1. YAZARLAR

  2. Osman Öndeş

  3. Mustafa Kemal Paşa ile İstanbul’dan Samsun’a
Osman Öndeş

Osman Öndeş

Gazeteci, Yazar
Yazarın Tüm Yazıları >

Mustafa Kemal Paşa ile İstanbul’dan Samsun’a

A+A-

* 13 Kasım 1918

* 16-19 Mayıs 1919

BİRİNCİ MAKALE- 13 KASIM 1918 GÜNÜYLE BAŞLAR

Bu makale 13 Kasım 1918 ve 16 - 19 Mayıs 1919 tarihlerine ait eksik, yanılgılı bilgileri, belgeler halinde doğru olarak vermektedir. Bu nedenledir ki, bilgiler, belgeler çok değerli olmalıdır!

Anlatılacaklar bir makale sayfaları için uzun olacağından, birbiri ardından yayınlanacak üç makale halindedir. Birinci makale - 13 Kasım 1918 İstanbul’un işgali ile başlar.

Bu makale “Mustafa Kemal Paşa ile İstanbul’dan Samsun”a başlıklı eserimden özetlenmişltir. Konuyla ilgili tüm Osmanlıca belgeler bu eserde mevcuttur.

Bu makale, 6 Eylül 1917 günü bir sabotaj sonucu Haydarpaşa Garı ve çevresini berhava eden kişinin, İrlanda’ya yerleşmiş bir Ermeni doktor olduğuna dair bir İngiliz kaynağındaki bilgileri aktarmaktadır.

Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Kasım 1918 günü Sirkeci’ye hangi deniz aracı ile geçtiği değil, İstanbul’a intikali ile başlayan mucizevi yeniden doğuşun ilk adımları önemlidir. Fakat nedense hemen pek çok yazar hangi araçla geçtiğini isimle vermeyi önemli saymış ve o tarihte mevcut olmayan sıradan bir römorkörün adını kullanarak tarihin gerçekciliği karşısında yanlışı yayınlamışlardır.

Bu makale, Mustafa Kemal Paşa’nın Haydarpaşa’dan Sirkeci’ye hangi deniz aracı ile geçtiğine ait gerçekdışılığı da düzeltir. Bu makale ayni zamanda aslında Seyr-i Sefain İdaresi arşivinde iken Bandırma Vapuru’nun fotoğrafının, halen akıbeti bilinmeyen ve kopyalarından birçoğu sahaflarda ve efemera müzayedelerinde ortaya çıkan fotoğraflar arasında olduğunu duyurmaktadır.

Bu makale Bandırma Vapuru Süvarisi İsmail Hakkı (Durusu), Çarkçıbaşı Hacı Kadir Süleyman (Gür), II. Kaptan Üsküdarlı Tahsin (Dalaylı), Gemi Sökümcüsü Hüseyin İlhami (Söker)’e ait tüm doğru bilgileri belgeler vasıtasıyla yayınlamaktadır.

Falih Rıfkı Atay’ın Pozitif Yayınları’ndan neşredilmiş “Batış Yılları” başlıklı eserinden bir alıntı yapmak isterim;“Atatürk devrimlerinin temeli layisizmdir. İçtimai hürriyetler.. İkisine de hıyanet ettik. Biz bugün hikâyelerini anlattığım 1908 Meşrutiyet havası içindeyiz. Hâlâ davamızın bir uygarlık davası olduğunu kavrayamayanların kurbanlarıyız.

“Bir defa vatanın yarısını kaybettik. Bir defa bütününü kaybettik. Battık! Gökten Atatürk indi ve öyle bir kaos içinden çıktık. Onun vefatından yirmi beş sene sonra,….Türk çocuklarını koca imparatorluğu batıran zihniyetle yetiştiriyoruz.

“Bir milletin aklını başına toplaması için Tanrı onu daha nasıl imtihandan geçirebilir?

“Gençlere Atatürk’ü vatan kurtarıcısı asker olarak göstermek yetmez. O asıl devrimleri ile kurtarıcı olmuştur.”

Prof. Dr. Tolga Başak tarihî olayların belgelenmesi konusunda şöyle demiştir; 1 “Tarihî olaylar, tarihî kaynaklarla değerlendirilir. Kaynakların farklı ve çeşitli olması, olayların tarafsız, anlaşılabilir ve doğru bir şekilde yorumlanması açısından önemlidir. Bu nedenle tarihî olayları tanımlamada tek taraflı kaynaklardan ziyade çoklu kaynak değerlendirmeleri yapılmalı, tarihteki sorunsallar karşılaştırmalı okumalarla çözümlenmeye çalışılmalıdır.”

Son derece önemli bir değerlendirmedir ve tarihi gerçekleri saptırmadan verebilmek adına asıl kaynaklara saygı duyulmalıdır.

Recaizade Mahmut Ekrem’in 1896’da yayımlanmış “Araba Sevdası” başlıklı romanındaki kahramanı Bihruz Bey, Üsküdar Vapur İskelesi’nde arabadan inip kayık iskelesine yürür. Otuz kadar kayıkçılar etrafını kuşatarak malûm olan lisan ve hareketleriyle, çığırtkanlıklara ve rahatsız etmeye başlarlar.

Bihruz Bey, İzmir Vapuruna gideceğini söyler ve evvelce tanıdığı kayıkçıya yönelir, iskeleden açılırlar.

Bihruz Bey sorar;

“Vapurun nerede olduğunu bilir misin?”

