"Antarktika'da acilen bilimsel üs kurulmalı"

Dünyanın en zorlu coğrafyalarından biridir Antarktika… Burada bilimsel araştırmalar yapan Prof. Dr. Bayram Öztürk, şu anda orada bulunan tek Türk bilim insanı. Prof. Dr. Bayram Öztürk değerli kotasını bizim için kullandı.

Dünyanın en zorlu coğrafyalarından biridir Antarktika… Buradaki Showa Üssü’ne kabul edilen ve bilimsel araştırmalar yapan Prof. Dr. Bayram Öztürk, şu anda orada bulunan tek Türk bilim insanı. “Burası sadece buzul veya penguen demek değil. Buranın çok önemli bir görevi var; o da dünyamızın uzun süreli iklimini kontrol eden sistemin bir parçası olması. Zaten bütün okyanusları dolaşan soğuk su akıntısının önemi de buradan geliyor. Kıtada bilimsel araştırmalar için ülkeler milyonlarca dolar harcıyor. Çünkü hem denizde ve kıyıda, hem de kıta içinde yapılacak, öğrenilecek çok şey var” diyor Bayram Öztürk. Haklı da… Türkiye’nin acilen orada bir üs kuması gerektiğini belirten Prof. Dr. Bayram Öztürk’le aramızdaki kilometrelere rağmen bir röportaj gerçekleştirdik.

Antarktika’nın hangi bölgesindesiniz, bulunduğunuz istasyonda sizlerden hariç kimler var?

26 Kasım 2014’te Güney Okyanus ve Antarktika’da araştırma yapmak için Avustralya’nın Framentle Limanı’ndan gemiye bindim. Bu tarihten 20 Mart 2015 yılına kadar bu okyanus ve Antarktika’da araştırmalara devem edeceğim. Benim dışımda gemide ve üste yabancı olarak Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve Kanadalılar var toplam 5 kişi, tek Türk benim gerisi ise Japon bilim insanları.

Buraya gitmenize ne vesile oldu? Gezinizin amaçları nelerdir?

Daha önce ben Antarktika’da çalışmadım ama Okyanusta çalıştım. Japon Kutup Araştırmaları Enstitüsü’ne yapacağım çalışmaları bir proje haline getirerek sundum. Kabul edildi ve beni misafir bilim insanı olarak 56. araştırma seferine ve Showa Üssü’ne kabul ettiler. Bu konuda Dışişleri Bakanlığımızın da yardımı oldu. Daha sonra çalıştığım İstanbul Üniversitesi’nden geçici izin alarak buraya geldim ve çalışmaya devam ediyorum. Araştırma projem üç aşamalı: İlki Güney Okyanus ve Antarktika’da nereler deniz koruma alanı ilan edilebilir? Çünkü bu konuda çok tartışma var. Yani daha çok balina ve yunus türlerinin dağılımının incelenmesi. İkincisi iklim değişikliği nedeniyle acaba Termo halin akıntı sistemi ki çok önemli değişiyor mu? Son olarak da bu bölgedeki canlı kaynakların durumu nedir? Benim çalıştığım grubun ana çalışma konuları bunlar.

Yakın zamana kadar Türk bilim insanlarının Antarktika’ya pek fazla ilgi göstermemesini neye bağlıyorsunuz? Bu ilgi nasıl artırılabilir?

Türk bilim insanları Antarktika’ya hep ilgi gösterdi. 1991 yılında ilk araştırma seferi için bütçe bile yapıldı. Bu konuda Prof. Dr. Erol İzdar hoca çok çaba gösterdi, hayatta ve Allah uzun ömür versin, onunla konuşabilirsiniz. Zaten ben de o çalışmalar sırasında Antarktika konusunu öğrenmiştim. Bizimle o dönemde başlayan Pakistan “Cinnah” Üssü’nü kurdu. Pakistan Deniz Kuvvetleri ikmal işinde çok iyi çalıştı. Şimdi ise Malezya, İran geliyor biz ise geçen ay nihayet Çevre Protokolü’nü meclise sevk etmişiz, öyle haber aldım. Son zamanlardaki girişimdeki pay ise Osman Atasoy ve Sibel Karasu’ya aittir. Antarktika’ya ilgi de genç araştırmacılara destek olunarak artırılabilir. Gelecek sene burada ben doktora yapacaklar için destek buldum. TÜBİTAK ve üniversiteler de destek olmalı bence.

