Salim Düzgit Büyükdere’de “İstanbul Boğazı Vapur Hizmetleri” Firmasıyla Yola Çıkmıştı
Hayli yıllar oldu.. Diyordu ki; “Öyle balıkçıdan balık alıp yemek yerine, Büyükdere’ye bana gel.. Sana izmarit, istavrit yakalasınlar. Sonra bir güzel kızartsınlar ve biz afiyetle bu balıkları yerken sohbet edelim, hasret giderelim..”
Çok da hoşuma gitti. Asıl olan Salim Düzgit Beykardeşimizle karşı karşıya geçip, şuradan buradan sohbet etmek ve maziyi yeniden yaşamaktı..
Kararlaştırdığımız günün sabahı Kabataş’a geldim ve oradan Büyükdere otobüsüne bindim.
Hava serin, mevsim ilkbahar idi.. Sabah saatlerinde yollar daha sakindi..
Ve nihayet adrese yaklaştığımı gördüm ve ilk durakta indim.. Biraz yürüdüm ve sahilden karşıya geçtim
Baktım Salim Düzgit Bey yüzünden hiç eksilmeyen tebessümü ile beni bekliyor..
Hasret giderdik.. Yaşımız nedeniyle maziye hasret duyarak gençlik, hatta çocukluk yıllarını bir daha andık, anlattık.
Birara sahilden izmarit,istavrit getirmişler..Tavada kızarttılar ve önümüze bir sini içinde bir yığın izmarit, istavrit geldi.. Tadına doyulmaz Boğaz balıklarından kendimize ziyafet çekerken, yaşam öyküsünü anlatmasını istedim.
Masanın bir kenarında oturduğu yerden şöyle bir Boğazda karşı sahillere baktı, durdu. Ve sonra Anadolu Kavağı’nda Poyrazköy’den yola çıkarak anlatmaya başladı;
Şöyle anlattı; “8 Mayıs 1966’da ilk firmamı Büyükdere’de İstanbul Boğazı Vapur Hizmetleri adıyla kurdum.”
Aslında çok da eski yıllara ailenin kökleri olan Kırım’a kadar geri dönecekti;
Kırım’da Türk ailelerin çoğunlukla yaşadığı Bahçesaray Köyü.
Yaşam öyküsüne anılarında kalan bir fotoğrafla başlamak istediğini söyledi ve aile öyküsünü şöyle anlattı; “Babam Recep Osmanoğlu, annem Hatice Osmanoğlu. Soyadı Kanunu öncesi aile lâkapları “Molla Osmanoğlu” imiş. Babamdan duyduğum Kırım’lı bir aile. Kırım’dan kalkarak takayla Rize’ye geliyorlar ve Taşlıdere Köyü’nün sahilinde takayı bastırıyorlar. Gece fırtına bastırıyor ve deniz takanın felengini alıyor. Köye zamanla “Felenksu” adı veriliyor.
Dedem Salih Osmanoğlu ve babaannem Feruze Hanım, babam ve beş kardeşi olmak üzere ailece bu köye yerleşiyor. İki erkek kardeşi ticaret umuduyla Erzurum’a gidiyor ve orada yerleşiyorlar. Kardeşlerden babam Recep ve diğer kardeşleri; İsmail, Hamiyet ve İshak ile birlikte Felenksu Köyü’nde kalıyorlar. Fakat Rusların işgali zamanında orada artık ekmek kazanma imkanının kalmadığını görerek İstanbul’a göçe karar veriyorlar.
Babamla ve annemle Rize’den başlayıp Anadolu Kavağı -Poyraz Köy’de ilk noktalanan aile yaşamımıza sonraki satırlarda değineceğim; Ben 2 Mart 1935 Çarşamba günü Anadolu Kavağı’ndaki evimizde doğmuşum. O gün Ankara’da Büyük Millet Meclisi kurultayı oybirliği ile Mustafa Kemal Atatürk’ü yeniden Cumhurbaşkanı seçmiş..
Babamın vefatına kadar Poyrazköy’de oturduk. Ancak babamdan sonra ben Büyükdere’ye taşındım ve Boğazda gemilere acentelik hizmetleri, hatta zaman zaman kumanya hizmetleri, mürettebat taşımaları gibi hizmetleri veren ilk yazıhanemi Büyükdere’de kurdum.
