20. Asrın Demodeleri Uçak Gemileri & Türkiye Yüzyılı

Atilla Akbaş

Büyük takdir kazanan savunma sanayiindeki çıkışımızla birlikte gündeme gelen yerli yapım hafif tip uçak gemisi benzeri bir proje acaba Türkiye’nin gerçekten olmazsa olmazlarından mıydı?

Bu tip gemiler; demir, çelik, alüminyum, perçin vs. ile bütünleştirilen muazzam kabiliyetli yüzer şehirler olarak modernize edilerek, adeta gövde gösterisiyle sunuldular yıllar önce gözdağı verircesine.    

Uçakların istenilen yakın bölgeye iniş ve kalkışlarının sorun olması, bu yüzer pistlerin deniz üslerine yerleştirilmesi fikrini doğurdu geçen yüzyılda. Buda çok amaçlı platform gemilerin inşasını anlaşılabilir kıldı.

Uçak Gemileri en az bir filodan oluşan; savaş uçaklarını, nakliye uçaklarını, helikopterleri deniz üzerinde tutan yüzen kütleler olarak bilinirler. Bunlar bir nevi askeri üslerdir.

Savaş uçaklarının menzillerini arttırıp, operasyonel bölgelere güvenli yakın mesafede durarak, uçakların havada kalış süresini arttırmak suretiyle ihtiyaca binaen üretilmiş yüksek hacimli deniz platformları olduğunu biliyoruz.

Bir yüzeri uçak gemisi olarak adlandırabilmemiz için, filo bazında hava aracı taşıyabilmesi, sorti yapılabilmesi ve üs olarak kullanılması gerekir.

Okyanusa kıyısı olan, ekonomik anlamda kendine ve dışa yeten, genelde de sömürgeci anlayışı benimsemiş ülkelerin dönüşen dünyada hızla irtifa kaybedip, demodeliğe doğru kayan hantal, iri kütleli, savaş merkezli 20.yüzyılın deniz/savaş araçları olarak iş başındaydılar yıllarca.   

Bu pencereden bakıldığında Türkiye’nin ne böyle bir coğrafi yapıya uygunluğu, ne de insanlık dışı sömürgeciliğe yakınlaşmasına şahit olundu çağlar boyunca.  

O yüzden ülkemizin gider kalemi çok olan bu devasa yapıya ihtiyacı, yakın dünya normları içinde lüks, gelecek dönem içinde gereksiz gibi görünse de; TCG ANADOLU gerçeği bambaşka.  

Diğer bir realite ise, böylesine bir maliyeti ülke ekonomimizin karşılayacak güçte olmadığıydı.

Hatırlayın, geçmiş yıllarda Çin dahi bu masrafın altından kalkamayacağı için Rus eskisi Varyag gemisini eğlence gemisi beyanı ile almış, motoru dümeni olmayan bu platformu yedeklenmek suretiyle 2001’de boğazlarımızdan römorkörler eşliğinde çektirerek götürmüştü. Tabii ki, Çin’in büyüyen ekonomisi ve müsait coğrafyası için bu alışverişin anlaşılabilirliği mümkündü.   

Varyag yeni vatanında önce Shilang ismiyle göreve başlasa da; sonra askeri yükümlülüklerle denize çıktı ve Liaoning adını aldı. Şu an da asli görevi olan uçaklarıyla bütünleşerek gerçek kimliğine hizmet ediyor.   

Birleşik Devletler kendine misyon edindiği dünya güvenliği (!) gereği bir çok uçak gemisi ve filosunu dünyanın çeşitli denizlerinde konuşlandırmış bir devlet. Bu eleştiriye açık pozisyon herkesin malumu.

Bunlardan bize en aşina olanı ise, Akdeniz’de 6.filo olarak adlandırılanı olmuştur.  Geçmişte 68 kuşağının hedefi olan bu geniş yüzer sayesinde pek çok üzücü olaylar vuku bulmuş kıyılarımızda.

Nimitz sınıfına ait olan bu tip gemiler yaklaşık 6000 personel ve 100’e yakın hava aracını himayesinde tutabilme yeteneğine sahiptirler. Elde hazır, ivedi yıkıcı vurucu özelliği daima açık olan bu sınıf çokta masraflıdır kaleme vurunca.