Türkiye’nin Antarktika’da kalıcı bir bilimsel istasyon kurma girişimi geçtiğimiz günlerde medyaya yansıdı, bu konudaki görüşleriniz neler?

Türkiye’nin kıtada bilimsel amaçlı bir üs veya istasyon kurması çok yerinde olur, hatta geç kalındı. Hem iktidar, hem de muhalefet partisinin bu işe destek olması lazım. Türkiye’den bilimsel olarak çok geride olan ülkelerin bile burada üsleri var. Örneğin, Ekvator, Şili, Peru, Uruguay, Bulgaristan, Ukrayna başta olmak üzere ekonomik ve teknik olarak bizden daha geride olan ülkeler bile bilimsel araştırma yapıyorlar. Monako bile üs kurma yolunda. Bizim iyi yetişmiş kritik bir araştırmacı kadromuz ve motive bir bilim camiamız var. Örneğin deniz bilimlerinin bütün alanlarında, o coğrafyada ve evrensel standartlarda bilim yapıp çalışacak iyi uzmanlarımız var. Bizdeki bilgi birikimini yok sayamayız. Ama her alanda güçlü olmadığımız ve geç kaldığımız da bir başka gerçek. Zayıf olduğumuz alanlarda genç kuşak araştırmacılar yetiştirmeli ve yurt dışında ilgilenen Türk araştırmacıları da bu işe katmalıyız. Futbolda bile Almanya’da yetişenlerin bizim futbolumuza bir kalite getirdiklerini unutmayalım.

Bu istasyonun Türkiye’ye ne gibi getirileri olacaktır, sanıldığı kadar zorlu ve maliyetli bir iş mi?

Bu hamle ülkemizin bilimsel, diplomatik ve ticari profilini yükseltecektir. Evrensel standartlarda bilim yapıp, bunu insanlığa sunan bir ülke bütün dünyada her zaman saygı görür. Türkiye; Antarktika’nın bir dünya mirası olarak kalması için çaba sarf etmelidir. Bu konuda öncü rol oynayabilir. Bunun için bir an önce üs kurmak için çalışmalara başlamalıyız. Zaten Çevre Protokolü’nün meclise sevkindeki amaç bu olsa gerek. Antarktika’da 29 ülkeye ait 101 araştırma üssü bulunuyor. Burada bir yandan da üslerin idamesini inceliyorum. Enerji, ulaşım, arama kurtarma ve maliyet için ciddi çalışma yapılması lazım. Bu iş baştan sona ileri bir mühendislik projesidir. Maliyetinin değişik senaryolara göre hesaplanması mümkün. Önce nerede ve ne amaçla kuracaksınız? Enerji sorununu nasıl çözeceksiniz? Şimdi birçok ülke güneş panelleri ve rüzgâr türbinleri kuruyor. Hem çevreci bir enerji şekli, hem de maliyeti düşük ama önce rüzgâr yönünü ve güneşin kapasitesinin hesapları lazım. Mimari planlamayla uyumlu olmalı tüm bunlar. Yapılacak araştırmalara göre plan yapılmalı. Çevre Protokolü defalarca okunmalı. İki konteyner atılıp sonra “Üs kurduk” diye hamaset yapılacak işler değil bunlar. Ciddi, hesap, kitap ve uzmanlık işleri… “Güneşin açısı ne durumda?” diye iki yıldır araştırma yapıyorlar burada, sırf bir panel koymak için. Bu konuda ülkemizde çok yetişmiş uzman var artık. Mesele helvayı yapmak... İş olsun, nam olsun diye üs kurulamaz. Bilim programı lazım ve bunu uygulayacak kadro ve bütçenin belli olması, hedeflerin konması şart. TÜBİTAK bu konuda nedense çok sessiz. Özetle, Türkiye’de üs kurmak için devletin ciddi bir çalışma başlatması lazım. Bunun için bence Dışişleri Bakanlığı sadece bu konu için bir büyükelçiyi görevlendirmelidir. İklim Sözleşmesi’nde bu yapıldı ve çok isabetli oldu. Bu arada bir grup bilim insanı biz Antarktika bilim programıyla ilgili bir makale yazdık zaten, yani yapılacaklarla ilgili mütevazı da olsa bir yol haritamız var.