Rize merkez kasabası idi. Taşlıdere ise köylerden biri idi.
Günümüzde mahalle olarak kayıtlıdır.
Yazıhanemi kurduğum daha ilk günlerde Rusya’dan İtalya’ya direk ve kömür taşıyan Halis Kalkavan gemisinin önünde çekilmiş bir fotoğrafım vardır. Bu fotoğraf hem anılarla yüklüdür ve hem de işhayatımda adeta yeniden başlayışı ifade eder.
İstanbul Boğazı’nda vapur hizmetleri yaparak geçen yıllarda oğullarım Recep Düzgit, Ali Düzgit, Murat Düzgit ve Metin Düzgit ’in en iyi eğitimi almaları için ailece elimizden geleni esirgemedik, çocuklarım da yüzümüzü kara çıkarmadılar ve çok başarılı oldular.
Yıl 1967; Turgut Demir, Salim Düzgit eski Büyükdere İskelesi’nde dürbünle
gemi isimlerini okudukları yıllarda.
Arkada S/S Halis Kalkavan gemisi görülmekte.
Keşke benim de bir gemim olsa demiştim.
Birgün bir gemiyi çok beğenmiş ve “Keşke benim de böyle bir gemim olsa “demiştim. Yaşamım boyunca bir ileri adım olarak armatör olmayı hayal ettim. Bu doğrultuda gayretimi eksik etmedim. Ancak koşullar, bu hayalimin gerçekleşmesini çocuklarım sayesinde cevaplandırdı.
Rize’den İstanbul’a göç eden büyüklerimizin Rize’nin “Taşlıdere- Felenksu” köyünden olduklarını söyledim; Babam daha 13 yaşında iken Ruslar Rize’yi de işgal ettiklerinde kimseye bir kötülük yapmamalarına rağmen, babaannem dahil bir takaya binip Rize’den ayrılmışlar. Yelkenle ve kürek çekerek, zaman zaman buldukları bir kıyıda tekneyi karaya çekip kalafat yaparak iki ayda karşılarına çıkan Poyraz Köyü’nde bu yolculuğu sona erdiriyorlar.
1917 Rus İhtilali ile Ruslar zaten Karadeniz sahillerinden çekilmişlerse de, bizim aile birdaha Rize’ye dönmüyor. Oysa Taşlıdere Köyü’nde hayli yerleri varmış. Ayrıca bir un değirmeni kurmuşlar. Bu değirmen hâlâ durmaktadır. Dört kardeşim Poyraz’da doğuyor. Kardeşlerim; Mustafa, Zehra, Semahat, Münevver, sonra ben, Nurhan ve Mehmet.
Ben, Nurhan, Mehmet Anadolu Kavağı’nda doğduk. Poyraz Köyü o yıllarda son derece ulaşımı zor olan bir kıyı. Sadece Eyüp Dayı ve Şakir Dayı’nın kayıklarıyla biryerlere gidebiliyorlar.
Poyraz’ın imamı Efendioğulları’ndan Mehmet (Ataman) anneme talip oluyor. Aileler sonunda karar veriyorlar ve evleniyorlar. Ailenin Anadolu Kavağı’na yerleşmesi de ilginçtir. Bir halk deyimi vardır; “İstanbul kırk kulplu kazan, sen de tut, sen de kazan..”
Anadolu Kavağı o yıllarda asıl İstanbul’dan neredeyse bir günlük mesafede olan bir balıkçı köyü. Babam önce balıkçılık yapıyor. Tuttukları balıkları Poyraz’dan takasıyla İstanbul’a götürür ve alışverişini Mısır Çarşısı’ndan yaparmış. Orada Dimitri isimli bir kasaptan da et alırmış. Bakkal Dimitri babamı “Poyraz’lı Recep” diye tanımış. Babam ailece Poyraz’dan çıkıp 1930 gibi Anadolu Kavağı’na yerleşiyor..
