1. HABERLER

  2. ÇEVRE

  3. Para-lanmış kıyılar
Para-lanmış kıyılar

Para-lanmış kıyılar

Sualtı Araştırmaları Derneği Çevre Bilimleri Uzmanı Nesimi Ozan Veryeri o kadar güzel dile getirmiş ki “Kıyı” kavramını ve bu kavrama hak ettiği değer verilmediğinde oluşan/oluşacak olumsuzlukları.

A+A-

Kıyıya gereken önem verilmediğinde “Canlıların buluşma, doğanın parçalarının çarpışma alanı” olan kıyılarımız onun tabiriyle şöyle bir gelecekle karşılaşıyor; Eğer ki toprak ve denizin vericiliği, ‘Kanaatin karnı’nı doyurmuyor ise, üretim ve fikir birliği yoksa, yerelden dışarı göç varsa, kıyı mezbahaya götürülür. “Kes” denir harita mühendisine… Harita mühendisi kıyıyı dilim dilim dilimler. Kıyıyı imar etmek, ada ve parsellere bölmek… Belediye meclisi, kah hevesle kah utana sıkıla onaylar bu planları. Kıyı ve deniz paketlenir, vitrine konur…” Ve böylece başlar kıyılarımızın bugün sahip olduğu, geri dönüşü uzun yıllar alacak olan o portresinin serüveni…

Kıyı, bir kompozisyondur. Canlıların buluşma, doğanın parçalarının çarpışma alanıdır. Araştırma laboratuvarıdır. Kıyı alanı “tek başına” olan, tekil bir kavram değildir. Anakara (dağlar, dağlardan gelen rüzgarlar, yağışlar, akarsular, erozyonla gelen kayalar, taşlar, toprak…), kıyı deniz (denizin karayla buluştuktan sonrasında bir iki yüz metre içeriler) ve deniz-su. Bitti mi? Hayır. Kıyı atmosferle temas halindedir. Kıyı yerin altı ile temas halindedir, yeraltı su kaynakları kıyıdaki tarım kültürünü belirler… Kıyı denizin altı ile de temas içindedir, kıyının elleri denizin derinliklerine uzanır… O, üzerinde yaşayanlar tarafından dahi öğrenilmesi yıllar alan, ilgi isteyen bir yaşam alanıdır.

Kıyıların yüreği kocamandır… Oltasını atan yazlıkçı, ağını atan balıkçı, tohumunu eken, ağacı diken, kuyuyu açan genç adam, turizm yapan emekli, denizde ve toprakta aradığını bulamazsa “Denize küstüm, bu kasabaya küstüm” tabirlerini kullanılır. Bu tabir en çok kıyıda kullanılır. Kıyının çocukları şımarıktır… Eğer ki toprak ve denizin vericiliği, ‘Kanaatin karnı’nı doyurmuyor ise, üretim ve fikir birliği yoksa, yerelden dışarı göç varsa, kıyı mezbahaya götürülür. “Kes” denir harita mühendisine… Harita mühendisi kıyıyı dilim dilim dilimler. Kıyıyı imar etmek, ada ve parsellere bölmek… Belediye meclisi, kah hevesle kah utana sıkıla onaylar bu planları. Kıyı ve deniz paketlenir, vitrine konur…

Geri dönüşü olmayan yola girdiniz. Der bir ses kulağımıza…

Kız çocuklarına değersiz olduğu için bırakılan kıyıların kaderi yine köylerdeki kız çocuklarının geçmişte yaşadıkları ve hala sürebilen kaderlerine benzer… Uygun başlık parasını veren onun sahibi olur... Tüm bereketi, bakirliği, renkleri, masumiyeti ile kıyı onu satın alanın talep ve istekleriyle şekillenir. Sakız ağaçları, orkideler, menengiçlerin yabani yüzü tropik bitki türleri ile evcilleştirilir, misafirlerin beğenilerine göre makyajlanır, paklanır güzel kızımız… ‘Hatun Koyu’nun yeni adı ‘Sultanlı’dır, ‘Diva’dır artık…

