Midye konusundaki son derece detaylı bilgilere sahip olmama olanak sağlayan neden ise, eski adıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin Moskova’da bulunan “The Russian Research Institute of Fisheries and Oceanography – Rus Balıkçılık ve Oseanografi Araştırma Enstitüsü” (VNIRO)’nun (Şekil 14) çok sayıda Rus araştırıcılarının midye ile ilgili yayınlarını bana ulaştırmalarıydı. Ne var ki o dönemde Rus araştırıcılarının yayınlarının tamamı Rus’ça idi. Bununla ilgili sıkıntımı da 1955 yılında Prof. Dr. E. Slastenenko’nun Karadeniz Havzası Balıkları kitabını Türkçe’ye kazandıran rahmetli Hanif Altan gidermişti. Hanif Altan Bey hiç üşenmeden Rus’ça yayınları tercüme edip bana gönderir, arkasından da “senin sayende ben de yeni yeni bilgiler öğreniyorum” diye not düşerdi. Midye konusunda yaptığı tercümelerle araştırmalarıma destek veren, her zaman minnet ve rahmetle andığım Hanif Altan’ın yaşantımda çok mümtaz bir yeri olmuştur.
Şekil 14. Moskova’daki Rus Balıkçılık ve Oseanografi Araştırma Enstitüsü” (VNIRO).
Midye konusunda Karadeniz’de yaptığımız fiili çalışmalar özet olarak şu şekildeydi. 1969-1972 yıllarında dreç ile gerçekleştirilen bu araştırmalara ek olarak 31 metre uzunluğunda, 380 HP ve saatte 10 mil yapan ve çalışma esnasında ise hızı 3 mile düşürülen 173 grostonluk Arar araştırma gemisiyle (Şekil 15) Karadeniz Kıta Sahanlığımızda 1970-1973 yıllarını kapsayan mevsimlik trol araştırmalarından midye ile ilgili olarak elde edilen sonuçlarla beraber bir final raporunu hazırladım (Şekil 16).
Şekil 15. 1970-1973 yıllarında Karadeniz’de trol araştırmalarının gerçekleştirildiği deniz bilimleri tarihimizin efsane gemisi “Arar” (1951-2014). Ne yazık ki bu gemi 63 yaşında İstanbul Üniversitesi nezdinde müze gemi olması konusundaki tüm girişimlere karşın, rektörlükçe gemi 2014 yılında hurdaya çıkarıldı ve akabinde Aliağa tersanesinde defteri dürüldü.
Şekil 16. Midye final raporunu verdiğim aşamada Arar gemisinin ana güvertesindeki filika üzerinde çekilmiş bir fotoğrafım.
Sonuç olarak: a) Karadeniz’de kıta sahanlığımızın kuzeybatı Karadeniz’deki kıta sahanlığının aksine darlığının midyenin varlığı, bolluğu ve dağılımı açısından olumsuz bir tablo yarattığı, b) 1940’lı yıllara yakın sürece kadar Karadeniz’de var olmayan ve Rus araştırıcılarının midye ile ilgili stok olumluluğunu ortadan kaldıran bir deniz salyangozu türünün [Rapana (thomasiana) venosa] (Şekil 17) tankerlerin balast suları aracılığı ile bu denize bulaşmasının yanı sıra onların olağanüstü düzeyde midye banklarını tahrip edebilmesi ve bunun süreğen bir özellik taşıması, c) Karadeniz kıta sahanlığımızda midye stoklarının yetersizliği ve predatör/yırtıcı bir canlının istilasına uğraması nedeniyle salt doğal midye yataklarının değerlendirilmesine yönelik olarak bir midye işletmeciliğinin gerçekleştirilemeyeceği hakkında, tarafımca bir rapor verildi. Bu rapor haliyle Balıkçılık Müessesesi Müdürlüğü yönetimini memnun etmedi ve neredeyse araştırmayı başarısız bulma eğilimine taşıdılar. Oysa tam tersine proje amacına ulaşmış ve doğal midye yataklarının belirlenen konumu ile onu tehdit eden faktörlerin ortaya konulmasıyla tasarımlanan olası yatırımın önü kesilmiş ve ulusal ekonominin zarara uğramasının da önüne geçilmişti. Bu tür durumlarda araştırmalardan elde edilen sonuç önemlidir. Dikkate alınması gereken elde edilen sonucun olumluluğu veya olumsuzluğu değil, araştırmanın doğru metot ve materyal ile yapılması, buna bağlı olarak olası yatırım veya yatırımlar hakkında sağlıklı karar verilebilmesidir.
