bulgaristan sınırımızdaki longozun ekolojik önemi büyük. Buradaki ormanlar mevsimsel olarak sular altında kalıyor. Bölgede; bataklıkları, gölleri, kıyı kumullarını ve değişik bitki türlerini bir arada görmek mümkün. 1991 yılında tüm bu bölge doğal sit alanı olarak koruma altına alınmış. Bölgede beş göl bulunuyor. 266 hektarlık alanıyla Mert Gölü, bunlardan en büyüğü. Gölde balıkçılık ve sazcılık yapılıyor. Ancak göldeki sazlıkların tümünün her yıl kesilmesi, kuşların üremesine uygun habitatların azalması anlamına geliyor. Burası uluslararası öneme sahip bir sulak alan. Çernobil’in gölgesinin düştüğü İğneada, bugünlerde nükleer santralin korkusunu yaşamakta. Meşhur İğneada palamuduna bundan sonra ne kadar rağbet olacak kim bilir? Peki ya longozları bekleyen geleceği kim bilebilir?
Manyetik yol
Kırklareli’nin Yeniçağa İlçesi’ni 100 metre kadar geçince, ilginç bir deneyim yaşamak mümkün. Haber bültenlerine dahi konu olan bu yolda, boşa atılan arabaların yukarı çıktığına dair bir yanılgı oluşuyor. Trakya’nın turizme açılan ilk ve tek mağarası da Kırklareli’nde bulunuyor. Üstelik bu mağaranın çıkışı, girişinden yüksekte. Mağaraya gitmek için dere içinden geçiliyor. Patikayı izleyip muhteşem bir kanyondan yürüyerek ulaşılan Dupsina Mağarası turistlerin de ilgi odağı. Dupsina Mağarası, Demirköy ilçesinin 5-6 km güneybatısında bulunuyor. Trakya’nın bu en uzun ikinci mağarası 2003 yılında turizme açılmış. Mağaranın her bölümü gezilemiyor. Oluşum halinde olan damlataşların bulunduğu bölümler ziyaret dışı. Bu bölüme, mağaracılık donanımına sahip kişiler giriş yapabiliyorlar. Mağarada zengin damlataş oluşumları var. İçinde de, sürekli akışı olan bir yer altı nehri bulunuyor. Nehir, yer yer derinliği iki metreyi aşan göller meydana getirmiş. Bu kaynak, Türk-Bulgar sınırı olan Rezve Deresi’ni oluşturuyor.
Günümüzden 180 milyon yıl önce oluşmuş mermerler içinde gelişen bu mağara, aslında birbirine bağlı iki kattan ve üç mağaradan oluşuyor. Yani, burası bir mağaralar sistemi, üstelik oluşumu hâlâ devam ediyor.
Fatih Dökümhanesi
Kırklareli’nin 58 km kuzeydoğusunda bulunan Demirköy’ün asıl özelliği, bölgedeki demir madeni. Buradaki madenden çıkan demir, tarihi Demirköy Dökümhanesi’nde işleniyordu. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinde kullandığı gülleleri burada döktürdüğü biliniyor. Bu nedenle dökümhanenin önemi büyük. Demirköy ilçesine 3 bin 800 metre uzaklıktaki dökümhane çevresindeki kazı çalışmaları 2001 yılında başlamış. Demirköy Tophane-i Amiriye İşletmeleri yani Demirköy Dökümhanesi’nde, dönemin en ileri teknolojisi kullanılıyormuş. 15. yüzyıldan 19. yüzyıl sonlarına kadar burada aralıksız üretim yapıldığı ortaya çıkmış. Gemi, top ve silah yapımında kullanılan demir aksam ile güllelerin döküldüğü dökümhanede, enerjinin suyla sağlanmış olduğunu gösteren su arkları bulunuyor. Sözlü tarihe göre Demirköy’de 13 bin maden işçisi, 400 baş maden eriticisi, binlerce asker çalışmış. Kadırga topları, havan topları, kalkanlar, kılıçlar, mızrak uçları, hançerler, tuğ uçları, büyük hayvan nalları, pulluklar, milyonlarca gülle dökülmüş, kızılağaç tohumlarından barut yapılmış.
2001 yılında ilk çalışmayı Kırklareli Müzesi yapmış. Bir yıl sonra Türk Teknoloji Tarihi Vakfı projeyi sürdürmüş. 10 dönümlük arazide yapılan çalışmalar sonucu 180 adet demir fırını tespit edilmiş. Demir fırınlarını sadece Osmanlılar değil, Roma ve Bizans da kullanmış. Bu, Türkiye’nin ilk endüstriyel arkeoloji projesi…