Yine birgün Mısır Çarşısı’na gittiğinde bakkal Dimitri “ Ooo Poyraz’lı Recep hoş geldin” deyince, “Bana artık Poyraz’lı deme. Ben Poyraz’dan çıktım. Yakına Anadolu Kavağı’na geldim” diye bir anlamda İstanbul’a yakınlaştım demeye getirmiş. Bakkal Dimitri ise “Gele gele oraya mı geldin.. Biraz daha içerilere, İstanbul’a gel” diye takılmış.
Babamın Anadolu Kavağı’nı tercih etmesinin sebebi Şirket-i Hayriye Vapurlarının uğrak yapması. Yoksa Poyraz Köy’den saatlerce yayan yol alıyorlar. Kavak’ta kimsede motor yokken, babamın bir motoru var. Sonradan “Nuhrevan” adını vereceği takasını Rize’de inşa ettiriyor. Vinçle bir posta vapuruna yükleniyor ve İstanbul’da Ayvansaray’a götürüp motor taktırıyorlar. Taka denize indirilirken bir genç kız seyrediyormuş. Herhalde çok beğendi ki “Nuhrevan olsun” demiş. Babam da teknesine Nuhrevan adını koyuyor. Biz bu ismi hep koruduk.
Anadolu Kavağı’nda geçen yıllar
Ben Anadolu Kavağı’nda 2 Mart 1935’de doğdum. Evimiz Anadolu Kavağı’nda yukarılardaydı. Gidip gelmek hayli yorucu olduğundan babam sahilde satılık bir yalıya talip oldu. Bu yalımız hâlâ bize ait olarak durmaktadır. Orada 42 No. ile ilkokula yazıldım. Matematik zekam çok kuvvetliydi. İlk okuldan sonra Sarıyer’de başladığım Sarıyer Orta Okulu’nda Fransızca öğrenimi de veriliyordu. Okuldan ayrı zamanlarda harçlığımı çıkartmak için gayret ettim. Mesela denize dökülen kok kömürleri denizden karaya vurur ve ben de kok kömürlerini toplar satar, harçlık çıkartırdım. Yine sarıları toplar, leblebicilere satardım.
II. Dünya Harbi sona erdikten sonra Boğaz’dan geçen gemilerin sayısı artmıştı.. Geçen gemilere hayranlıkla bakar “Şu gemilerden biri benim olsa. Ama şımarmasam.” derdim.
Sandalımız vardı. O çok kısıtlı imkanlarla kumculuk yapardık. Kazancımı hep babama verirdim. Ben çok baba duası almışımdır. Ağabeyim Kaptan Mustafa Düzgit artık gemilerde çalışıyordu. Sonra kılavuz kaptan olmuştur. Zaman geldi okulu bıraktım ve dayımın firmasında işe girdim. Bana çok iyi maaş veriyorlardı. Ancak ben Şirket-i Hayriye vapurlarına kaptan olmak istiyordum. Bu hayalimi gerçekleştirmek amacıyla dayımın firmasından ayrıldım. İmtihanlara girdim, fakat gözümde bozukluk saptadıklarından bu şansımı kaybettim.
1956 yılında askere gittim. Anadolu Kavağı’nda ilk Boğaz acenteliğinin nüvesini kurmuş olan Kemal Özgen ve İsmail Esen isimli iki müteşebbis vardı. İsmail dört lisan bilen biriydi. Bunlar motorlarını çalıştıracak birini arıyorlarmış. Ağabeyim beni öneriyor. Beni çağırdılar. Bu iş biraz zordur, ama ileride meslek edinirsin diye cesaretlendirmek istediler. Yapacağım iş motoru kullanmaktan ibaretti. Hiçbir güvencem yoktu! Hiçbir sosyal güvenliğim olmaksızın 500 lira maaşla işe başladım. Gemilere sadece mektup götürüyoruz. Bu işi icat edenler Kemal Özgen ile İsmail Esen. İkisi de Anadolu Kavak’lı. 1920-25 gibi seneler. O yıllarda Boğaz’da kılavuzluk yok. Lozan Sözleşmesi öncesi.. Osmanlı’dan gelen Kapitülasyonların verdiği sınırsız ayrıcalıklar sayesinde yalnızca İtalyan, Rum ve Ermeni kılavuz kaptanlar Anadolu Kavağı’ndan sandala biniyorlar, kürek çekilerek gemilere ulaşılıyor ve gemiyi Boğaz’dan geçirip peşin para alıyorlar. Tabii o zamanlar Boğaz’da öylesine gemi trafiği filan yok. Günde 3-4 gemi geçiyor!