Şekil 17. Midye stoklarını ortadan kaldıran yırtıcı bir kafadanbacaklı (Gastropoda) türü Rapana venosa.
Güncel konum
Midye konusunda yaptığım araştırmaların üzerinden 50’yi aşkın yıl geçti. O dönemlerde denizlerimizde bazı noktasal kısımlar hariç çevre sorunları diye bir konu gündemde bile yoktu. Ekoloji sözcüğü ve kavramı da o yıllarda sınırlı düzeyde bilimsel ortamlarda telaffuz edilen bir sözcük idi. Fakat sonraki yıllarda Türkiye kalkınma adına yaptığı atılımlarında çevreyi gözetmeyi göz ardı etti. Hükümetler bu konuda işin kolayına kaçtılar ve ilgili yönetimlerin de önlem üretme gibi bir kaygıları asla olmadı. Sonuçta Türkiye havasıyla, toprağıyla ve suyuyla kendini çevre sorunlarıyla baş başa buldu. Denizlerimiz ve iç-sularımız sanayi tesislerinin ve kentlerimizin bir atık ortamına dönüştürüldü. Haliyle deniz ve iç-su ortamlarında su kalitesinin bozulması çok yönlü sorunları da beraberinde getirdi. Çevresel olumsuzluklardan tüm sucul canlılar nasibini aldı. Ne var ki sedenter daha açık ifade ile bir yere yapışık olup, yer değiştirmeden yaşayan bir canlı olması nedeniyle bundan en fazla etkilenen türlerden biri de midye oldu.
Günümüzde midye ile ilgili bilgiler ve bildirimler ilginç, ilginç olduğu kadar da zihinlerde ikilemler yaratan bir konudur. Konuyu açmakta yarar var. Midye omurgasız canlıların yumuşakçalar dalının, yassısolungaçlılar sınıfının, midyegiller ailesinin bir türüdür. Ülkemiz sularında ve Akdeniz genelinde bulunan midye İngilizce’de “Mediterranean mussel – Akdeniz midyesi” olarak bilinir. Bilimsel adı ise “Mytilus galloprovincialis” (Şekil 18) olan bu tür Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verileri ile Tarım ve Orman Bakanlığı bildirimlerinde “karamidye” isimlendirmesiyle kendine yer bulur. Aslında bu tür, toplumda salt midye olarak tanımlanır. Hal böyle olmakla beraber özellikle 1990’lı yıllardan itibaren Marmara Denizi ile Karadeniz’den elde edilip yurt dışına ihracatı yapılan “beyaz kum midyesi” (Chamelea gallina) (Şekil 19) diye tanımlanan türden ayırt edebilmek için böyle bir isimlendirmeye gidilmiştir.
Şekil 18. Midye - Karamidye (Mytilus galloprovincialis).
Şekil 19. “Beyaz kum midyesi” (Chamelea gallina).
Midyeyi değerli kılan neden ve tüketimi
Midyenin besin değeri üzerine dikkat çekici son yılların bilgilendirmesi Tokuşoğlu, Ö. (2016) tarafından Gıda 2000’de (Gıda Teknolojisi ve Tarım Dergisi) geniş bir şekilde verilmiştir(5). Buna göre: "midye, istiridye, yengeç ve karides, insan sağlığı açısından son derece elzem maddeleri ihtiva eden özel gıdalardır. Tüketimlerinin insan sağlığına olan yararları nedeniyle popüler gıdalar sınıfında yer alırlar. Başta proteinler olmak üzere yararlı fonksiyonel lipidleri [doymamış yağ asitleri, omega-3, omega-6, gamma-linolenic asit, dokosahekzanoik asit (DHA), eikosapentaenoik asit (EPA)] ve birçok biyoaktif yararlı bileşenleri (antioksidan peptidler, vitaminler, karotenoidler; astaksantinler vb., mineraller) içerirler. Bu yönleri ile birçok hayvansal gıdadan daha değerli olarak sınıflandırılırlar ve son derece değerli ve yararlı bileşenleri ihtiva etmelerinden ötürü “fonksiyonel gıdalar” kategorisinde yer alırlar.