Özelleştirilen kıyı alanları, toplumun denizle buluştuğu, yerel turizm ürettiği, olağan ve günlük kültürünü sergileyebileceği sahneleri daraltmış, şart şurtlara bağlamış, umarsız rant ve ötesinde yozlaşma erozyonunu oluşturmuştur. Ülkemizde 1980’li yıllarda hızını almaya başlayan bu ekol, “Yazlığımız X yerde” diyebilme statüsünü kazanma gereği, dağın düz duvarına “Çiftlik evi”, “Kavağın” üstüne “Yalı”, kızıl şahin yuvasına “Kule ev” konarak “masumca yerelleştirilmiş” istila kültürünü yaratmıştır…

Zaman değişir, yıl 2012 olur…

Zaman değişir, yıl 2012 olur… Kıyılarında 200 milyon insanın yaşadığı Akdeniz’de kıyının, ülkelerin geleceğini ne derece etkilediği anlaşılır… Hesaplar tutmamıştır. Nerede? Batı’da… Biz de tam onların yolundan gidiyorduk derken… Kıyıların hesapsız imarının insan ahlakına ters değerler, toplum çıkarına hizmet etmeyen mekanlar, idaresi mümkün olmayan çıkmaz yollar, çığ düşüren dağlar ürettiği anlaşılır.

Oysa her şey değişiyor!

Bu sırada Türkiye’de altında fok mağarası olan kıyı yolları, yazlık ev siteleri ve özel gayrimenkuller çoktan inşa edilmiştir. Yok edilen endemik bitki türleri, hassas sulak alanlar, önemli doğa alanlarının örneği sayılamayacak kadar çoktur. Bu akıl süzgecinden geçemeyecek insani (?) tavır Avrupa’da kırmızı kartı görmüştür… Yurt dışında İspanya ve Fransa gibi ülkelerde deniz ve kıyı alanlarında koruma, yeniden kazanım çalışmaları hızla artmıştır. Bunun paralelinde 30 yıl gibi sürelere dağılan vadeler içinde özel mülkleri kamulaştırma çalışmaları başlatılmıştır. Evet ortalık karışmıştır, ancak bu irade ne bir tek devletin ne de bir tek karar vericin iradesidir. İtalya’da adalar üzerinde bulunan oteller, bina yoğunluğu, bu yapılar yıkılarak azaltılıyor. Yine deniz üstü ve hatta altı dahi nakış nakış planlanarak doğa ve insan birbirine bilimle, saygıyla ve sorumlulukla tekrar ilişkilendiriliyor. Bir zamanlar satılmış olan genç kızın üstüne sürülmüş makyaj siliniyor. O varlığa hak ettiği kişilik ve değer iade ediliyor… Hırvatistan’da amatör balıkçılık, dalış, yat turizmi, günübirlik ve yatılı turizm her detayı ile ele alınarak alan kullanım kararları koruma alanlarında ciddiyetle uygulanıyor. Bütünleşik “Deniz ve Kıyı Alanları Yönetimi” kavramı artık Türkiye’de devletin, ilgili kamu yönetimi kurumlarının, üniversitelerin, özel sektör ve planlamacıların kapısını “Gümm gümm gümmm”” diye çalıyor. Duymadım, görmedim, bilmiyordum demek her zamanki gibi serbest…

Türkiye’de 17 deniz koruma alanı bulunuyor. Karadeniz’de hiç yok

Milli Parklar (Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü), Özel Çevre Koruma Bölgeleri (Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü), Doğa Parkı ve Yaban Hayatı Geliştirme Alanları toplam kıyı uzunlukları Türkiye kıyı alanları uzunluğunun yüzde 22’sini ve toplam deniz alanlarının yüzde 4’ünü oluşturur. Türkiye’de 17 deniz koruma alanı bulunuyor. Karadeniz’de hiç yok. En önemlisi ise çoğu Deniz Korunan Alanı bir Yönetim Planı’na sahip değildir.

