Cumhurbaşkanlığı himayelerinde, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı uhdesinde, TÜBİTAK MAM Kutup Araştırmaları Enstitüsü koordinasyonunda 2. Ulusal Arktik Bilimsel Araştırma Seferini gerçekleştiren bilim heyeti Tromso Limanı’ndan başladıkları deniz seferiyle 82 derece kuzey enlemine kadar çıkarak çalışmalarını tamamladı.
Küresel iklim değişikliğinin etkileriyle en çok ısınan arktik bölgede, yaklaşık 1 buçuk milyon kilometrekare deniz buzu erimiş durumda. 1970 yılından itibaren uydu verileriyle yapılan çalışmalar her yıl deniz buzlarının azaldığına işaret ediyor.
2. Ulusal Arktik Bilimsel Araştırma Seferinin deniz buzları ve buzullar konusunda çalışmalarını yürüten Lojistikten Sorumlu Sefer Lider Yardımcısı Kapt. Özgün Oktar, Arktik Okyanusu’nda gerçekleştirdiği en önemli projelerden birinin buzların gözlenmesi olduğunun altını çizerek "Deniz buzları aslında görülenden çok daha farklı yapılar. Arktik Okyanusu’nda kış döneminde deniz suyu sıcaklıklarının düşmesi, denizin donması ile oluşan deniz buzları yaz döneminde kısmen eriyerek okyanusun üzerinde bir örtü oluşturur." dedi.
"Bu buz örtüsü deniz ile atmosfer ilişkisini değiştirirken aynı zamanda iklimlerin oluşması için önemli bir girdi sağlar." yorumunu yapan Oktar, " Yine bu deniz buzları buradaki birçok canlı türü için de evdir, avlanma alanıdır, beslenme alanıdır. Bu sebeple önemli bir noktadadır. Deniz buzlarını 1970’lerden günümüze kadar uydu verileri ile takip ediyoruz. Ancak uydu verileri demek yersel doğrulama ihtiyacı var demek. Biz de yaz sezonu için Barents Denizi’nde deniz buzlarını gözlemleyerek bunların uydu verilerinin doğrulanması için çalışmalarımızı sürdürüyoruz" değerlendirmesinde bulundu.
"Bir damla suyun Arktik Okyanusu’ndan başlayıp bütün dünyayı dolaşarak tekrar Arktik Okyanusu’na gelmesi bin yıl sürecekti"
Oktar, deniz buzlarının deniz suyunun donması ile oluştuğunu ifade ederek "Deniz buzları donma sırasında içindeki tuzun bir miktarını denizin içine bırakarak, denizin dibinde daha yoğun bir su kütlesi oluşturuyor. Bu su kütlesi denizin tabanında bir akıntı sistemi başlatıyor. Bu akıntı sistemi bütün okyanusları dolanarak yine kutup noktalarına geliyor. Eğer bir damla suyu izleyebilseydik, bu bir damla suyun Arktik Okyanusu’ndan başlayıp bütün dünyayı dolaşarak tekrar Arktik Okyanusu’na gelmesi bin yıl sürecekti.
Yaklaşık bin yıllık bir döngüden bahsediyoruz. Tabi ki bu akıntı sistemi bildiğimiz, öğrendiğimiz diğer akıntıları da besleyen sistem. Akıntılar bizim için önemli, çünkü kara parçaları ve denizler ısıyı tutabilirken aslında atmosfer ısıyı tutan bir yapıda değil. Bu sebeple bu akıntı sistemi hem hava kütlelerini hem su kütlelerini hareket ettirerek iklimin oluşmasına ve dünyanın bir buz kütle olmasını engellemeye yarıyor." dedi.
"Deniz buzları dünyanın bir buz çağına girmesini engelleyen yapılar"
Deniz buzlarının mevsimleri ve hava olaylarını sağladığını, iklim sistemine en büyük girdi olduğunu kaydeden Oktar şunları söyledi:
"Deniz buzları dünyanın bir buz çağına girmesini engelleyen yapılar. Ancak buzullara baktığımız zaman, bunlar dünyanın son buzul maksimumundan günümüze kalan yapılar. Buzullar kara parçaları üzerinde bulunan, son buzul maksimumundan günümüze kalmış buz kütleleri ve bunlar tatlı su. İklim değişikliği ile beraber özellikle Arktik bölgesinde dünyanın diğer alanlarına kıyasla ısınmanın iki kat daha hızlı olduğunu düşündüğümüz zaman, biz hem deniz buzlarını hem de buzulları kaybediyoruz. Deniz buzlarının kaybolması iklim sistemimize ekstremleri yaşamamıza neden olurken, buzulların kaybolması ise denize tatlı su girdisi yaparak deniz seviyesini etkiliyor ve denizin tuzluluğunu değiştirmektedir."
Kapt. Özgün Oktar, günlük hayatta da iklim değişikliklerinin etkilerini hissettiklerini ifade ederek, " Belki doğru bir kıyas olmayacak ama 2019'da gerçekleştirilen ilk Arktik Bilim seferinde aynı dönemde gemimizle 80,5 derece enlemine kadar ulaşmış ve burada deniz buzu ile karşılaşmıştık. Bu sene ise 82 derece enlemine kadar neredeyse ulaşmayı sağladık. Bu da arktik bölgesinde şu ana kadar erimiş ve tekrar donmayan yaklaşık 1,5 milyon kilometrekare deniz buzunun bizim için günlük bu seferler açısından gösterimi olmuş oldu." yorumunu yaptı.