Gıda bileşimi açısından midyeler; doymamış yağ asitlerinin yüksek olduğu, doymuş yağ asitlerini düşük oranda içermekte olan, iyi birer omega-3 kaynaklarıdır. Midye etinin 100 gramında (g) yaklaşık 9 g düzeyinde vücut tarafından üretilmeyen, besinlerle alınması zorunlu olan esansiyel aminoasitler bulunmaktadır. Midye eti yüksek kaliteli proteinin yanı sıra, iyot, fosfor, çinko, Vitamin E, niasin, Vitamin B12 için önemli kaynaklardır(5)".
Midyeler taze, yarı işlenmiş ve dondurulmuş olarak piyasaya sürülürler. Böylesine besi değeri açısından üstünlük gösteren midye toplumlarda da geniş tüketim alanı bulmuştur. Ülkemizde farklı inanç grubuna dâhil Rumlarda, Ermenilerde ve Yahudilerde midye olağan bir tüketim unsuru olarak mutfaklarda yer bulmuştur. Geçmişte Osmanlılar Döneminde Müslüman kesimde balık ve özellikle midyenin tüketimine sıcak bakılmamıştır. Günümüzde, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra toplumun sucul canlıların tüketimine bakışı pozitif konuma gelmiş ve yaygınlaşmıştır. Hal böyle olmakla beraber Hanefi Mezhebine dâhil olanlarca midye haram addedilmekte ve tüketilmemektedir(6).
Bu inanç etkisinin günümüz siyaset sahnesinde ve kamusal ortamlarında olumsuz etkilerinin zaman zaman yaşandığını belirtmem abartılı bir durum olmasa gerek. İşte bir anı ve benim şahit olduklarım.
Midyelerin adet gördüğü inancı
Yaşananlardan geçmişe ait bir örnek Paşabahçe’de 1973 yılında eğitime başlayan Balıkçılık ve Su Ürünleri Meslek Lisesi Müdür Yardımcısı aziz dostum Halil Ural’ın (Şekil 20) dönemin Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler ile ilgili anılarında şu şekilde yer almaktadır(7).
Şekil 20. Balıkçılık ve Su Ürünleri Meslek Lisesi Müdür Yardımcısı Halil Ural Japon uzmanlar ve Türk öğretmenler ile bir toplantı esnasında (Soldan dördüncü).
“Bu arada okula yeni bir din dersleri öğretmeni atandı. Konuları işleyiş biçimi ve bazı söyledikleri bazı öğrencilerle velilerinin tepkisine ve okul idaresine ilettikleri şikâyetlere neden olmuştu. İlk defa karşılaşılan ve önceki din dersleri öğretmeninin yarattığı sevecen ortamla bağdaşmayan bu durum şaşırtıcıydı. Önceki öğretmenin sevilen özellikleri anlatılarak yeni öğretmen idarece nezaketle ve sözlü olarak uyarıldı. Ancak sorun yeni başlıyormuş. Tepki ve şikâyetler sürdü. Asker kökenli bir velinin konuya el atmak istemesini önlemek üzere öğretmene idarece soruşturma açıldı. Buna karşın MEB bünyesinde de okulla ilgili olumsuz süreç de başlamış oldu.