“Biz o vapurlara her saat müşteri götürürüz.. Hiç bilmeyiz olur mu?

“Bugün İzmir’e gidecek var mı?”

“Olmaz mı ya? Her hafta İzmir’e vapur var.. Hiç bilmeyiz olur mu?”

Kayıkçılar kürek çekmeye devam ederler… Bir vapura yaklaşınca kayıkçı;

“İşte İzmir vapuru. Salıpazarı’nın önünde yatıyor..”

“Hangisi?”

“Nemse vapuru, (Avusturya - Macaristan) dumanı çıkıyor daha! Görüyor musun?”

Kayıkçılar Bihruz Bey’i Alman Lloyd kumpanyasına ait Galatae isimli vapuru çıkarmışlardır. İzmir’e değil, Trabzon’a gitmektedir..Nemse değil, Alman vapurudur.

Bihruz Bey aradığını bulamaz ve sonunda kendini bekleyen ayni kayıkçılarla Üsküdar’a dönmek üzere yola çıkar.

Dönüş yolunda kayıkçı sorar;

“Yolcunu gördün mü?”

“Hayır! Görmedim..”

“Dün gitmiş olmasın?”

“Dün, İzmir’e vapur var mıydı?”

- Vardı ya!  Dün Fransızın postası idi, bugün Nemsenin yarın da Moskof’un var...2

Osmanlı limanları arasında yolcu ve yük taşımacılığı yapanlar hep yabancı bayraklı gemilerden oluşurdu. Onlar, mağrur ve gururlu İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Rus, Yunan ve hatta zamanla Romanya ve Bulgar bayraklı gemilerdi. O devrin insanları yabancı bayraklı vapurla seyahat etmeyi kanıksamakla kalmamışlar, bir tercih ve övgü algısı haline getirmişlerdi.. Yabancı vapurların üstün rahatlığı ile övünür olmuşlardı!

Prof. Dr. İlhan Ekinci’nin 3 Osmanlıda deniz ticareti konularında çok değerli çalışmaları yayınlanmıştır. Bunlardan biri “Osmanlı'da Yabancı Vapur Kumpanyaları ve İmajları Hakkında” başlığını taşır ve der ki; “Reform sürecine yapacakları katkıdan dolayı Tanzimat bürokrasisinin yabancı vapur kumpanyalarına seleflerinden daha hoşgörülü yaklaşmış oldukları bilinmektedir. Fakat, yabancı vapur kumpanyalarının Osmanlı Devleti'ndeki görünümü Tanzimat’la değil, yirminci yüzyılın başında olgunlaşmıştır ve deniz ticaretini kapitülasyonlar, siyasî, ekonomik zaaf ve boşluklardan dolayı ele geçirmiş, Osmanlı gemicilik şirketlerinin gelişmesini önlemiş, kabotaja egemen olmuştur.

“Yüksek kâr sağlayan Osmanlı limanları arasındaki ticaret dışındaki tüm deniz ticari faaliyetleri de Avrupa'ya doğru ve yönelik yapılmaktaydı. Osmanlı limanları arasındaki ulaşımda, İmparatorluk yıkılıncaya kadar artan yabancı hakimiyeti söz konusuydu. Bu faaliyetlerin aracı olan buharlı gemiler Osmanlı ülkelerinin veya sahillerinin birbirleriyle olan bağını değil, sahillerin Avrupa’nın önemli limanlarıyla olan bağını güçlendiriyordu. Bir yabancılaşma aracıydılar. Bu gelişmelerin yoğun olarak yaşanmaya başladığı dönem Tanzimat devriydi ve sonuçları itibarıyla da merkeziyetçiliği güçlendirmeyi hedefleyen devlet adamlarının amaçlarının tam tersi yönünde bir gelişmeydi.

“Medeniyetin simgesi olarak yabancı vapurlar başka bir dünyaydı. Osmanlı sularında hatta limanında olunsa bile vapurlar, binildiğinde serbest (farklı) davranılan (davranılması gereken), adeta hukukî konumlarını ifade eden bayrağı çekilen ülkenin toprağı haline geliyorlardı. O ülkenin kültürü, medeniyeti olan bu gemiler, binenlerin özenli davranışlar sergilediği, halkın, içinde uygulanmakta olan adet ve geleneklerine hazırlandığı, başka ülkelerin toprakları, özgürlük alanları gibi algılandı. Hatta duyulan hayranlıkla, özellikle büyük sahil şehirlerinde ekonomik, siyasî etkileri bir yana, etkin kültürün bir parçası haline geldiler. Başlangıçta, ilgi, hayranlık, uyandıran bu gemiler, yüzyılın sonunda tepkilere, boykotlara maruz kalan, hareketleri sınırlandırılmaya çalışılan, kabotaj düşmanı, ekonominin önünde engel, posta tekelini ve güvenliğini zedeleyen unsurlar olarak algılanmaya başladılar.”