Hükümetin o yıllarda bu bölgede bir kılavuzluk teşkilatı yok. Zaman zaman da başka kürekçilerle takışmaları oluyor. Öğleyin gördükleri gemi dumanı ardından gemi yatsıda Garipçe’de oluyor. Öylesine rekabet oluyor ki, bazen birbirlerinin küreklerini saklıyorlar.
Derken birgün geminin kaptanı bir mektup uzatarak acente Miloviç’e verilmesini istiyor. O yıllarda İstanbul’da enaz otuz ecnebi acente vardı. Miloviç’e gönderilmek istenen mektup yeni bir iş kapısını açıyor ve giden gelen mektup sayısı hızla artıyor. Mektuplar sandıkta dururdu. Bir vapur geldiğinde mektubu alıp gemiye götürürlerdi. Ardından acenteler bunlardan fatura istiyorlar. Onlar da Kemal Özgen - İsmail Eren Vapur Acentesi diye bir fatura düzenliyorlar. Bir de demirli gemiye gümrükçüyü götürüyorlar.
Yakın zamanlara kadar Büyükdere - Sarıyer transit gemiler için demiryeriydi. Türk limanlarına gidecek gemiler Büyükdere - Sarıyer’de işlem görürlerdi. Bu iş Kavak’ta dürbünle gemi gözlemekle başlardı.. 1961’de ben onların yanına girdim. Mevcut motor çok ilkeldi ve iki kez yangın çıktı. Bunun üzerine Paşabahçe’de kömür taşıması yapan S.S İnal vapurunun sahibi olan Armatör Ahmet Ferit İnal’ın satmak istediği bir motoru buldum. Çok efendi varlıklı kişilerdi. Paşabahçe’den pek çok yer onları tapulu malıydı. Herakşam gelir Kemal Bey’le yemek yerlerdi. Herikisi de bekar olduğundan kafa dengiydiler. Kemal Özgen’i ikna ettim ve Paşabahçe’de duran motoru satın aldım. Çok parası olan biriydi. Paşabahçe’de birçok vakıf işleri yapmış olan İnal ailesi adına Ahmet Ferit İnal Lisesi vardır. Sonraki yıllarda yeğeni Ahmet Kemal Aksun liseye Felsefe bölümü ilave ettirmiştir.
Mustafa Cemal Bey’in ilk gemisi Licardopoulos isimli bir Yunanlı armatörden aldığı 4,000 tonluk S.S İnal’dı. İnal vapuruna ait son haber ise 1959 tarihlidir. 1959 kışında Zonguldak’ta mendirek dışında fırtına sırasında karaya sürüklenmiştir.. Cemal Bey’in vefatından sonra oğlu Ahmet Ferit İnal işletmeyi üstlenmiştir.
Kiril alfabesini öğrendim.
Paşabahçeli Armatör Cemal ve oğlu Ahmet Ferit İnal çok efendi ve varlıklı kişilerdi. Paşabahçe’den pek çok yer onların tapulu malıydı. Her akşam gelir Kemal Bey’le yemek yerlerdi. Kafa dengi arkadaştılar. Kemal Özgen’i ikna ettim ve Paşabahçe’de duran motoru satın aldım. Bu motor sayesinde çok rahat ettik. Rus gemilerinde Kiril alfabesi kullanıldığından gemilerin adlarını okumak için bu alfabeyi dahi öğrendim. Yine da gemilerin isimleri bordada Lâtin harflerle yazılıyordu. Bunlar dahil, bütün gemileri okuyor, deftere yazıyor ve acentelerine bildiriyorduk.
Kiril alfabesi Beyaz Rusya, Ukrayna, Rusya, Sırbistan ve Makedonya'da kullanılırmış. Ancak bizim için o yıllarda Rus, Bulgar gemileri önemliydi. 33 harfli Kiril alfabesini çok çabuk öğrendiğimi de belirtmeliyim.