Güvertedeki helikopterler, nakliye uçakları, bütün bunları besleyecek mühimmatlar, bakımcılar, pilotlar ve geminin kendi personelinin yanı sıra, geminin etrafındaki koruyucu tamamlayıcı unsurlar olan diğer savaş destroyerleri ve denizaltılarını da maliyet hesaplarına ilave etme zorunluluğu var.

Varyag misali çıplak bir geminin donanımı artı geliştirilmesi ve operasyonel hale gelmesi 10 milyar $’ı buluyor.

Diyelim ki gemi hazır. En asgari ölçekte yapılandırmaya da açık. Güverte düzeninin en az 1 filo (20 uçak) hazır kıta bekleyecek şekilde dizayn edilmesi gerek. Çünkü ayrı gibi görünen bütün bu aparatlar aslında bu geminin tamamlayıcı unsurlarındandır.

Uçak gemisinin de korunmaya ihtiyacı olduğundan etrafına eskortluk yapacak askeri deniz araçlarının da geminin ait olduğu ülke envanterine katılma gerekliliği var.   

Uçak Gemisine sahip olmak büyük bir caydırıcılık ve gövde gösterisi gibi görünse de coğrafyamız, ekonomik yapımız ve yeni dönüşen dünya şartları bu durumu tam anlamıyla onaylamıyor.

Çünkü, o gemiyle okyanus aşırı seyir yapacak, dünyanın dört bir yanını kontrol edecek, sömürgeci bir zihniyete sahip olan bir devlet değiliz biz.  Olmayacağız da. Gidip uzaklardaki devletlere yön vermiyor, yağmalamıyor, operasyonlar düzenlemiyoruz. Savunma amaçlı düşünüyoruz.

Bu nedenle tam teşekküllü bir Uçak Gemisi hayalimiz, okyanus kıyısı bölgelere dünya barışını savunma amaçlı üsler kurunca gerçekleşebilir ancak.

Bizim için sorun teşkil eden bölgeler bizim kıyılarımızdan 2000-3000 km2’lik uzaklıkta ve uzanılabilir bir alanlarda zaten. İsrail, Libya, Suudi Arabistan, Yunanistan, Bulgaristan ve Rusya gibi yerler dışında beklenmedik sorunsallar, envanterimizde ki uçak, füze, İHA ve SİHALAR ile aşılabilir ve gereği yerine getirilebilir.

İşte bu noktada TCG ANADOLU adlı gemimizin önemi ve farklı yapısı gün yüzüne çıkıyor. Bu gemi bizim statümüze göre sorun çözen bir anahtar niteliğinde.

Hem az maliyetli. Hem de ülke coğrafi yapısına uygun.  

Bu örnekten yola çıkarak kendimize has savunma güçlerine odaklanmakta fayda var.

TCG ANADOLU kesinlikle tam işlevli bir uçak gemisi değildir aslen ve 20.asrın sıradanlaşan köhne yapılarından değildir. O, etkin bir amfibi olarak tasarlandı ve ihtiyacımıza cuk oturdu.  Özellikle İHA ve SİHALARA hizmet eder.

6 yıldır Türk Tersanelerinde yapım aşamasındaydı. Teslim edildiğinde ise Türk Denizciliğinin Amiral Gemisi denize indi.

Bu tam bir uçak gemisi değil ama, amfibi çıkartma yapmaya yarayan sorun çözer askeri bir yüzer üs niteliğinde. Bize uygun ve ülkemizin coğrafi yapısında da iş görecek nitelikte.

Uzunluğu 232 metre. Gemi bünyesinde 1000 personeli barındıracak.

15 helikopteri, 6 jet uçağını, 2’de insansız hava aracını güvertesinde konuşlandırabilecek kapasitede. Belki biraz daha da fazlası planlar dahilin de.

Şu aşamada işimizi benzer coğrafi sınırlardaki deniz parçalarında görür mahcup etmez.

Globaldeyse uçak gemileri sadece 13 ülkenin askeri envanterin de kayıtlı olarak görünüyor. Ve bu ülkelerin tamamının okyanusla bağlantısı var. İşte bizim farklılığımız burada meydana çıkıyor.