Ahmet İhsan, “Matbuat Hatırlarım” başlıklı eserinde; “Meşrutiyet sonrası Türklerin iktisat gözlerini kapayan kalın perde kaldırılmamış ise de, o karanlık perdenin arasını 1908 intkilabı açmıştır ve Cumhuriyet devri bu perdeyi sıyırmıştır. Perde sıyırılınca etrafımızı saran ateşi çok iyi gördük, anladık. Tehlike anlaşıldıktan sonra çaresini bulmak mümkündür. Uğraşa uraşa, sıkıntılar çeke çeke mutlaka bu fırtınadan kurtulacağız, benim inancım budur” diye yazmıştır. 4

Yaşadığı devri şöyle resmeder; “İstanbul Başdefterdarlığı’nda bulunmuş olan büyükbabam Muhtar Efendi’den kalma Vaniköy’deki yalımızda ben dünyayı ilk görüp anlamaya başladığım vakit, aile doktorumuzun adı Andonaki, eczacımızın adı Petraki idi. Babamın sarrafı Artin idi. Bakkalımız Bodosaki, terzimiz Karnik, kuyumcumuz Garbis, berberimiz Yani idi. Yalımızın önünden kayıkla geçen tefeci Mişon, gevrekçi Yanko, yemişçi Vasil bize her gün mal satardı. Yalıda sandalcımız Dimitri idi, ayvazın adı İstapan idi; Bohçacımız Mannik Dudu idi.

Biz, bu bir sürü yabancılardan alışverişi çok doğal buluyorduk. Paralarımızı onlara düşünmeden verirdik. Çünkü İstanbul’un Türkleri ya Mevleviyet Tahsisatı veya Arpalık Parası alan başı sarıklılardan, yahut maaşlı olarak kalemlerdeki memurlardan ve zabitlerden ibaret idi. Ticarete, sanayie, esnaflığa hakaretle bakardık. Bu işleri İstanbullu Beyler kendilerine lâyık görmezlerdi. İstanbul Türkleri hemen hep hazır yiyici idiler. Anadolu’dan ve Rumeli’den şehre gelen Türkler ise hamal, küfeci ve rençberlikten ileri geçemezlerdi ve bu zavallılara “Kaba Türk”, “Leblebici Türk” derlerdi. Bizi Boğaziçi’inden İstanbul’a indiren vapurların kaptanlarının hiç birisi Türk değildi..”

Falih Rıfkı Atay ömrü boyunca tanık olduğu o yıllardaki cahilliği, cehaleti sayfalar boyunca anlatır. Bunlardan ibret alanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin yokluklardan nasıl bir yıldız gibi doğduğunu idrak edebilirler.

Der ki; “Küçükten beri işittiğimiz ‘Biz adam olmayız’ sözü üzerinde gençlik ateşi ile tartışmalar yapıyorduk. Çocukluğumun bu son yıllarından kalma bir hatıram, aydınlardaki karamsarlığa karşı halk maneviyatının yerinde oluşuydu. Halk için bütün bozgunlardan ve kötülüklerden korkaklar, satılmışlar ve kötüler sorumluydu. Bir gün Rumeli Kavağı kahvesinde otururken aksakallı bir balıkçılar ağasının toprak tabya üstündeki iri topu göstererek; “Bu toptan bir burada, bir Çanakkale’de var, üçüncüsü de İngiltere’deymiş” deyişindeki hâli şimdi de gözümün önüne gelir. Ona göre Rusya bir yana, bu top bir yanaydı.

Biz son elli yıl içinde halkı yıktık. Osmanlı aydınlarından çok, biten eski tarih halkta destan olarak devam ediyordu. Bu halk maneviyatını ne Tanzimatçı padişah ve vezirleri, ne de Meşrutiyetçiler değerlendirebilmiştir.

“Önce İstanbul’u ikiye ayıralım; Hristiyan ve Frenk semtleri, Müslüman semtler. Tanzimat’tan bu yana Hristiyan ve Frenklerde Batısal gelişmeler, Müslümanların da Saray ve Babıâli alafrangalığındaydı. Müslümanların çoğu hazne fıkarası, esnaf ve sokak takımı, Tanzimat çarşıları yüzde yüz Hristiyanların elinde. 1912’de bir Yunan vesikası bütün Osmanlı İmparatorluğu’nda bir tek Türk bakkal olmadığını yazmaktaydı. I.Dünya Harbi’ndeki millî iktisatçılık politikasına rağmen, Rumlar ve Ermeniler çekildikten sonra Anadolu çarşılarının nasıl kapandıklarını gözlerimle gördüğüme göre, bu vesika gerçeğe yakın olmalıydı.

“Müslüman terzisi şalvar diker. Müslüman kunduracı mes, yemeni, takunya, nalın ve terlik yapar. Batı kılığındaki Müslümanların hepsi Hristiyan dükkanlarının müşterisidirler. Zengin dendiği vakit saray ve Babıâli büyükleri, rüşvetçiler yahut Hristiyanlarla Frenkler hatıra gelir…

“Beyoğlu’nda bir İstanbul’lu Türk ‘Yerli’liğini kolayca hisseder. Dükkanlardan çoğu Türkçe konuşana cevap vermez, ancak ‘tenezzül’ eder. Yan sokaklardan bazılarının adları Fransızcadır ve Fransızca yazılmıştır.

“Karşı Türklerinin Türkçe konuştukları pek duyulmaz… Türklüğünden utanan, Türklüğünü saklayan biri ‘Alafranga’dır!

“..Kendimize Türk demezdik. Okullarda Arab’a Arap, Arnavut’a Arnavut, Rum’a Rum, fakat kendimize Osmanlı derdik. Padişahın nöbetçileri, bekçileri, koruyucuları Arnavut, ağaları Zenci, Haremi Çerkez idi…

“Pera Palas Oteli’nin geniş salon percere camı önünde koltuğuna gömülüp pipo veya sigarasını tüttüren ve gelip geçenlere yan bile bakmayan kırmızı yüzlü seyyah: En üstünü oydu.

