Sen gittin dünya durdu
Acının en koyu yerindeyim… Bilgisayarın başına oturmak çok zor oldu. Aslında kendimi Yücel Hocamın öldüğüne inandırmak da zor oldu. Acı o kadar büyük ve ben acı karşısında o kadar çaresizim ki kelimeleri kullanarak o güzel insanı anlatmak zor geliyor. İşin gerçeği hiç düşünmemiştim, senin ölümün ardından yazı yazacağımı. Aklıma bile gelmemişti. Sonunda ikimizin de çok sevdiği bir dost bana, “Yazmalısın, kalemi eline al ve içinden ne geçiyorsa, olduğu gibi anlat sadece” dedi. Haklıydı, zaman geçtikçe acı azalmıyor, çoğalıyor çünkü... O kadar erken bir gidiş ki bu, o kadar hazırlıksız ve çaresiziz ki. Hiçbir kelimenin tam karşılığı yok onun için. Açıkçası sadece bir büyük bilim adamını, önemli bir stratejisti, bir vatanseveri, bir sırdaşı, bir dostu kaybetmenin ötesinde babam gibi sevdiğim bir insanın yasını tutuyorum. Biliyorum ardından yas tutulmasını, bu kadar üzüntü ve ağlamayı istemezdin. Şimdi eğer görüyorsan beni tumturaklı bir küfür yollamışsındır çoktan, onu da biliyorum.
Senin arkandan yazmak ne kadar zor sevgili hocam… Seninle ilk tanıştığımızda gözlüklerinin üstünden bakmış ve merhaba kızım demiştin. Seni bana “çok zor, mükemmeliyetçi, hata kabul etmeyen, zeki, önemli bir bilim adamı ve Hakkı Şen’in söylemiyle küfürnaz olarak anlatmışlardı. Açıkçası korkmuştum. İlk işimizi yapacaktık ve ben seni hiç tanımıyordum, hatta biraz da korkuyordum. Sonra işe başladık ve senin ne kadar özel bir insan olduğuna tanıklık ettim, sonra birçok kez olduğu gibi. Ne kadar kolay ve güzel bir iş çıkardık. O günden, seni kaybettiğimiz güne kadar senden tek bir kötü söz, bir sitem duymadım (başkalarına ettiğin ve senin ritüelin haline gelen ve bence sana çok yakışan küfür hariç. Küfür insana yakışır mı, yakışıyordu işte) Ne demiştin ilk kez benim yanımda küfür ettiğinde, “eee artık sen de bizdensin evladım”… Sonra anladım ki, senin kızdığın işi doğru dürüst yapmayan, senin zekana yetişemeyenlerdi. Eminim onlar şimdi bu satırları okurken bana kızacaklardır. Varsın kızsınlar. Aslında Türkiye seni doğru dürüst tanıyıp anlayamadı. Bizim insanımız bir sürü başka şeye takılıp, küçük parçaların içinde kaybolup gitti, seni bir bütün olarak değerlendiremediler. Belki de kıskandılar. Kısır çekişmelerine seni de çekmek istediler, ama asla başaramadılar. Senin bütün derdin iş yapmaktı, bağcıyı dövmeyi hiç düşünmediğin için seni anlamadılar. Hatta bazen seni çok üzdüler. Yine de hiç şikayet etmedin. Her başarı hikayesinde çocuklar gibi sevinirdin. Bu ister Deniz Kültür Festivali olsun, ister bir kontratın başarı ile sonuçlanması olsun, ister bir Türk öğrencinin başarısı olsun, ister Türk Loydu’nun kazandığı bir başarı olsun, isterse Türkiye’nin ve Türk denizcilik sektörünün kazandığı bir başarı olsun. Bazen de Türkiye’ye, İTÜ’ye, denizcilik sektörüne, Türk Loydu’na ya da bize yapılan bir haksızlıkta öfkeyle kabına sığmaz, coşardın ve mutlaka işi olumlu tarafa çevirmesini bilirdin. Ama asla kendi öfkene bizi ortak etmez, siz karışmayın ben hallederim derdin. Ve hallederdin… Bütün sevinçlerine ortak olduk, bir de kırgınlıklarına. Ama bizim öfkeye kapılmamızı hep engellemiştin Hocam. İşte onun için sen herkesten farklıydın. Hep de öyle kalacaksın. Şimdi bir yanımız boşlukta kaldı.
Sen gittiğinden beri dünya durmuş gibi. İçimizden bir şey koptu gitti. Renkler soluklaştı. Üşüyoruz, canımızdan can koptu sanki. Ne zormuş sensiz bir dünyada yaşamak. İyi günümüzde de, kötü günümüzde de sen vardın yanımızda. Hep inandın bize, güvendin. Oturup saatlerce konuştuğumuz, dertleştiğimiz, eğlendiğimiz, dans ettiğimiz, gülüp, ağladığımız günleri özledik. “Bak evladım” diye başlayan, bize yol gösteren, akıl fikir veren, öfkemizin üstünü kapatan, değişik stratejilerle bize yol gösteren akıl dolu sohbetlerini şimdiden özledik. Sensizlik çok can yakıcıymış Hocam. Kuşlar bile susmuştu seni uğurladığımız gün. Seni eğer göstermeselerdi bana hastanede, asla inanmazdım öldüğüne. Ölümün soğuk yüzü bile senin sıcaklığını alıp götürememişti. Sanki az sonra uyanacak gibi yatıyordun sedyenin üstünde. Doğru dürüst vedalaşamadan gittin hocam. Bizi yetim bıraktın. Şimdi ne yapacağımızı, doğru rotayı nasıl bulacağımızı bilmeyen küçük çocuklar gibiyiz.
