Mavi düş; başını alıp gitmektir, martıların çığlık çığlığa kanat çırpmasıdır, yunusun bembeyaz köpüklü dalgalarda cilveleşmesidir, ismi lazım değil tanıdık bir rüzgarın getirdiği iyot kokusudur, yüzmeyi yeni keşfetmiş bir çocuğun özgürce çivileme kendini denize bırakmasıdır, doklardan yükselen çekiş sesidir, hoyrat bir şilebin okyanuslarda dev dalgaları yarmasıdır, geminin kızaktan kayıp denizle buluşmasıdır. Bu gemilere binip enginlere açılmaktır. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun dizeleriyle; “kağıttan bir gemi yaptım küçücük, ya beş öpücük sığar içine, ya on öpücük”. Gemiler, tekneler, deniz… Ayrılıkların ve kavuşmaların ortak noktası.
Peki; şiirlere, hikayelere, tuvale konu olan gemilerin nasıl yapıldığını hiç düşündünüz mü? Gemileri yapmak büyük bir ciddiyet, emek ister, göz nuru, alın teri ister. Her şey bir hayalle başlar. Gemi; mühendisin hayallerinin kağıda düşmesiyle başlar. Binlerce saç parçasının, aylarca emekle, sabırla, kızakta bir araya getirilmesiyle can bulur. Boyanır, süslenir, artık engine, uçsuz bucaksız denizlere açılma vakti gelmiştir. Yani ayrılık zamanıdır. Gurur vardır, hüzün vardır, kelimelerin gelip boğaza düğümlendiği andır. Deniz onu bekler, kızaktan bir sülün gibi kayıp denizle buluşma vaktidir. Bir gelin gibi süslenmiş, genç kızın çeyiz sandığındaki oyalı yazma gibi kurdele bağlanmıştır. Dualar edilir, bereketli olsun diye bir kadın usulca yanaşır, kurdeleye makası atmadan önce ‘Allah başını karadan, kıçını borandan korusun’ der, büyük bir gürültüyle yer sarsılır, ana kucağı tersaneden ayrılmıştır, gövdesini masmavi engin denizlerin soğuk sularına bırakmıştır. O artık, kaptanıyla, çarkçısıyla, çımacısıyla yani mürettebatıyla okyanuslardaki dev dalgalarla boğuşmak için demir almıştır.
Bunu niye mi anlattık?
Vira Dergisi, tam on iki yıl önce, kızaktan kaydı. Mühendisin hayali, dok işçisinin alın teri göz nuru, bir kadının duası ve deneyimli mürettebatıyla ‘vira bismillah’ diyerek demir aldı. Tam on iki yıldır uçsuz bucaksız engin denizlerde, deneyimli mürettebatı sayesinde güvenle seyretmeye devam ediyor. Vira’nın kapağını okuduğunuzda, aklını, yüreğini, alın terini koyan mürettebatı göreceksiniz. Vira mürettebatı, on iki yıl boyunca bir denizci duyarlılığıyla kin tutmadı, çünkü denizcinin amentüsünde kin tutmak yoktur, birlik vardır, dayanışma vardır. Suyun altında havasını, suyun üstünde ekmeğini paylaştı. Vira’nın kaptan köşküne bir SOS sinyali düştüğünde, tereddütsüz tehlikedeki denizcinin yardımına dümeni kırdı. Zaman zaman fırtınalara yakalandı, deneyimli mürettebatı sayesinde güvenli limana yanaştı.
Vira’yı okuyan insanların yüzlerini daha dergimiz yayına çıkmadan zihnimde canlandırabilirim. Bu insanlar neşeli insanlardır. Mavi dalgaların beyaz köpükleri gibidirler. Gözleri ufuklara dikildiği için berraktır. Kaşları çatılmaz. Hülyaları engin sular gibi zengin ve biraz da çocukçadır. En yoksulu Vira’yı okurken, bizim tersanelerimizde inşa edilmiş bir teknenin sahibi olduğunu düşler. Uzak yolculuklara hazırlanır. O insanların evlerinde çocuklar Vira’nın kapaklarını duvarlarına asar. En seçkin yazarların yazılarını, emekli kaptanlar sevgili zevceleriyle birlikte okur. Çarkçıbaşı nöbeti devrettikten sonra okyanus sularının sallantılı beşiğinde deniz kültürümüzün Vira’daki yansımalarını okurken, gözleri kapanır ve huzurlu bir uykuya dalar. Rüyasında ne görür dersiniz? Ben Vira’yı hazırlarken bütün gemi insanlarının uykularında Peter Pan’ın maceralarını yaşadıklarını, Jules Verne’le birlikte “Deniz altında yirmi bin fersah”lık keşiflere daldıklarını ve denizlerin kuytu derinliklerinde deniz kızlarıyla fısıldaştıklarını düşünürüm...
Tornistan yok, tam yol ileri… Vira tayfası; Vira’ya güç verenlerin güvenini boşa çıkarmadı. Mühendisin hayalini, dok işçisinin göz nuru alın terini, mürettebatın emeğini, kurdeleyi kesen kadınların duasını unutmadan, bu rotada seyretmeye devam edecek. Vira mürettebatı; denizlerin her zaman süt liman olmadığını, ciddi ve tehlikeli suların acımasız fırtınaların da olduğunu bilir. Fırtına ve deniz iki yüzüdür madalyonun. Her Vira tayfası boynunda bu madalyonla terk eder karayı. Süt liman bir denizde seyrederken, birden hava patlar; balıkçıların ağlarında korku, pilotların göstergelerinde dikkat, hepsi rüzgârı bekler. O öfkeli şefi. Değneğini havaya kaldırır kaldırmaz şimşekler çakacaktır davulların üzerinde. Yıldırımlar düşecek kemanlara. Zangır zangır titreyecek ziller. Baget savrulacak saatte yüz yirmi kilometre hızla. Dalgalar dağlarla boy ölçüşecek. Çöl karışacak. Arslanlar ceylanları, tilkiler tavukları unutacaklar. Kar ve yağmur, romantizm şalını atacak sırtlarından. Boran olgunlaşacak. Bir ur gibi büyüyecek rüzgâr. Genç kızlar pencereyi terk edecek; demirciler örsü, itfaiyeciler ateşi, pilotlar gökyüzünü, bedeviler çölü, balıkçılar denizi. Fırtına geliyor. Fakat kim karşılayacak onu? Elbette ki; sağlam bir gemi, deneyimli mürettebatla güvenilir limana ulaşılacak. Daha nice yıllarda birlikte olmak dileğiyle, Allaha selamet versin…