IŞIK HIZIYLA HAREKET ETMEMİZ LAZIM
1980’lerde, 70 cent’e muhtaç olduğumuz dönemler yaşadık. Bunu kimse hatırlamıyor ama bizim yaştaki insanlar çok iyi biliyor. Rahmetli Demirel “70 cent’e muhtacız” dediği için o kelime çok önemlidir. Sonuçta gene o ve onun marifetiyle müsteşar olan Özal 24 Ocak kararlarını yayınlandı. Bu, Türkiye’nin makus talihinin değişim günüdür. Ekonomi tarihi açısından bakarsak, 24 Ocak bugünün Türkiyesinin temelinin atıldığı tarihtir. 24 Ocak kararlarından sonra meşhur müdahale oldu. Bu müdahaleyle 24 Ocak kararları çalışmadı, ama daha sonra seçimlerle beraber 1983’te ciddi bir değişim başladı. O değişiklikle kambiyo rejimi değişince, Türkiye fırladı. Çünkü o dönemlerde tüm tahsisli ticari borçlar devlet kefaletinde gibiydi. O ticari borçlar, 24 Ocak kararları ve kambiyo rejimi değişikliğiyle bertaraf edildi. Ondan sonra da yastık altındaki paralar yavaş yavaş gün yüzüne çıktı. O paralarla ticaret hız kazandı. Özal etkin çalışmalar yaptı. Yeni nesil yetişti. Hemen hemen Türkiye’deki herkes ticarete, pazarlamaya dönük yeni bir yaşamın içine girdi. Türkiye bugün 450 milyar dolarlarda bir dış ticarete kavuştu. Ben dış ticaretin lojistiğinde hizmet veren bir kurumun başlangıcı olan gümrük faaliyetleriyle işe başlamıştım. İşin artmasıyla beraber, taşıma, depolama gibi hizmetlere de adım attık. Dolayısıyla bu ticari gelişmelerin bize de faydası oldu.
Bugün Solmaz Lojistik, 1500 civarında personeliyle Türkiye’de ciddi olarak dış ticaretin lojistiğini yapan, etik kurallara inanılmaz derecede uyan ve bunlar için ısrarcı olan bir kurum. Bu bizi biraz farklı kıldı. Gelişen dünyada özellikle gelişmiş ülkeler, yolsuzluklar veya etik dışı hareketler içinde olanlara karşı mevzuatlar ve buna mahsus uygulamalar geliştirdikçe, bizim itibarımız otomatik olarak bunu arayanlarla eşleşmiş oldu. O bizi kendiliğinden global şirketlere götürdü. Onlarla ciddi birlik oluşturuldu. Entegrasyonunu tamamladığımız şirketlerle uzun süreli bir çalışma içine girdik. Onlardan çok şey öğrendik. Bize katkıları oldu. Bu marifetle biraz daha teknik bir yapıya kavuştuk. Dijital yapıda, kendi programını yazan, kendi programını geliştiren, uygulayan bir hale geldik. Bugün uluslararası bir lisans başvurusunda bulunmuş olmanın şevkini yaşıyoruz. Bu; siparişten başlayan, tüketiciye kadar devam eden sürenin tümünü kapsayan bir faaliyeti içeriyor. Bu faaliyet de çıkış ülkesinin ve varış ülkesinin tüm mevzuatları ve bunlara uygunluk, takip, kontrol, raporlama dahil bir süreci içeriyor. Bunu çok önemsiyoruz, çünkü dünya ticaretinin şimdilik yüzde 30 kadarı e-ticaretle yapılıyor. 2030’lara gelindiğinde ise, dünya ticaretinin yüzde 70’inin e-ticaretle yapılacağı hale gelinecek gibi görünüyor.
Biz bir ürünün çıkış noktasından varış noktasına kadar olan bütün hizmetleri görebilen bir kurum olmanın ayrıcalığını yaşıyoruz. Bu; süreyi kısaltıyor, maliyetleri azaltıyor, bilinmezleri yok ediyor, takibi ve raporlamayı getiriyor. Ayrıca minimum düzeyde insan kullanma imkanı yaratıyor. Bu bir farklılık ve buna önümüzdeki dönemlerde çok ihtiyacımız olacak.