O yıllarda mektuplar çok önemli yazışma evraklarıydı. Bazen gemilere ait 100’den fazla mektup birikiyordu. Benim görevim ulakçılık yapmaktı. Paşabahçe’de birçok vakıf işleri yapmış olan İnal ailesi adına Ahmet Ferit İnal Lisesi vardır. Sonraki yıllarda yeğeni Ahmet Aksu liseye Felsefe bölümü ilave ettirmiştir. İlk gemileri Licardopoulos isimli bir Yunanlı armatörden aldıkları 4,000 tonluk S.S İnal’dı. 1960 kışında Zonguldak’ta mendirek içinde fırtına sırasında batmıştır.
İnal Vapuru Zonguldak’ta. İrfan Özgen arşivi.
O yıllarda İstanbul’daki acenteler geleneklerine son derece bağlıydılar. Birbirlerinin müşterilerine de saygılıydılar. Böylece Arif Erten’le İstanbul Boğazı Vapur Hizmetleri Komandit Şirketi hizmete girdi. Fakat bu haber İstanbul’daki acentelere ulaşınca, hiçbiri bize iş vermemeye başladı. Miloviç birgün bana “Salim Efendi sen o adamdan ayrıl, tüm acente işlerini sana vereyim, yoksa bu haksız rekabet oluyor” dedi. Derken Niko Palavidis, Kosta Schoneff ve Bernard Stamboli da Şark Ekspres acentesini kuruyorlardı.Yerleri Meclisi Mebusan Caddesi Sigorta Han’da idi. Beni çok severlerdi. Bana ayni öneriyi onlar da tekrarladılar. Aradan bir yıl geçince Arif Erten ortaklığı feshetmek istediğini söyledi. Sonunda anlaştık.
Zamanla Miloviç, Ömer Zaimoğlu ve Şark Ekspres hep benimle çalışmaya başladılar ve 1975’de ilk saç motorumuz “Nuhrevan-I” i inşa ettik. Bu motora radar ve telsiz telefon (VHF) koydum. O yıllarda telsiz telefon kullanmak yasaktı. Bu konuda dahi bana resmi makamlar da yardımcı oldular. Deniz Nakliyatı TAŞ’nin acentesi gösterdiler. Böylece müsaade almış oldum.
Arif Erten de rahmetli olmuştur.Transbophore Genel Müdürü İhsan Tezcan harika bir insandı, dost kişiydi. Kaptan Nurettin Cantaş da derin dostluklarımın olduğu bir denizci meslekdaşım olmuştur.
“Efsane kaptan” derlerdi. Kaptan Nurettin Cantaş dostumuzu kaybedeli üç sene olacak neredeyse. Üsküdar Altunizade Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii'nde öğle namazına müteakip kılınan cenaze namazının ardından bizlerin memleketi diyeceğim; Rize Çayeli Kemerköy'de defnedildi.
(Soldan) Salim Düzgit, Nesrin Düzgit, Recep Düzgit, Zeynep Düzgit, Senem Düzgit,
Metin Düzgit; Kaynak Düzgit ailesi arşivi.- Türk Armatörleri Tarihi.
12 Eylül İhtilali’nin ardından 1982 yılında İstanbul Boğazı’nda başlatılan Sancak Seyri uygulaması ile beraber gemilerin Büyükdere Koyu’na demirlemesi kılavuz kaptan mecburiyetine tâbi tutulunca Büyükdere’deki işlerimizin büyük çoğunluğu kalmadı. Zorunlu olarak Karaköy’de aynı hizmetleri vermeye başladım. O kadar donatımlı hizmet verir hale geldim ki, artık acenteler tüm ihtiyaçlarını benim hizmetim sayesinde cevaplandırabiliyordu.
Kılıçbalığı’nın peşinde
Bizim gırgır yaparak kılıçbalığı yakalamak gibi bir uğraşımız da vardı. Bu merak bana aslında babamdan kalmadır. Babam kılıçbalığı avına çıkardı.Çok lezzetli ve çok aranılan bir balık türüydü. Babamın Marmara Denizi’nde ilk kılıç gırgırını icat eden kişi olarak tanınmıştır. Kılıçbalığı satha yakın, neredeyse suyun üstüne doğru dolaştığı için birtürlü yakalanamıyordu. Babam bir deneme olsun diye bir gece ağ atmış,fakat o gece ağa balık gelmemiş.