Antarktika kıtası dünyanın en zor coğrafyası, orada kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Günleriniz nasıl geçiyor, zorlandığınız oluyor mu?

Antarktika zor bir coğrafya, Güney Okyanus da öyle… 55 ve 60 derece güney enlemlerindeki kuvvetli deniz ve hava çok kişiyi denizden soğutan, bıktıran havalardır. Şükürler olsun iyiyim. Biliyorsunuz bu bölgeye horlayan, bağıran, kuduran denizler denir. Antarktika ise daha heybetli ve asil duruyor. Bazen ben buzullara, buzullar bana bakıyor. Foklar, penguenler, albatros ve Petrel kuşları bakışıyoruz; ne de olsa arkadaşız burada… Yalnızlık duygusu ve korkusu insanları en çok bunalıma sokan etken ve bu sarmala kapılmamak lazım. İlk defa Antarktika’da yılbaşı geçirdim ve aileme telefon edip saat 22:00’de yattım. Her faniye nasip olmayacak bir hatıra benim için…

Burada çok iş var ama tek koşul hava. Buradaki planlamayı biz değil, Antarktika yapıyor. Onun kendi kuralları var. Örnekleme işleri, ölçümler, havanın kötü olması, görüş olmaması, kar fırtınası, buz, don hepsi var burada ama en önemli şey ayakta kalmak. Kat kat giyinmek, bareti çıkarmamak, çamaşırınızı yıkamak, diş dolgunuz bile düşmemeli. Hasta olmamak lazım, çünkü üsteki doktorun yapabilecekleri sınırlı. Örneğin buzda düşüp bir tarafınızı kırarsanız sakat kalırsınız, çünkü ortopedist yok. Helikopterle uçuşlar da öyle. Cesetleri deniz aslanları parçalar ve yer herhalde. Moral, isteklendirme ve zihinsel olarak sağlam ve üst düzeyde olmak şart. Hanım, çoluk çocuk düşünürseniz veya neden geldim buraya diye düşünürseniz kolayca bunalıma girersiniz. Ben dört ay buradayım on günlüğüne turist veya tekneyle macera için gelmedim. Ama buraya ilk gelen Türk ben değilim ve son gelen de olmayacağım; o kadar büyütmeye de gerek yok. Risk yüksek bu gerçek. Kaldı ki benden önce Antarktika kıtasında çalışan çok başarılı meslektaşlarımız var. Sabah 00:06’da kalkış, sonra spor, sonra iş tempo böyle. Çok zorlanmıyorum alıştım bu hayata. Tabii devamlı internet ve e-mail yok. İletişim zor...

Orada Japon bilim insanlarıyla berabersiniz, çalışma arkadaşlarınızın iş anlayışları nasıl? Sizin için eğitici oluyor mu?

Ben daha önce de hem Japonlarla hem başka ülkelerin bilim insanlarıyla çalıştım. Zaten benim aldığım ve yürüttüğüm projelerdeki çalışanların çoğu yabancıdır. İstanbul Üniversitesi’ne en yüksek bütçeli yurt dışı projeleri getiren hocayım ben. İş konusunda herhangi bir sorun yaşamadım. Her şey dostça, samimi ve ortak değerler üzerinden yürüyor. Herkes kendi işini yapıyor.

Antarktika üzerindeki hak iddiaları üzerine dönen tartışmalarla alakalı neler düşünüyorsunuz? Sizce bu tartışmalar bilimsel çalışmalara zarar veriyor mu?

Ülkelerin hak iddiaları Antarktika Sözleşmesi gereği askıya alınmakla birlikte, yedi ülke bu kıtada hak talep ediyor. Bu ülkeler Norveç, Avustralya, Şili, Arjantin, Fransa, İngiltere ve Yeni Zelanda’dır. Oransal olarak en fazla hak talep eden ülke Avustralya’dır. Bu hak iddiaları tarihsel keşiflere, coğrafi yakınlık hatta jeolojik evrime kadar gidiyor. Ben kıtanın 2048 yılından sonra böyle kalacağını zannetmiyorum. Yükselen güçler pastadan pay alalım derler. Çünkü pasta çok büyük… Zaten yapılan araştırmaların bir kısmı da buna yönelik. Kıtadaki gaz, maden, mineral ve petrol kaynaklarının incelenmesini içeriyor bazı projeler. Bir gün “Çevre Protokolü de neymiş?” denilebilir. Umarım öyle bir şey olmaz.