Milyarlarca $’ı sadece bir platform gemiye yatırarak denizde süper güç olmanın hayalini kurmak, geçtiğimiz 20.yüzyılın tozlu raflarına çoktan kaldırıldı.  

Artık çok başka atraksiyonlar revaçta.

Türk savunma sanayiinin ihtiyaçları önceliğinde daha farklı figürlere kafa yormamız gerçeğini asla atlamayalım.

İnsansız otonom deniz araçlarının kullanılabileceği, kara-deniz-hava unsurlarının müşterek görev icra edebileceği, denizaltı platformlarından uçak gemilerine kadar milli silah sistemlerinin geliştirilmesi ve ihraç edilmesi tutkusuyla inmeliyiz çalışma alanlarımıza.  

Demode olmuş unsurların etrafını dolaşmanın manası yok. Olmayana, üretilmeyene kafa yorup çalışıp başarmak gerek. Taklitlerle değil kendi markamızla ayakta kalabiliriz.

Dönüşen dünyaya artık neden Fransa/Amerika hükmedemiyor sanıyorsunuz? Savunma yönlerini geliştiremedikleri, hantal yapılarıyla tek düze kaldıkları için olabilir mi acaba?  

Oysa iki ülkenin de uçak gemileri var. Ama yeterli değil ve artık sorun çözmüyor.

USS Ronald Reagan uçak gemisi daha düne kadar giderlerinin fazla olması nedeniyle işsizlikten otomobil taşıyordu. Bugünlerde uzak doğuya yamadılar da yeniden yeni sahalarda jandarmalığa soyundurdular emektarı. Yoksa masraflarının altından kalkmak çok güç.

Geçen yüzyılda ülkemizin böyle bir gemiye sahip olamama nedeni bunu yapacak donanımdan yoksun olması değil; maliyet giderlerinin tamamlanamamış olmasıydı.  Artık sahaya öz be öz kaynaklarımızla indik ve bu tip sorunları %70 oranında çözdük. Çünkü bugün için TCG ANADOLU’nun %70’i her şeyiyle yerli yapımdır.

Bu gurura vatan sevgisini içinde hisseden herkes dahildir.

Sonraki safhadaysa odaklanmamız gerekenin TCG ANADOLU tipi gemilerimizin üretiminden ziyade yakıtının ne olacağı konusudur.

Bu noktada olmayana imza atabilirsek asıl o zaman gemilerimiz, bizim ve yeni alıcıları için marka niteliğinde olacak.

Türk Tersaneciliği sivil ve askeri bakımdan TCG ANADOLU tipi gemileri, hatta daha da ötesini üretebilecek yetkinlikte. Türk savunma teknolojisinin bugün yükselen değer Hindistan’a Denizaltı inşa ettiğini küçümsemeyelim. 

O halde açılan bu yoldan yürümek parıldayan genç teknolojik beyinlerimizin işiyse; verilecek moral ile de destek sağlamak Türk Milletinin en asli görevidir.  

Yerli malı üretimlerimizin İHA SİHA ve FARKLI TİP SİLAHLARIN dünya pazarına çoktan sunulduğunu da bir kez daha hatırlayalım. Bugün pek çok ülkenin askeri envanterinde TÜRK MALI üretimler söz konusu.   

Şuan Balistik Tip Füzeler ve Nükleer Güç gibi çağımıza uygun silah tertipleri varken odaklanmamız gerekenin bu mahalle olduğunu düşünüyorum.

20. yüzyılın yorgun ve demode aparatlarının devri kapanmak üzere.

Artık dengeler değişmek zorunda.

Irak’ta, Suriye’de, Libya’da ve hatta Ermenistan cephelerinde ortaya konan başarı hikâyeleri, doğru zaman ve doğru planların hayata geçirilmesidir.    

O zaman etrafımızdaki haramilere inat çizgimizi muhafaza ederek büyümeye ant içeceğiz.  

Artık Türkiye Yüzyılının kapısı aralandı.

Kapının kilidi necaset kokan içerdeki mihraklarca kırılmazsa tabi.  

Hadi hayırlısı…