“Arkasında kâgir evlerinin açık kapılarından neşeli kadınlarını gördüğümüz, hepsi iyi giyinmiş, rahat ve farklı Hristiyanlara gıpta ederdik. Müslüman semtlerinde fenerler sönerken, Hristiyan semtlerinde kaynaşma geç vakitlere kadar devam ederdi.

“Yanlız yabancılar değil, çoğu bir yabancı uyruku ‘Himaye’ vesikası taşıyan Hristiyanlar da imtiyazlıydılar.

“Kapitülasyonları henüz bilmezdik. Fakat Osmanlı polisinin ve hafiyelerinin ne Pera Palas, ne de Anadolu Demiryolları İdaresi kapısından içeri giremeyeceğini bilirdik. Hatta eğer Yunan uyruklu ise, Rum meyhanesinde de ‘Dokunulmazlık’ içindeydiniz. Yabancıların zabıtası ve adliyesi konsolosluklardı.

“Şapka puttan sonra gâvurluğun başlıca alâmeti (Simgesi) iken, bütün Müslümanların şapka önünde bir aşağılık duygusuna kapıldığını gösteren küçük tesadüfler gözümün önüne gelir.

“Boğaziçi’ne işleyen Şirket-i Hayriye ve Adalar’a Kadıköy’ü ve Köprü’ye bağlayan İdare-i Mahsusa vapurlarında kaptanlar ve kamarotlar Türktendi. Kılıkları pek kötüydü. Hepsi kravatsızdı. Kravatlı, iyi giyimli Türk kaptan ve memurunu biz Anadolu Demiryolları’nın beyaz boyalı Haydarpaşa vapurlarında gördük.

‘Ah bir ecnebi kumpanyası memuru olsak’ derdik. Tramvaylar, havagazı, su, limanlar, fenerler, rıhtımlar, ne kadar banka varsa hepsi yabancı, kadrolarının yüzde doksandan fazlası da Hristiyan idi, yahut kendi uyruklarındandı. Bütün devlet kadrosu, bu idarelerin besleyici peşin maaşına hasret çekerlerdi..

“Semtler sayılı kabadayıların korkusu altındaydı. Esnafı haraca kesen bu kabadayılar, birtakım konakların da beslemeleriydiler. Efendileri adına korkutur, döver yahut vururlardı.

‘Bir gün Hristiyanlar gibi kâgir evlerimiz olmayacak mı?’ diye Rum ve Ermeni evlerine gıpta ederdik.

“Bizim Şirket-i Hayriye vapurları, hatırlı kimseler için istiflerini bozmayarak o hatırlı kişileri ağır ağır vapura gelinceye kadar beklemek zorundaydılar. Ne vapur ve ne de yolcuları vaktinde gelirdi. Ayni efendilerin Kartal İstasyonu’unda (Anadolu Demiryolları’nın başkanı) Hügnen’in trenine doğru seğirtişleri görülecek şeydi. Yabancı şirketler Osmanlı rütbesini veya üniformasını tanımazlardı.”

Sayfaların imkanları bu makalem özünde Mustafa Kemal Paşa’mızı minnetle anmak adına, hataların düzeltilmesi için arşiv kaynaklarına dayalı bir fırsat olmaktadır. Kaydedeceğim hatalar çok yan konular olsa da, hemen her yazar tarafından israrlı bir şekilde ön sıralara çıkarıldığından, tarihin gerçekliğini istismar etmektedirler. Umarım bundan sonra bu yanılgılar kullanılmayacaktır.

Bandırma Vapuru hakkında

Bandırma Vapuru’nun Kymi adıyla olan ve aslında var olan fotoğrafı bir başka ülkenin denizcilik müzesi arşivindedir. Bu fotoğrafta Kymi adıyla Marmara’da sefer yaparken Erdek önlerinde kayalara bindirmişti. Oradan kurtarılmıştır.

osman-ondes.jpgKymi adıyla Erdek önlerinde kayalıklara bindirmiş halde ve kurtarma çalışmaları yapılırken. Tarih: 16 Aralık 1891. Kaynak: Osman Öndeş arşivi.©

İkinci fotoğraf gerçek Bandırma Vapuru’dur. Bu fotoğraf Seyr-i Sefain Fotoğraf Albümü’nde kayıtlı idi. Bu arşiv son yıllarından TDİ- Türkiye Denizcilik İşletmesi’nin Salıpazarı’ndaki bir ambarına yığılmış, karanlık, izbe bir depo içindeki çelik raflarda ve envanter dışı olarak duruyordu. Bu fotoğraflardan birçoğu zaman zaman Efemera Müzayedelerinde ortaya çıkmaktadır! Bu fotoğraflar 1926 ve 1927 yılı Seyr-i Sefain İdaresi Tarihçesi’nde de yer almıştır. Böylece resmî kurumlar ve tarih yazarları doğru bir Bandırma fotoğrafına kavuşmuş olacağı gibi, karikatürist/ressam Salih Erimez’in çizdiği hayali ve aslıyla hiçbir ilgisi olmayan Bandırma Vapuru tablosu, umarım bundan böyle kullanılmayacaktır.

osman-ondes1.jpgBandırma Vapuru- Kaynak: Seyr-i Sefain İdaresi /TDİ Fotoğraf Arşivi. (İlk kez yayınlanmaktadır)

Yanlış kullanılan bir vapur fotoğrafı hakkında da açıklama yapacağım; Benzetildiğinden dolayı Gelibolu vapurunun fotoğrafı bazı eserlerde, makalelerde vs.’de Bandırma Vapuru diye yayınlanmaktadır. Gemiler dizayn bakımından birbirine benzeyebilirler, hatta ayni dizayna sahip seri halde birkaç gemi de inşa edilmiş olabilir.