SANAYİ 4.0 BUGÜNE KADAR BİLDİKLERİMİZİ DEĞİŞTİRDİ
Sanayi 4.0 diye son zamanlarda ciddi bir tanıtım, bilinç ve bir hareket var. Bu hareketin çıkış noktası Almanya’dır. İnsan maliyetinin minimum olduğu ülke olmasının getirdiği farklılıklarla Çin ciddi bir üretim merkezi haline geldi. Yavaş yavaş da işin içine teknoloji ve lisansı oturtmaya başladı. Böyle olunca Çin’le baş etme konusunda insanlar düşünmek zorunda kaldılar. Görünen o ki, Çin ile baş etmenin yöntemi sanayi 4.0 dedikleri tam dijital entegrasyon oldu. Bu dijital entegrasyonu tamamlayanlar, robotik yaşama geçenler bugünün Çin’inden bile yüzde 16 daha az maliyetli hale gelmeyi hayal etmeye başladılar. Bu, bugüne kadar bildiklerimizi değiştirdi. Robotik üretim, dijital dünya herşeyi baştan sona yeniden kontrol etmeyi beraberinde getirdi. Bu daha da ilerleyecek.
Söylenenler doğruysa, önümüzdeki 10 yıl içinde tüm insanlar çip takmış hale gelecek. Bu sıralarda elektrikli arabalar yükseliyor. Daha sonra sırada insansız arabaların olduğu bir eğri var. Bunun getirdiği bir korku da var. Herkesin aklına insanların ne iş yapacağı sorusu geliyor. Ancak mutlaka her yeni hareketin arkasında yeni bir iş çıkıyor. Bundan da korkmamak lazım. Robotik yaşam kendiliğinden insanlara daha az iş düşecek bir yapı oluştururken, bir yandan da uzayın keşfedilmesi, kolonilerin kurulması, yeni yıldızların insanlar tarafından keşfinden sonra çeşitli materyallerle yeni şeyler yapılabilmesi gündeme geliyor. Bunun sonu yok. Bu iş insanlığın keşfine kadar gidecek yeni bir eğri çiziyor.
GELİŞMİŞ ÜLKELERDE LOJİSTİK ANLAYIŞI
Lojistik denilince önemli olan bir eşyanın bir noktadan bir noktaya götürülmesidir. Gelişmiş ülkelerde gemi işletmecisi ya da uçak işletmecisi forwarder’lık yapmıyor. Brokerlik da yapmıyor. Uçak işletmecisi de, acenteliği kendi alanından çıkartıyor. Tır işletmecisi kendi işinin dışında bir şey yapmıyor. Türkiye’de bu işler hala biraz karışık durumda. Tırım var ama aynı zamanda forwarder’ım. Müşteriyi de ben buluyorum, tırı da ben işletiyorum. Müşteriyi buluyorum. Onun eşyasını götürmek durumunda kalıyorum. Taahhüt veriyorum. Ama gelen eşyayı organize edemediğim için orada yatıyorum.
Biz ilk tırı aldığımızda bir hesap yaptık. Biz yılda Avrupa’ya 12-13 sefer yapabildik. Bu işte iyi olduğunu söyleyenler 18 sefer yapabildiler. Bu 1990’ların ilk yarısında olan bir hikayedir. Her halükarda 25 günde seferi tamamlıyorum. Bundan da, giderken yüz dolar, gelirken de yüz mark kazandım. Sözde iş yaptım. Farkına vardık ki bir hata var. Niye ben tır sahibiyim? Öz malı olmayana yük de vermeyen bir tacirimiz var. Öz malı minimum hale getirelim, sağdan soldan kiralayalım derken öğrenmeye başladık. Pek çok insan da öğrenmiş oldu. Bugün hala bazı gemi sahiplerimiz hem broker, hem forwarder. Bazı tır sahiplerimiz hem tır işletmecisi, hem forwarder. Ama onlar maalesef yavaş yürüyen oldu. Hızlı gidenlerse; hiç aracı ve gemisi olmayan oldu. Daha çok iş yaptılar. O kadar hızlı gittiler ki, bugün global şirketler olarak değerlendirdiğiniz DHL, Fedex, MSC gemi işleticisi ama forwarder değil. Kendileri veya kendilerinin uygun gördükleri brokerlerla çok daha etkinler.