Birsüre Marmara’da kılıçbalığının ağa gelmediğini fark ediyor ve gırgır yapmaya karar veriyor. Yakaladığı balıkları Balıkhane’ye sattığında kazandığı para ile memnun olması lazım. Fakat tutmaya başladığı kılıç balıklarını Balıkhane’ye verdiğinde balık karşılığı yüzde 3 gibi çok az bir para veriyorlar. Babam işin parasında değil. Tüm merakı kılıç balığı yakalamak. Bir gün yine balık avına çıkıyorlar; O zaman Orkinos zıpkınları var. Babam zıpkınla kılıç balığı avlıyor. Bu sefer zıpkınla kılıç balığı avlamak moda oluyor. Bu merak bana geçmiştir. Senelerce kılıç balığı avına çıkmışımdır.
Yaşlandıkça bazı meraklar, anılar artık birer masal haline geliyor; Çocuklarımın aldıkları yüksek eğitim ve mesleklerine verdikleri hudutsuz önem ve sevgi sayesinde Düzgit ailesi olarak önemli başarılar tesis edildi. Düzgit ailesi olarak gerçek anlamda acente hizmeti tesis etmiştik. Bu yıllar bizim ailece armatörlüğe daha da yaklaştığımız yıllar olmuştur.
Zamanla çocuklarım deniz ticareti alanında yeni atılımları gerçekleştirdiler ve yeni şirketler kurdular.
Ailemizde yaşam üçüncü ve hatta dördüncü kuşak ile daha önemli başarılar adına deniz ticareti, armatörlük ve gemi inşaatı, onarımı alanlarında devam ediyor.
Ben de eşimle çocuklarımıza, torunlarımıza, tüm aile mensuplarımıza dualar ediyor, vatanımıza ve milletimize sadakat ile hizmet etmelerini teşekkürle izliyorum.
Dedim ki, “Benzersiz dost, gönlü hep iyiliklerle taçlanmış Salim Düzgit Bey kardeşim;
Bu sohbetimizle nice başka dostları da hatırladık; Şark Ekspres, Denizciler Sokak R Han’da idi. Hanın çok komik bir eski asansörü vardı. Düğmesine bassan hareket etmezdi. Öğretmişlerdi; Bir kenara hızla vururduk..Asansör hareket ederdi.. Şark Ekspres sonra Cihangir’e taşınmıştı..
Nico Palavidis çok çalışkan ve yaratıcı bir dost idi.. Çok genç yaşta vefat etti. Vefat töreninde bulmuşumdur. Bernard Stamboli daha İstanbul ağzıyla konuşurdu. Rahmete kavuşmuşlardır..
Rami Marinçiç de çok nazik bir beyefendi idi. Buradan Henryk Drowniak’a selam edelim..
Ömer Zaimoğlu’nu Nazım Kalkavan ile anıları nedeniyle de hatırlarım. Arif Erten Bey çok nahif bir kişiydi. İhsan Tezcan Bey’e bir ömür boyu teşekkürüm vardır. Ne yazıktır ki yaşam öyküleri hakkında fazla bir bilgi yok. Belki bu vesile ile bana yazanlar olur. Kosta Şönef bana göre gönül dostu bir feylesoftur. Bozcaada’ya yerleşmiş..
Salim Bey Kardeşimiz; Bu dost sohbetimizi kayda dökeceğim..
Bugün seninle ve gönlümüzce sohbet ettik. Eskileri yâd ettik..
Kimbilir ne zaman nerelerde balık ziyafeti çekmişizdir kendimize, ya da bir dost balık ziyafeti sunmuştur bizlere.
Ama bugünkü sohbetimizin hatırası asla unutulmayacaktır.
Ben otobüs durağına doğru gideyim..
Sana bir ömürboyu sevgi ve selamlar muhterem kardeşimiz..
****
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.