Nitekim, çok usta bir resim sanatçısı olan Grafiker/Ressam Firuz Aşkın’ın, denizcilik ve gemiler çok değerli ressamı Cumhur Koraltürk’ün Bandırma diye çizdiği yağlıboya tablolar gerçek Bandırma vapuru değil, Gelibolu Vapuru’dur. Ben de, Bandırma Vapuru fotoğrafının ortaya çıkmasından önce bu tabloları eserimde Bandırma vapuru diye kullandım ki yanlıştır!

osman-ondes2.jpgGelibolu Vapuru; Kaynak- Seyr-i Sefain İdaresi  TDİ  Fotoğraf arşivi.

Tarih 6 Eylül 1917,

Saat 16.30  idi..

Müthiş bir infilak oldu..

osman-ondes3.jpgSabotaj sırasındaki infilaklarden en az  zarar gören binalar bile birkaç duvardan ibaret harabeydiler. Daha kenarlardaki hatlarda olan bazı vagonlar sağlam kalmış, benzin yüklü variller patlamadan etrafa saçılmıştı. Kaynak: Alman Devlet Arşivi./IWM-Imperial War Museum arşivi.

Bu makalemde Haydarpaşa Tren İstasyonu ve çevresinde 6 Eylül 1917 tarihinde gerçekleştirilen sabotajı Alman Devlet Fotoğraf Arşivi ve bu arşivin kopyalarını kendi arşivlerinde de muhafaza eden İngiliz Imperial War Museum’daki fotoğraflarla belgeledim. Amacım yanılgıları tarihin penceresi olan o anlara ait fotoğraflarla anlatmak.

Ben de soruyorum; “Ne çayhanesi?....” Haydarpaşa yıkıntı haldedir… İşgal Güçleri denilen İtilaf Devletleri harp gemileri Marmara’dan gelerek Büyükdere’ye kadar, hatta Moda Koyu’na kadar yayılarak demirleyecekler, bazı harp gemileri Karaköy / Galata Rıhtımı’ndan Tophane’ye kadar rıhtımlara aborda olacaklardır. Bu olay İstanbul’un işgalidir ve onlarca harp gemisinin ve yardımcı gemilerin demirlemesi veya rıhtımlara aborda olması muazzam bir olaydır. Haliyle saatlerce sürecektir. Özünde Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul, 1453’den buyana ilk defa işgal edilmektedir.

Böylesine muazzam bir işgal filosunun deniz trafiği bakımından güvence alınması adına, Sarayburnu - Kız Kulesi arasından Boğaz’a girişleri sırasında tüm diğer deniz araçlarının hareketi durdurulmuştur.

Mustafa Kemal Paşa 13 Kasım 1918’de Haydarpaşa’ya vardığında şöyle anlatımlar vardır; “İşgal güçlerinin gösteriş geçişinin sona ermesini Haydarpaşa Garı’nın köşesindeki çayhaneden çaresizlik içinde 3-4 saat seyretmek zorunda kalan Mustafa Kemal Paşa..”

Ben de soruyorum; “Ne çayhanesi?....”

Haydarpaşa yıkıntı haldedir…

İşgal Güçleri denilen İtilaf Devletleri harp gemileri Marmara’dan gelerek Büyükdere’ye kadar, hatta Moda Koyu’na kadar yayılarak demirleyecekler, bazı harp gemileri Karaköy / Galata Rıhtımı’ndan Tophane’ye kadar rıhtımlara aborda olacaklardır. Bu olay İstanbul’un işgalidir ve onlarca harp gemisinin ve yardımcı gemilerin demirlemesi veya rıhtımlara aborda olması muazzam bir olaydır. Haliyle saatlerce sürecektir. Özünde Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul, 1453’den buyana ilk defa işgal edilmektedir.

      Böylesine muazzam bir işgal filosunun deniz trafiği bakımından güvence alınması adına, Sarayburnu - Kız Kulesi arasından Boğaz’a girişleri sırasında tüm diğer deniz araçlarının hareketi durdurulmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, yaveri Cevat Abbas ve kendisini karşılamaya gelmiş olan eski dostu Dr. Rasim Ferid (Talay) trafik açılıncaya kadar Haydarpaşa İstasyonu civarında beklemişlerdir. Bazı anlatımlarda “Haydarpaşa Garı’nın köşesindeki çayhaneden çaresizlik içinde 3-4 saat seyretmek zorunda kaldığı” dahi masal halinde tasvir edilmektedir. Bu durumda 6 Eylül 1917’de berhava olan Haydarpaşa Garı’nın bir köşesinde çayhane olduğu ve olmadığı hususunun nasıl hayalsi bir ekleme olduğu, okurun bu eserdeki fotoğraflara bakarak değerlendirmesine bırakılmaktadır.