Türkiye’de bugün lojistikte inanılmaz bir atak var. Ama yeterli değil. Bizden önce başlayanlar elli yıl önce başlamış oldukları için sermaye eksik. Bizim ekonomik yaşamımız 1980’den itibaren başlıyor. Onların ise 1850’lerde makinenin icadıyla başladı. Bu nedenle arada büyük bir fark var. Bu iş sermaye, keşfetme ve globalleşme işi. Almanya bir ülkede yatırım yapacaksa, önce lojistik firmalarını o ülkeye gönderiyor. Teşvik ediyor. Onlar orada önce işleyiş, mevzuat, yerel faaliyetleri kokluyorlar. İş yapabilme durumunu ölçüyorlar. Neticede lojistikçiler iş yapabiliyorsa; sanayicisi de, taciri de iş yapar hale geliyor. Onlar da arkadan geliyorlar.
Türkiye’ye ilk sanayi Amerika’dan gelmiştir. Sonra da Almanlar... Osmanlı’nın 1901’de bir numaralı faturayı kesen şirketi Singer’dir. Türkiye’de sanayinin en büyükleri kim desen, belki çoğu global şirketlerdir. Bunların hepsi hem sermaye ile büyümüş, hem de pek çok ülkede yerleşik hale gelmiş; hem de ciddi bir ar-ge ve inovasyon içine girmişlerdir. Rekabet etme konusunda maksimum seviyedeler. Biz nasıl becereceğiz? Önce o seviyeye geleceğiz, sonra daha iyi olacağız. Bu iş bir süreç işidir. Doğru yatırımlarla, sermaye ve ar-ge süreci ile ilgili bir konu bu. 1996 Gümrük Birliği ile birlikte AB’de böyleymiş denilerek, çok hızlı bir mevzuat değişikliği yaşandı. Ama bu karmaşa da getirdi. Neticede zaman içinde insanlar hadiseye ciddi olarak sahip olup, hıfzettiklerinde bazı aksamalar olduğu görüldü ve onların düzeltilmesine geçildi. Bu yap boz hadisesi kiminin huzursuzluğu oldu, kimilerine fayda sağladı. Tüm bunlar bir gelişim içinde, olması gerektiği gibi oldu. Çünkü bir toplumsal hareketin tümünü aynı anda, aynı seviyeye çıkartmak mümkün değildir. Bu yüzden istenmese de ufak tefek arızalar her zaman olur.
ÇİN İPEKYOLU İLE ATAK YAPIYOR
Bugün Çin’in marifetiyle İpekyolu yeniden canlandırılıyor. Sanayi 4.0 bir taraftan yepyeni bir olgu olarak robotik yaşamı gündeme getirirken, her halükarda insanlar için bir eşyanın hareketi mutlak olduğu için, Çin de yatırımları kendisinin yapacağını beyan ederek; Çin’den Londra’ya kadar uzanan bir hattı gerçekleştirmek için ciddi bir gayret içine girdi. Bazı ülkelerle de anlaşmaya varıldı. Şimdi Avrupa da bunun farkına vardı. O da yatırımlara iştirak ediyor. Çin yarın zorda kalacağını ve kendisine büyük rakipler çıkacağını bilerek, bu sefer o dijital yapıya karşı bir aksiyon içine girdi. Bu işin doğasında vardır. Türkiye de boş durmuyor. İnanılmaz güzel işler yapan arkadaşlarımız var. Bir taraftan devlet elimizden tutuyor. Bir taraftan da biz dünyayla kucaklaşmaya gayret ediyoruz. THY ile yapılan ciddi bir hareket var. Bu tüm dünyada alkış alıyor.