Söylediklerini, nasihatlerini ve vasiyetimdir diye başlayan cümlelerini asla unutmayacağız. Senin söylediklerin bundan sonra bizim yeni şiarımız olacak. Söz verdiklerimizi harfiyen yerine getireceğiz. Daha birlikte yapacak çok şeyimiz vardı Sevgili Hocam. Yıldırım’ı evlendirecektik. Daha ölmeden 3 gün önce konuşmuş, 450 kişilik düğün için hazırlıklara, alternatifli arayışlara başlamıştık. Yeni hedeflerimiz vardı. Hatırlıyor musun ne demiştin? “Söz veriyorum, şu birkaç ay sonra tempomu azaltacağım” diye. Çok yorulmuştun ve ben sana “Hocam başka Yücel Odabaşı yok; kendine, ailen ve bizler için dikkat etmek zorundasın” demiştim. Sen de söz vermiştin tempomu düşüreceğim diye. Sözünü tutamadan bırakıp gittin bizleri. İşte o acı gerçekle karşı karşıyayız şimdi. Maalesef senden başka Yücel Odabaşı yok. Hem bu sektör, hem Türkiye, hem bilim dünyası, hem de biz ve ailen için çok erken bir gidiş oldu. Şimdi içimiz suskun, gözümüzün önünde senin yüzün, söylediklerin, anıların var.
Yola devam etmek zorundayız biliyorum. “Hayat devam ediyor, kendini toplamak zorundasın, Hoca seni bu halde görse çok kızardı” diyen ortak dostlarımızın sözlerine kesinlikle katılıyorum. Ama sensiz yürümek ve sürekli büyüyen bu acıyla başa çıkmak giderek zorlaşıyor. 11 yaşında kaybetmiştim babamı. Travması büyük olmuştu. Sonra üniversite yıllarında kaybettim ağabeyimi, 35 yaşındaydı. O zaman da dağılmıştım. Yani ölüm acılarına yabancı değilim. Şimdi de benim için babam gibi olan seni yitirdim. Bir kez daha dünya durdu. Büyük acıların ardından yola devam etmek kolay olmuyor. Hayata, sihirli bir değnek değmiş gibi devam edemiyor insan. Yediği vurgundan sonra hemen toparlanamıyor insan. Zaman her şeye çaredir derler, ama benim için geçen her gün acımı artırmaktan başka bir şey ifade etmiyor.
Biliyor musun Hocam? Bu sektör ve Türkiye önümüzdeki süreçte çok daha iyi anlayacak senin bıraktığın boşluğu. Maalesef bu boşluğu doldurmak çok zor… AB sürecinde, Beyaz Liste’ye geçme mücadelesinde, Türk Loydu’nun AB’de verdiği savaşta hep en ön saftaydın ve senin sayende aştık o dikenli yolları. Yurt dışındaki herkes saygıyla eğiliyordu önünde. ABD ve İngiltere’deki saygın çevren senin ne kadar değerli bir bilim adamı olduğunu çok iyi anlamıştı. Kontratlarda senin adeta bir dahi olduğunu bütün sektör kavramıştı. Ne yazık ki, Türkiye senin değerini bilemedi, hak ettiğin değeri vermedi sana. Tabii ki bir genelleme yapamam. Seni çok iyi tanıyan, senin değerini bilen denizci dostların arkandan ağlıyorlar. Onlar senin değerini çok iyi anlamışlar. Ama bir bütünün içinde kaç kişiler ki?
Herkese, ışık gördüğün herkese, öğrencilerin, dostların, çalışanların, arkadaşların herkese vakit ayırır sorunları ile uğraşırdın. Şikayet etmeden, yine bir dostunun söylediği gibi sapla samanı birbirine karıştırmadan herkesle ilgilenir, o eşsiz zekanla destek verirdin. İhtiyacımız olduğunu bildiğin zaman derste olsun, uçağa giderken olsun, AB kulisinde, toplantıda bile telefonuna cevap verir, can suyu olurdun yüreğimize. Seni özel yapan onlarca özelliğin vardı, ama en önemlisi de o sevgi dolu kalbindi. Sert görünüşünün altında yumuşacık bir kalbin ve inanılmaz bir espri yeteneğin vardı.
Şimdi yağmur zamanı… İçimizde de, dışarıda da yağmur var. Işığımızı kaybettik. Güle güle sevgili Hocam. Güle güle demek ne kadar zormuş. Her zaman yüreğimizde olacaksın. Seni bir an bile unutmayacağız. Söz veriyorum; vasiyetlerini, verdiğimiz sözleri, söylediklerini ve yapmamızı istediklerini harfiyen yerine getireceğiz. Sana yüreğimizde çok iyi bakacağız. Anılarının solmasına izin vermeyeceğiz. Kıymetlilerin, bizim de kıymetlilerimizdir. Güle güle sevgili Hocam, mekanın cennet, ruhun şad olsun. Rahat uyu…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.