Vehbi Dinçerler, bir Pazar günü yurt dışı dönüşü Ankara'ya giderken ani bir kararla okula tekrar geldi. İlk gelişindeki yaklaşımından çok farklı adeta baskın verip suçüstü bir şeyler bulmak havasındaydı. Doğrudan Su ürünleri bölümüne yöneldi; görünüşte üretme havuzu ve akvaryumları incelerken, okul müdürüne, "Siz balık dışındaki su ürünlerinin mekruh olup olmadığını Diyanet İşlerine sordunuz mu?" gibi geliş nedenini açığa vuran bir soru yöneltti. Okul Müdürü Hasan Nizamoğlu soğukkanlılığını koruyarak saygılı bir şekilde ama eğilip bükülmeden "Buna gerek yok efendim. Bakanlığımızda, bizim öğretim programlarımızı inceleyen ve onaylayan Talim Terbiye Kurulumuz var!" yanıtını vermekle yetindi.
Ancak bu kadarı da okul müdürü Hasan Nizamoğlu'nun sonu, hatta okulda egemen olan eğitim anlayışı için de sonun başlangıcı olmaya yetti. Okul Müdürü hakkında görünmez bir düğmeye basılmasıyla 18 maddelik bir suçlama listesiyle dava açıldı.
Bir önceki Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam’ın Müsteşar yardımcılığı görevi teklif ettiği okul müdürü, her birinden teker teker beraat etmesine karşın iftira niteliğindeki bu asılsız suçlamaları onur meselesi sayarak emekliliğini istedi
Okula öğretmen atamalarında Japon uzmanlarca belirlenmiş ve başlangıçtan beri uygulanmış kriterler, dönemin Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler'in, okulu ikinci ziyaretlerinden sonraki atamalarda yörüngesinden tamamen saparak siyasallaşma görüntüleri sahnelenmeye başlamıştı.”
Midye konusunun yarattığı benzer bir durumu bu kez zıt yönleriyle 1988 ve 1989 yıllarında Tarım Bakanlığında bizzat yaşadım. Tarım Bakanlığı her zaman insan kaynakları açısından karma bir zenginliğe sahip bir kuruluştur. Her görüşten insan örneklerine bu camiada rastlamak olasıdır. Laikler, milliyetçiler, sağcılar, solcular, dinciler, liberaller ve akla gelebilecek her kesimden insanın olması Bakanlığın tipik yapısıdır. Bu doğal sayılabilecek bir durum olmakla beraber son 30-35 yıldır yönetimlerde din ağırlıklı zihniyetin kendini belirgin bir şekilde hissettirdiğini söylemek abartı olmasa gerek. Özellikle Ramazan ayında bu durum keskin bıçak gibi kendini belli ederdi. Ramazanda gerek Bakanlıkta ve gerekse taşra teşkilatında yemekhanelere kilit vurulur, çay ocakları kapatılır ve çoğu kişi varlıklarını yöneticilere belli etmek için Cuma namazlarını kaçırmazlardı. Buna karşın amirlerine hissettirmeden de oruçla alakalı olmayan eylemlerini sürdürürlerdi. Aslında bu durum kamu kuruluşlarında sadece Tarım Bakanlığına özgü değildi kuşkusuz. Müslümanlıkta zorlama yoktur söylemine karşın, uygulamada dinci siyasi zihniyet aracılığı ile onun tüm Türkiye’de nasıl baskıya dönüştürüldüğü kesintisiz yaşandı ve yaşanmaya devam ediliyor.
Tarım Bakanlığı bünyesinde 1985 yılında gerçekleştirilen yenilenme sonrasında 1987 yılında doğrudan Bakanlığa bağlı olarak kurulan Bodrum Su Ürünleri Araştırma Enstitüsüne Müdür olarak atanmıştım. Enstitünün yetki alanı ise Marmara, Ege ve Akdeniz’i kapsamaktaydı. Göreve başlamamdan kısa bir süre sonra enstitüdeki teknik ve araştırmacı personeli yayın yapmaya özendirmek amacıyla ilk yayınları bizzat yapmayı planladım ve uygulamaya koydum. Doğal canlı kaynakların korunarak sürdürülebilirliği temel ilkelerimden biri idi. Bu nedenle enstitünün ilk genel yayınını dip balıkları konusunu işleyen “Türkiye’de trol avcılığı tartışmaları ve gerçekler” başlığı ile kaleme almıştım(8). Bakanlık ve üst yönetim katında bu yayının pek de dikkati çekmediği izlenimi edindim. Arkasından “Midye ve Kültürü” başlığı ile enstitünün ikinci genel yayını vücut buldu(9).