Haydarpaşa’daki cehennem, tarihin değer yargısına saygı amacıyla bu nedenle anlatılmış ve görüntülenmiştir! Bu felaketi planlayan İngiliz İstihbarat Servisi SIS veya M16’nın kurucusu Mansfield Cummins, Almanların Kreuznach’ta çıkan bir yangında ele geçirilen bir Alman gizli belgesi sayesinde, Türklerin Orta Doğu’da taarruz hazırlığında olduklarını öğrenmiş ve gerekli silah ve cephanelerin sevk edilmek üzere Haydarpaşa İstasyonu civarında stoklandığını da tespit etmişti. O kadar ki, asıl cephane depolarının yerlerini bile böylece öğrenmiş oluyordu. Şimdi sıra süratle bir casus bulmasına geliyordu..Haydarpaşa’yı hava uçurmak için aradığı casus İstanbul’da yaşayan ve Türklere kin güden birisi olmalıydı. Nitekim bir Ermeni doktor işine yaradı.

Gizli İstihabarat Servisi - SIS’in ilk başkanı Mansfield Smith Cummins, bacağındaki arazdan dolayı topallayarak yürüyen, kalın yapılı bir deniz subayı olarak tanındı. Ayni zamanda MI6’nin başkanıydı. Seçtiği casus adayı, yine MI6 için Türkiye aleyhine casusluk yapmasını sağladığı İrlanda’lı Ermeni Doktor Roupin idi. Adını Fransıza benzetmek için George Roupin yaptılar. “Roupin” soyadı, bir Fransız görünümü vermek amacıyla Ermeni Doktor George (Gevorg)’a takılmış yakıştırma bir soyadıdır. “Hasta Türk” olarak kayda geçmiştir! Hasta kelimesi, kin duyan anlamında kullanılmıştır.

Felaket çok daha hızlı şekilde yaklaşıyordu

İngiliz tarihçilerin deyimi ile “Yanlış ata oynadı” denilen Osmanlı Devleti’nde Talat Paşa Hükümeti direnmeye çalışıyordu. Sadrazam Talat Paşa Eylül 1918’de Almanya’nın Berlin kentini ve Bulgaristan'ın Sofya kentini ziyaret etti. Savaşın artık kazanılamayacağını anlayarak oradan ayrıldı. Nitekim Selanik Harekatı olarak da bilinen Makedon Cephesi’nde, General Louis Franchet d’Espèrey komutasındaki İtilaf Devletleri Ordusu Eylül 1918’de ani bir taarruz harekatı başlatmış ve Bulgar Ordusu yenik düşmüştü. Bu yenilgi Bulgaristan’ın sonu oldu ve 29 Eylül’de ağır şartlar içeren bir ateşkes antlaşması imzalayarak Bulgaristan savaştan çekildi. Bulgaristan’ın teslim olması sonucunda Osmanlı Devleti ile müttefikleri arasındaki kara bağlantısı kesildi. Almanya muhtemelen ayrı bir barış arayışındayken, Osmanlılar da bunu yapmak zorunda kalacaktı. Talat Paşa iktidar partisinin diğer üyelerini istifa etmeleri gerektiğine ikna etti; çünkü İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti’ni I.Dünya Harbi’ne sürükleyenlerin hâlâ iktidarda olduğunu düşünürlerse çok daha sert şartlar dayatacaklardı.

5 Ekim 1918’de Osmanlı hükümeti İspanya aracılığı ile İtilâf Devletleri’ne barış teklif etti. Aynı günlerde Almanya ve Avusturya da benzer girişimlerde bulundular. Ancak Osmanlı Devleti’nin hem birinci teklifi hem 12 Ekim’de yaptığı ikinci başvuru cevapsız kaldı.

13 Ekim 1918’de Talat Paşa ve hükümeti istifa etti. 14 Ekim 1918’de İttihat ve Terakkî politikalarına karşı olan Ahmed İzzet Paşa Sadrazam oldu. Bu hükümette Rauf Bey (Orbay) Bahriye Nâzırı olarak görevlendirildi.

Sadrazam Ahmed İzzet Paşa’nın ilk icraatı İtilâf devletleriyle barışı tesis etmek için harekete geçmek oldu. Bu amaçla, Irak cephesinde Osmanlı Kuvvetleri’ne esir düşüp Büyükada’da ikamete tâbi tutulan İngiliz Generali Townshend’e İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında aracılık yapması teklif edildi.

osman-ondes4.jpg Mondros Mütarekesi görüşmelerinin yapıldığı Agamemnon muharebe gemisi. Kaynak: IWM arşivi.

İngiliz General Charles Vere Ferrers Townshend bir ateşkes anlaşması yapması için Müttefiklerle görüşmek üzere görevlendirildi. İngiliz Kabinesi, Paris’te kararlaştırılmış mütareke taslağının İngiliz müzakerecilere iletileceği esnada savaş durumunu daha genel bir açıdan masaya yatırarak, Türkiye’nin savaş dışı kalmasıyla elde edilebilecek fırsatları ve bu doğrultuda ödenebilecek bedeli 11 yeniden değerlendirme altına almıştı. Aslında İngiliz Kabinesi’ni böyle yeni bir değerlendirmeye iten gerekçe General Townsend’in Midilli’den gönderdiği telgraf oldu.5

osman-ondes5.jpg Mondros Limanı’nda İtilaf Devletleri’ne ait harp gemileri ve onlarca ticaret gemisi.. Kaynak: IWM Arşivi.

Olaylar hızla gelişiyordu; Hariciye Nezareti Müsteşarı Reşat hikmet ile 8. Ordu Kurmay Başkanı Sadullah Bey, müzakrelerde Bahriye Nazırı ve Müzakerelerde Osmanlı Devleti’ni temsil edecek olan heyetin başkanı Mehmet Rauf Bey’in siyasî ve askerî danışmanı olarak görev aldılar. Heyete kâtip olarak Saray Başkâtibi Ali Fuat (Türkgeldi) Bey’in oğlu Ali Bey seçildi.