Bunun dışında pek çok kişi artık bir taraftan Amerika’da, bir taraftan Avrupa’da, bir taraftan Uzakdoğu’da teşkilatlanıyor. Bizler de teşkilatlanıyoruz. Bunlar Türk ürünlerinin oralarda satışa hazır hale getirilmesini daha verimli hale, daha rekabet edebilir hale getirmek için yapılmış faaliyetlerdir. Bu bizi kamçılıyor. Böyle devam ettiği sürece, ülkemizin üç beş yıllık süreçte kat edeceği mesafe daha farklı olacaktır. Zor günler, seçimler yaşadık. FETÖ hadiseleri yaşadık. Tüm bunlara rağmen Türkiye’nin büyümesiyle ilgili olayları hesap etmek mümkün olmuyor. Bunlar devletin politikası sonucu bir yere varacak. Ama işimizin nereye varacağını biz biliyoruz. Dünyada da, Türkiye’de de nelerle karşılaşılacağı belli. İnsanlar kendi işine odaklı olmayı artık becerdi. Artık Türk insanı da global hale geldi. Onun için herkes ciddi ve gayretli bir yapıda devam ediyor.
İÇ PİYASAYI KONTROL EDEN BİR YAPI KURULMALI
Avrupa Birliği ile uyumda uygulamaya dönük olarak eksikliklerimiz var. Ancak mevzuat olarak bir eksiğimiz yok. Zaten ortak ticaret politikasına uyum diye bir terim var. Ona Türkiye aynen uydu. Orada çıkarılacak bir mevzuat yok. Ama uygulamada değiştirilmesi gereken bölümler var. Türkiye piyasa denetimi ve gözetimini devreye sokamadı. Ayrıca Türkiye, uygulama aşamasında gümrüklerdeki faaliyetleri devre dışı bırakıp tamamen iç piyasada kontrol eden, denetleyen bir yapı kurmak zorundadır. Sağlık Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı denetim yapıyor, ama bu denetimlere baktığımız zaman istenen vasıfta değil. Türkiye’nin GSMH’sı 850 milyar dolar, dış ticareti de 450 milyar dolar civarında. Bu ikisini yan yana getirdiğinizde Türkiye’deki her faaliyetin yüzde ellisinin dış kaynaklı olduğu görülebilir. Demek ki üretimin bir kısmı yabancı kaynaklı, bir kısmı Türkiye menşeili. Böyle olunca bizdeki bu fason yapı otomatik olarak kendiliğinden Türkiye’nin transit bir ülke haline gelmesini sağlıyor. Mevzuatın buna göre düzenlenmesi gerekiyor. İç piyasa kontrolünün de tamamlanmış olması gerekiyor. İlgili bakanlarla, bürokratlarla konuşuldu. Herkes bu konuda hem fikir, ama sistem tamamlanamıyor. Başladı bir adım yürüdü, ikinci adım atılamadı.
Sağlık Bakanlığı sağlık ürünlerine sadece sağlığın getirdiği prosedürlerle bakıyor. Dış ticaretle ilgili prosedürü de aynı anda aynı kişiler yaparsa, o zaman gerçek kontrol yapılmış olur. Enerjiyle ilgili de aynı şekilde, Enerji Bakanlığı denetimleri yapıyor. Halbuki tüketiciye sunulan bir ürün her şeyiyle beraber kontrol edilirse, o zaman bir kerede her şey tamamlanmış olur. Böylece mesafe kısalmış ve gerçek değerlere ulaşılmış olur. Denetim halen gümrüklerde ithal edilen ürün üzerinden yapılıyor. Örneğin, insan sağlığına mahsus ürünlerde kullanılmaması kaydıyla diye ithal edilen ürün, başka bir alanda kullanılırsa bunun denetimi yok. Ahlaksız bir ürünün piyasaya sürülmesinin uluslararası mevzuatlarda pek çok yaptırımı var. Bunlar harekete geçiriliyor. Örneğin Volkswagen’e Amerika’da ceza verilebiliyor. Piyasa denetimi yapılır ise, o zaman gümrüklerde denetime gerek kalmaz. Avrupa Birliği gümrüklerde denetim yapmıyor. Denetimi tüketici yapıyor. Halkını bilinçlendirmiş. Halka sunmadan önce ithalatçı her türlü standardı yerine getirip, ürününü öyle satıyor. Biz ise gümrükten geçince satıyoruz.