Yüzlerce yılda oluşan toprak su ve deniz komposizyonunun değeri parayla ölçülemeyecek kadar yüksek
Deniz/Kıyı Koruma Alanı olarak görünen bu alanlar da dahil olmak üzere yaklaşık 8 bin 400 km kıyı ve paralelinde yaşayan aktörler kaynakların sınırlı olduğunu görmek zorunda. Yüzlerce yılda oluşan toprak su ve deniz komposizyonunun değeri parayla ölçülemeyecek kadar yüksek. Parayla alınıp satılamayacak kadar değerli. İnsan var oldukça sorunlar da var olacak, bu sorunlar içinde en büyüğü kıyı alanlarını balıkçıdan, tarımcıdan, sporcudan, sanatçıdan, toplumdan, gençlerimizden ve çocuklarımızdan, kendi tabiatından hesapsızca koparan kararlardır… Kıyı alanlarının kamunun yüksek çıkarlarını üreten, bozulmaya çok duyarlı alanlar olduğu henüz anlaşılamadı. Yatırım elbet olacak ancak nerede ve ne şekilde? Bu alanda bilimsel araştırma, değerlendirme, yönetim planı üretme, uygulama planı tasarlama, revizyon, izleme çalışmaları yetkin beyinler ve iş gücü gerektiriyor. Kurumlar hedeflenen amaçlara kaynak ayırsa dahi, yetkili kalifiye insan yetiştirmek amacıyla kolları sıvamak, insana yatırım yapmak gerek… Çare nerede? Akdeniz’de kıyısı olan gelişmiş ya da gelişmekte olan birçok ülkede sivil toplum örgütleri ve özel kurumlara resmi kurumlarca önemli yetki ve sorumluluklar verilerek görevlendirme yapılıyor. Sorumluluk ve yük paylaştırılıyor. Resmi kurumlar, akademik kurumlar, özel sektör ve sivil toplum örgütleri kol kola çalışıyor.

Yaşam kıyıda tekrar şekilleniyor. “Bütünleşik Deniz ve Kıyı Alanları Yönetimi Planlaması” metodları kullanılarak yönetilecek alandaki her varlık, her türlü detay resmediliyor. Kararlar yazılara değil harita ve resimlere, grafiklere bakılarak veriliyor. Risk ve tehditlerle ilgili analizler yapıldı diyelim, teknik bir raporu sorumlu yöneticinin okuması ve yorumlaması saatler, günler alabilir. Bu tür alanlar yönetimi karmaşık ve hızlı refleks gerektiren alanlar ise uzun raporlar okumaya kimsenin vakti yok. Bütünleşik Deniz ve Kıyı Alanları Yönetimi teknikleri sorunu farkında… Çözüm hazır. Buyurun yüzlerce sayfalık teknik raporun resimlere dökülmüş kısa hali. Hepimizin anlayacağı dilden. Herkesin okuyabileceği dilden. Yönetici, plancı, uygulamacı veya duyarlı vatandaşın “Hay Allah, bu alanda şu hassasiyeti görmemişim” demek şansı yok… Bu er meydanı, araştıran, meraklı, dinamik, duyarlı, talebe göre eğilip bükülmeyen, planı arz etme ve plana bağlı kalma iradesi gösterecek ekiplerle yönetilmeyi bekliyor…

Dört tarafından deniz, toprak, su, bereket, genç insan fışkıran ülkemizde tarım, balıkçılık, turizm, lojistik, ulaşım, inşaat, enerji, maden sektörleri kıyılarda birbiri ile kavga ediyor. Doğa koruma hala bir lüks ve çevrecilerin işi. Kıyılar inci kolye iken kolyeyi çekiştirmek ve koparmak sonuçta kime yarar? Hangi akıl bunda akıl bulabilir? Ekonomik, ekolojik, kültürel değerlerin kaybı/kazancında, çevre ve insana yönelik risk ve tehditlerin çeşitliliğinde yeni yönetim teknikleri bize çözümleri haykırıyor... İşine olan sevgisinde ve heyecanında samimi yönetici, siyasetçi adaylarını ışıklı, aydınlık vizyon kapıdan selamlıyor.

“Sorumlu Yönetici, Vatandaş, Biz”

Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümlerinde Bütünleşik Deniz ve Kıyı Alanları Yönetimi dersleri verilmesinin yönetici adayları kapasitesini kuvvetle zenginleştireceği inancındayız. Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ı kıyılarda yaşamaktadır… Kıyı ve denizi et ve tırnak gibi gören “Bütünleşik Deniz ve Kıyı Alanları Yönetimi” disiplini geleceğin yönetsel kurallarını belirliyor. Bunu yaparken “Sorumlu Yönetici,

Fotoğraf. Yavuz Aksakal

virahaber.com

ozanveysel.20120925124755.jpg

 

Bu haber toplam 1774 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.