6 Mütareke heyeti gönülsüzce de olsa Sultan Vahdeddin tarafından onaylandı. Heyete verilecek talimatname zaten daha önceden Harbiye ve Hariciye Nezaretleri tarafından hazırlanmış olduğundan, Sadullah Bey dışında tüm üyeler 24 Ekim’i 25’ine bağlayan gece yarısı Bandırma’ya gitmek üzere Peyk-i Şevket torpidosuyla İstanbul’dan ayrıldılar. Heyetin son üyesi de Bandırma’da hazır bekliyordu. Bandırma’dan trenle hareket ettiler ve 26 Ekim şafak sökerken Muzaffer römorkörüyle İzmir’den çıktılar. Foça açıklarında bir İngiliz açık deniz mayın arama tarama gemisine geçtiler. Bir açık deniz balık avlama gemisi iken (Trawler) mayın tarama gemisine dönüştürülmüş bu küçük gemide I.Dünya Harbi öncesinde İzmir’de İngiliz yardımcı konsolosu olarak görev yapmış olan C.E. Heatcote Smith kendilerini karşıladı. Bu kişi Midilli’den Batı Anadolu’daki İngiliz istihbarat faaliyetlerini yönetmekteydi. Kısa seyahat süresince Türk heyetini etkilemeye çalışan sözler söyledi. Gemi Midilli Adası’nın Skala Kalloni Körfezi limanı’na vardı. Burada beklemekte olan Liverpool kruvazörüne aktarıldılar. Gemi hemen hareket etti ve 26 Ekim akşam saat 22.00 civarında Limni Adası’nın Mondros Limanı’na ulaşıldı. Türk heyeti ikamet edecekleri harp gemisi Agamemnon’a geçtiler. Burada Amiral Calthorpe tarafından İngiliz nezaket protokolünün tüm kuralları ile karşılandılar. Saatin geç olması ve deniz seyahatinin olumsuz etkilerinden dolayı Türk tarafının isteği üzerine ilk toplantının ertesi sabah yani 27 Ekim Pazar sabahı Saat 09.30’da başlaması kararlaştırıldı. Toplantıda Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey başkanlığında Hariciye Nezareti Müsteşarı Reşat Hikmet Bey, Askerî Danışman Yarbay Sadullah Bey ile Sekreter olarak Ali (Türkgeldi) Türk Heyeti olarak yeralırken, Koramiral Arthur Gough- Calthorpe başkanlığında, İngiliz Ege Filosu komutanı Tuğamiral M. Culme Seymour, Amiral Calthorpe’nin Kurmay Başkanı Komodor Rudolf Miles Burmester (I.Dünya Harbi son döneminde Büyük Britanya Akdeniz Filosu Komutanı ) ile iki İngiliz deniz subayı yeraldılar.

Görüşmelerin son oturumu için 30 Ekim akşamı Saat 21.25 itibarıyla tekrar bir araya geldiler. Müterekeyi uygulamaya yönelik karar metni ertesi gün (31 Ekim) yerel saatle öğle vakti itibaıyle taraflar arasındaki savaş hali son bulacaktı. Saat 10.03 itibariyle Mütereke Metni taraflarca imzalandı ve durum telgrafla İstanbul’a bildirildi. Amiral Calthorpe da ertesi gün Londra’ya gönderdiği bir telgrafla görüşmelerin tamamlandığını ve imzalı metindeki maddeleri bildirdi.

Rauf Bey başkanlığındaki Türk heyeti İngiliz kruvazörü Liverpool ile gece yarısı Mondros’tan ayrılarak İzmir’e döndüler ve Bandırma üzerinden 1 Kasım günü İstanbul’a vardılar. Yapılan açıklamalarda İngilizlerin Türklüğün yok edilmesine karşı oldukları, zannedilmesine rağmen memleketimizin işgal edilmeyeceği, İstanbul’a asker çıkartılmayacağı, tersanelerimizin işgal edilmeyeceği, Adana’nın düşman eline geçmeyeceği gibi bir sürü pembe bir tablo çizilmesine rağmen, bunun tamamen hayalden öteye geçmeyen bir safdillik olduğu çok geçmeden ortaya çıkacaktı.

İttihat ve Terakkî Partisi 1 Kasım 1918’de yaptığı olağan üstü kongrede kendini feshetti. Partinin üç lideri, savaşın muktedir adamları Enver, Cemal ve Talat paşalar gizlice ülkeyi terketmek mecburiyetinde kaldı.

Memleket artan bir hızla işgal edilmeye başladı. İngiliz irtibat subayları Karasubayı Yarbayı Murphy, Yüzbaşı Hoyland ve Teğmen Dweik olmak üzere Çanakkale’ye geldi ve buradan kendisine tahsis edilen Basra ganbotu ile İstanbul’a intikal etti. Basra ganbotu 7 Kasım günü Galata’ta Karaköy rıhtımına yanaştı. Heyetin görevlerinden biri tutsak olan İngiliz askerlerinin memleketlerine dönmeleri için gerekli uygulamaları sağlamak, Türk ordusunun silahsızlanması için gerekli emirleri iletmek ve Mondros Mütarekesi hükümlerinin uygulamaya başlatılmasını denetlemekti.