TİCARETİN KOLAYLAŞTIRILMASI ANLAŞMASI
Dünyada son zamanlarda bir değişim daha var. Ticaretin kolaylaştırılması anlaşmasına Türkiye de taraf oldu ve 120 ülkede kabul edildi. Otomatik olarak da 2020’de devreye girecek. Dünya ticaretinde, ticaretle ilgili prosedürlerin tek tipe getirilmesi isteniyor. Bu mevzuatların tek tipe indirgenmesinin amacı, Türkiye Cumhuriyeti’nden bir ürün ithal edildiği zaman, varış ülkesinde de ithal edilebilecek. Aynı anda çıkış işlemini yaparken, karşı ülkedeki ithalat gerçekleştirilmiş olacak. Hatta o ülkede vergi varsa, mükellefiyetini burada gerçekleştirilecek. Bu bir nihai sonuçtur. Dünyadaki ulusların birbiriyle entegrasyonu ile bu faaliyeti gerçekleştirmek, tuşa basmak kadar kolay. Avrupa Birliği’nde “Atlas” diye bir programla 28 ülke birbirleriyle bu ticareti yapabiliyor. Ama yukarıda birisi bu faaliyetleri izliyor. Bunlar AB şemsiyesi altında gerçekleşiyor. Aynı şekilde Amerika’da 52 eyalette de bu uygulanabiliyor.
Bundan sonra ülkenin dijital yapısı, bizim tahmin ettiğimizden hızlı değişecek. Bizim yatıp kalktığımızda hayret edeceğimiz kadar hızlı değişecek. Buna uygun, ışık hızında hareket etmemiz lazım. Düşünce de böyle olmalı, hareketler de böyle olmalı. Buna uygun bir strateji ve bu stratejiye uygun mesafelerin ne zaman kat edileceği hesaplanmalı ve bu doğrultuda yeni bir planlama yapılmalı. Tüketicinin eğitimi de önemli. Dijital dünya ile ilgili bilgilerin halka biraz daha transfer edilmesi gerekiyor. Buna ihtiyacımız var. Bazı zamanlarda bazı insanların dinlenmesinde fayda var. Dijital dünyada bildiğimiz kadarıyla artık hızdan başka bir şey yok. Bir ürünü, hiç el değdirmeden, bir noktadan bir noktaya götüreceksiniz. Hiç el değmeden imal edilecek, paketlenecek, yüklenecek, götürülecek ve tüketiciye sunulacak. Her şey standartların içinde olacak. Her şey kontrol edilebilir olacak, her şey raporlanabilir olacak. Buna ultra bir şey diyoruz ama bu yaşanmaya başlandı. Şu anda bunun demolarını yapıyorlar. Bu konuda Alibaba’nın, Amazon’un videoları, Google’ın insansız aracı bunun gerçek olduğunu ortaya koyuyor. Bundan biz kendimize de pay çıkarmalıyız.
1850’lerde makinenin keşfiyle beraber, Türkiye’deki 1980’lerdeki o ekonomik açılımın arasındaki zaman farkını bu dijital gelişmelerle çok çabuk kapatabiliriz. Türkiye’nin coğrafi yapısı, Türkiye’nin transit üs olmasını emrediyor. Bu transit üsse uygun mevzuat ve yapılanmaya ihtiyacımız var. Türkiye’ye gelen ve giden malın gümrüklerle ilgili prosedürlerinin sıfıra indirgenmesi, bu sıfıra indirgemenin elektronik olarak takibi ve kontrolü gerekiyor. Bu işle iştigal edenlerin her şeyinin bilinir olmasının sağlanması da şart. O zaman devletin kontrol edebilirliği maksimum seviyeye çıkartılmış olur. O zaman bir daha muayene etmeye ve kontrol etmeye ihtiyaç kalmıyor. Bunlar bilimsel gelişmeler ve neticede Türkiye’yi kurtaracak olan da budur.