Arktik bölgenin, etrafı kıtalarla çevrili dünyanın en sığ okyanusu olduğunu söyleyen Oktar şunlara dikkati çekti:
"Bir göl gibi düşünün, bir tarafında Kuzey Amerika kıtası, bir tarafında Asya ve Avrupa var. Antarktika’ya baktığımızda ise etrafı okyanusla çevrili büyük bir kıta görüyoruz. Antarktika dünyadaki buzullarının yüzde 90’ını barındırıyor. Geri kalan buzullardan bir kısmı Himalayalar’da ama çoğunluğu Arktik’te, Grönland’da ve Svalbard Takımadaları üzerinde. Bu aslında iklim açısından çok büyük farklar yaratıyor. 80 derece enleminde havanın görece daha mutedil olduğunu yaz sezonunda görüyoruz. Ama Antarktika’daki durumumuz, 68 derece güney enleminde, yani kampımızın bulunduğu Horseshoe Adası’nda bundan çok daha sert hava koşullarını yaşayabildiğimiz anlamına geliyor."
Her iki kutup noktasının ekosistem açısından büyük farklılıklar içerdiğinin altını çizen Oktar sözlerini şöyle sürdürdü:
"Kutuplarda hava, iklim ve ekosistem farklı. Bazı ortak türler her iki kutup bölgesinde görülse de bunlar bazı kuş türleri ve balinalar. Bunlarla birlikte kutupların kendine özgü türleri de mevcut. Arktik aslında kutup ayılarının yurdu iken, Antarktika penguenlerin yurdu. Arktik’e özgü tür olan kutup ayısı iklim değişikliği sebebiyle nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya. Biz de seferimizde yaklaşık 20 gün boyunca kutup ayısını görmek için çok çaba sarf ettik.
Uzun süreli gözlemlerle çevremizi inceledik. Kutup ayıları dediğimiz zaman, deniz buzu üzerinde avlanan canlılar. Haliyle deniz buzlarının iklim değişikliği ile beraber eriyor olması, kutup ayılarının avlanma alanlarını daraltarak bunların bölgelerini kısıtlıyor. Yani daha kuzey enlemlerde, daha farklı bir noktada bulunuyorlar ve rekabet artıyor, beslenmeleri zayıflıyor. Bu sebeple bu türler belki de yakında yok olacak. Deniz buzunun erimesi, bölgede sürdürülen bazı avcılık türleri, ısınma, besinlerin azalması, kutup ayılarının bu bölgede azalmasının en büyük sebepleri."
Antarktika kıtasında rezervlerin daha zengin olduğunu ifade eden Kapt. Özgün Oktar, " Antarktika’da herhangi bir rezerv kullanılamıyor ama Arktik’e baktığımız zaman büyük petrol şirketlerinin milyarlarca dolarlık yatırımlarıyla buradaki petrolün, gazın halihazırda kullanıma girdiğini ve eriyen deniz buzu ile beraber yeni bölgelerin de bu amaçlarda kullanılabildiğini görüyoruz." dedi.
"Küresel iklim değişikliği ile kuzey enlemlerde deniz trafiğinin arttığını gözlemleyebiliyoruz"
Ulusal Arktik Bilimsel Araştırma Seferi kapsamında kuzey kutup bölgesinde, gemi deniz trafiği ile ilgili çalışmaları yürüten Uzak Yol Vardiya Zabiti Kapt. Doğaç Baybars Işıler de "Küresel iklim değişikliği ile birlikte artık kuzey enlemlerde de deniz trafiğinin arttığını gözlemleyebiliyoruz. Normal şartlarda herhangi bir geminin kuzey ya da batı Avrupa’dan yola çıktıktan sonra Suez Kanalı’nı kullandıktan sonra Uzak Doğu’ya ulaşması arasında gecen süre ile kuzeydeki deniz rotaların kullanılması arasında neredeyse iki kattan fazla fark bulunmaktadır. Bunlar da deniz trafiğinin artık 76 derece enleminin de kuzeyinde giderek arttığını bize gösteriyor." değerlendirmesinde bulundu.
Işıler sözlerine şöyle devam etti:
"Günümüzde hem buz kıran gemilerin çoğalmasının hem de bu alanda çalışan personel sayısının artmasının önü açılıyor. Gemilerin geçtiği rotalar boyunca bıraktığı bir takım izler aynı zamanda ticaret sistemini ve hacmini de belirler konumda bilgiler sunuyor. Ayrıca kullanılmaya başlanılan Kuzey Deniz rotalarındaki gemilerin sayısı, kullandıkları ekipmanlar, taşıdıkları yük miktarları dünya ticaretinin geleceği hakkında önemli veriler sunuyor. Artık deniz buzu içerisinde seyir edilebilen bölgeler olduğu için gemilerin de yeni rotalarla birlikte başka yakıt kaynaklarıyla ya da daha kısa su yollarında seyretmelerinin incelenmesini sağlıyoruz."
"Dünya üzerinde gemilerin seyirde uyması gereken birtakım kurallar mevcut. Bu kurallar okyanuslarda, su yollarında, denizlerde ve belirli bölgelerde daha da özelleşerek katı hale gelebiliyor." diyen Işıler, konuşmasını şöyle tamamladı:
"Uluslararası Denizcilik Örgütü'nün (IMO) koyduğu kurallar çerçevesinde her geminin özellikle atıkları konusunda hem hava atıkları hem de kendi çöp atıkları hususunda birtakım kuralları izlemesi gerekmektedir. Gemiler geçtiği bölgelerdeki emisyon değerleri ile, yani yakıtlarını yaktıktan sonra havaya saldıkları gazlarla birlikte, emisyon değerleri aslında hepimiz için bize iz oluyor. Günümüzde yüksek sülfürlü yakıtların kullanımı azaldığı için emisyon konusunda bir hayli dikkatli olunmakta. Kuzey deniz rotaları da aslında bu deniz rotalarını azalttığı için salınan emisyonları da azaltıcı görevi üstleniyor."