İnsanoğlunun doğaya verdiği en büyük zarar kutuplarda gözlemlenir diye söyleniyor. Bu şekilde bir gözleminiz oldu mu?(Küresel ısınma anlamında)

Bu doğrudur, çünkü burası arınık bir ortam. Her şeyi yalın ve çıplak görebilirsiniz. Düşünsenize Paris veya İstanbul’da bir hava deneyi yapmak isterseniz ne kadar parametre işin içine girer. Oysaki burası görece temiz. Küresel ısınmanın değişik evreleri olduğu biliniyor. Dünyada buz çağı ve ılıman dönem olmak üzere iki ana iklim rejimi bulunduğu ve yaklaşık her yüz bin yılda bir ılıman döneme girildiği ve sonrasında yavaş yavaş tekrar buzul çağı koşullarına geri dönüldüğünü söylüyor uzmanlar.

Antarktika kıtasını bilimsel bir laboratuvar haline getiren ve bu kıtayı dünyadaki her yerden ayrıcalıklı bir hale getiren durumu bize açıklar mısınız?

Antarktika’nın iç kısımlardaki ortalama kış sıcaklığı -40 ile -70 C arasında, yazın ise -15 ile -35 C arasındadır. Kıyı kısımların iklimi kışın daha yumuşaktır ve -15 ile -35 C arasında değişir. En düşük sıcaklık -89,2 olarak 1983 yılında doğu Antarktika’da ki Rus üssünde tespit edildi. Yazları sıcaklık 5 C ile -5C’dir. Antarktik kar fırtınalarının hızı ise saatte 320 km’ye varabilir. Ortalama buz kalınlığı 1860 metredir. Yani ekstrem veya olağan dışı koşullar bu kıtayı her yerden farklı kılıyor.

Roald Amudsen ve Robert Falcon Scott’tan bu yana kıtada yapılan bilimsel keşiflerin seyrini ve değişimini nasıl görüyorsunuz?

Antarktika sadece buzul veya penguen demek değildir. Dünya denilen gezegende çok önemli bir görevi var; o da dünyamızın uzun süreli iklimini kontrol eden sistemin bir parçası olması. Keza Güney Okyanus da öyle. Zaten küresel yani bütün okyanusları dolaşan soğuk su akıntısının önemi de buradan geliyor. Kıtada bilimsel araştırmalar için ülkeler milyonlarca dolar harcıyor. Çünkü hem denizde ve kıyıda, hem de kıta içinde yapılacak, öğrenilecek çok şey var. Şimdi daha çok ileri teknoloji kullanılarak araştırma yapılıyor. Dijital teknoloji çok değişti ve gelişti. Amudsen’den beri çok şey değişti.

Bu bilimsel geziniz sonrası ne gibi bilimsel ve kişisel kazanımların ortaya çıkmasını umuyorsunuz?

İlk kazanımım makale yazacağım, bir öğretim üyesinin zaten ana görevi budur. Ama bu zaman alacak en az iki yıl. Örneklerin incelenmesi başta olmak üzere çok iş var. Bu daha işin ilk safhası. Üs kurma ve idamesi konusunda müthiş yeni şeyler öğrendim, bunları yaşayarak öğrenmek ön önemlisi. Talep edilirse, devlet yetkililerine bunları anlatabilirim.

Kişisel olarak kazanımlarım; sabır, fiziksel ve zihni dayanıklılığın önemini anladım. Nazım Hikmet ve Attila İlhan’ın şiirlerini çok sevdiğimin farkına vardım. Özellikle, Sisler Bulvarı kitabındaki “Eski deniz halkı” şiirindeki son kıta da bence burayı anlatıyor şair. Büyük dünya ozanı Nazım Hikmet’in “Büyük Taarruz” şiirini neredeyse bütün buzul kıyılarında okudum. Şükretmeyi öğrendim. Eşimin yaptığı lahana çorbası ve yoğurdu özledim. Eşimi, çocuklarımı, iş arkadaşlarımı özledim ama yalnızlık yakında bitecek kısmetse. İstanbul’un hızlı hayatına nasıl alışacağım, bu her halde zaman alır. Bekle İstanbul…

(ÖZEL HABER) KEMAL CAN KAYAR

RÖPORTAJ Haberleri

ESKO Marine Exposhipping’de Denizcilik Temasıyla Sanatı Buluşturdu