Bakanlıkta reorganizasyon sonrasında oluşturulan Proje ve Uygulama Genel Müdürlüğü’nün ilk Genel Müdürü Haşim Öğüt’tü (Şekil 21) . Daha sonraki yıllarda ilkin müsteşar yardımcısı, sonrasında da müsteşar olan ve 28.08.2014 tarihinde yitirdiğimiz rahmetli çok takdir ve hatta gıpta ettiğim özelliklere sahip olmasından dolayı ben onu donanımlı bir ziraat mühendisinden ziyade başarılı bir diplomata eşdeğer tutardım. Midye ile ilgili kitabı baskıya vermeden önce kendisi ile yaptığım görüşmede, bana verdiği yanıtı hiç unutmuyorum. “- Hah işte bu, biz böyle yayınlar yapılmasını istiyoruz” deyince Bakanlığın temel araştırmalardan ziyade üretime endekslendiğini algılamış oldum. Konu midye olmasına karşın toplumun bazı kesimlerinde rastlanan olumsuzluğu ben Genel Müdürümüzde görmemiş, tersine memnuniyetini gözlemlemiştim.
Şekil 21. Tarım ve Orman Bakanlığının her kademesinde değerli hizmetler veren Ziraat Yüksek Mühendisi Haşim Öğüt (1948-2014).
Midye ile ilgili yayın öncesine denk gelen bir zaman diliminde Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanı Dr. Şenol Erdoğan enstitümüzü ziyarete gelmişti. Haliyle kendilerine faaliyetlerimiz ve olası araştırmalarımız konusunda bilgi verme durumum olmuştu. Bu arada Karadeniz’de geçmiş yıllarda yaptığım midye konusu da bilgilendirme detayları arasındaydı. Daha sonra ki yıllarda müsteşar yardımcısı olan Dr. Şenol Erdoğan’ın midye konusuna değindiğimde memnuniyetsizliği yüzünden okunuyordu. Bakanlıkta mesleki açıdan çok donanımlı, konusunda kül yutmayan, otoriter ve aynı zamanda zeki bir insan olan Dr. Şenol Erdoğan’dan hiç ummadığım bir tepkime aldım. Kendisi midyelerin adet gördüğünden söz ederek, onların mekruh olmasından dem vurması benim soğuk terler dökmeme neden olmuştu. Aklıma hemen Halil Ural dostumun anısı geldi. Yoksa midye yüzünden Ankara’daki merkezi yönetimle başım derde mi giriyordu!
Dile getirmek istediğim husus, üst makamları temsil eden din eksenli izlenimi veren yöneticilerin, alt yönetimlerde nasıl etkili olabildiklerini vurgulamaktır. Özellikle çağdaşlıkla hiç bir şekilde örtüşmeyen bu oluşumun nedeni bilgi yoksunluğundan başka bir şey değildir.
Konuyu kısaca aydınlatmakta yarar var. Midye dış döllenme ile çoğalır. Midyelerde olgunlaşan yumurta ve atmık (sperm) bünyeden dışarı atılır ve en önemli temel ayırım ise midyeler memeli hayvanlar sınıfından değildirler. Midyenin adet gördüğü inancı ve tanımlanması bir bilgi yoksunluğunun sonucu olup sucul canlıların anatomik yapısı ve onların doğal işleyiş mekanizmalarının bilinmemesiyle ilişkilidir (Şekil 22)(10).
Şekil 22. Midyenin (Mytilus galloprovincialis Lamarck) anatomisi (Lubet,P 1973)(10).
Bu içi boş ve mesnetsiz utanç verici cehalete dayalı inancı bir kenara koyup, gerçeklere odaklanalım. Midyenin göz ardı edilemeyecek özellikte bir gıda olmasının yanı sıra o artık günümüzde kimya ve tıp bilimcilerinin de göz bebeği olmuştur. Bu nedenle “Biyomimetik” terimi ile tanışmaya hazır mısınız?
Devam edecek.