Galata’da toplanan Rumlar tezahürat yaptılar ve “Yaşasın İngilizler” diye taşkınlıklarını artırdılar. Sayıları giderek artacak olan  İtilaf devletleri heyetleri için  hükümet Pera Palas ve Tokatlıyan Otellerinde 80 oda  ayırtmıştı.  6

İrtibat subayı Deniz Yüzbaşısı Şevket Bey Amiral Calthorpe’un “Hükümetimden emir aldığımdan Yunan gemilerinin İstanbul’a gelmesini men edemeyeceğim. Osmanlı hükümetinin bir karşıklık çıkmayacağına meydan vermeyeceine eminim” cevabını aldığını iletti. Talimatlar, emirler birbiri ardından geliyordu; Türk harp gemileri ve tüm ticaret gemileri Haliç’e bağlanacaklardı. Türk harp gemilerindeki cephaneler çıkartılacak, ordu ve jandarma subayları dahil bütünüyle terhis olunacaktı.

7 Kasım günü Galata’ya yanaşan Arian isimli Fransız gemisiyle Kontrol komisyon görevlileri olarak 4 Fransız subayı kara çıktılar ve Beyoğlu’ndaki Fransız Konsolosluğuna gittiler. Amiral Calthorpe Bahriye Nezareti Nezareti’nebir yazı göndererek durumun Türk makamlarına iletilmesi istedi. Bu yazısı bir talimattı ve 10 Kasım günü Salanik’teki İngiliz 28.ci Tümeni Gelibolu / Çanakkale bölgesindeki tüm tahkimatları işgal etmek üzere Galibolu Yarımadası’nda karaya çıkmaya başladılar.

Amiral Calthorpe’un gönderdiği yazı bir talimattı, kesin emirdi; 1-Mütarekenamenin 6. Maddesi uyarınca Osmanlı harp gemilerinin hangisi faaldir, nerede bulunmaktadırlar, mevcut görevleri nelerdir?

2- Osmanlı harp gemileri; Turgutreis, Yavuz, Muin-i Zafer, Hamidiye, ve Mecidiye ve bütün muhriplerin cephaneleri, torpidoları ve top nişangahları çıkarılacaktır / sökülecektir.

3- Geri kalan gemiler, yani torpidobotlar, ganbotlar, şalopalar ve bütün silahlı gemiler torpido ve cephanelerini ve üç funkluktan bütük topların nişangahlarını çıkartacaklar / sökeceklerdir.

4- Denizaltılar torpidolarını karaya çıkartacaklardır.

5- Mayın gemileri, mayın taşıyıcı gemiler ve mayın hizmetinde kullanılan gemiler mayınlarını karaya çıkartacaklardır.

6- Deniz zabıta hizmetlerinde kullanılanlardan başka bütün harp gemilerinin telsiz telgraf antenleri indirilecektir.

7- Karadeniz’de, Boğaziçinde, Marmara ve Çanakkale bölgelerinde bulunan bütün harp gemileri Haliç’e sokulacaktır. Haliç’e giremeyen gemiler müstesna olup, bu gemiler İzmit’e intikal edecklerdir. Bu gemilerin demir yerleri tarafımdan bildirilecektir.

8- İzmir’deki harp gemileri İzmir’de kalacaktır.

9- Deniz zabıta hizmetleri için en az sayıda gemilerin görevlerine devamına müsaade olunacaktır.

10- Haliç’e sokulan gemilerde ve İzmit Körfezi’nde demirleyecek gemilerde sadece muhafaza ve bakım amaçlı olarak personelin dörtte biri kalacaktır.

11- Gemilerde ancak bir aylık kömür ihtiyacını karşılayacak şekilde stoklama olabilecektir.

12- Gemiler Osmanlı sancaklarını arya etmiş (İndirmiş) olacaklardır.

13- Fransız Donanması’ndan ele geçirilen Turquoise denizaltısı Fransız bahriyesinden bir subayın İstanbul’a gelişinde, derhal teslim edilecektir.

14- Türk ticaret gemilerinin listesi, yük kapasiteleri, kömür taşımada kullanılan gemiler, Alman ve Avusturya ticaret gemileri, tarafıma ve Amiral Amet’e bildirilecektir.

15- Türkler veya Almanlar tarafından İtilaf Devletleri’nden müsadere edilen ticaret gemilerinin listesi ve bu gemilerin Türk limanlarından bulunup bulunmadıkları veya Türk mal sahiplerince seferde olup olmadıkları bildirilecektir. Bu ticaret gemileri mümkün olan en kısa zamanda İtilaf Devletleri’ne (Müttefikler) teslime hazır hale getirileceklerdir.

16- El konulacak gemilere römorkörler ve liman hizmet deniz vasıtaları (Mavnalar ) dahildir. Bu maddeyi 13 Kasım 1918 günü Osmanlı devletine ait hiçbir römorkör mevcut olmadığını hatırlatmak için bilhassa Bold olarak belirttim..

17- Türk limanlarında sefer yapan Rus gemilerinin listesi bildirilecektir.

18- Müttefik Donanması’ndan sancak subayı veyahut kıdemli deniz subayı yetkisini taşıyan subaylar tarafından Osmanlı harp gemileri ilk fırsatta teftiş edileceği gibi, herhangi bir zamanda dahi teftiş edileceklerdir.

Mondros Mütarekesi ile felakete maruz kalan Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden silinirken, kendini öz vatanında esarete düşme tehdidi altında gören Türk Milleti Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde örgütlenerek bir İstiklâl Savaşı ile vatanını esaretten kurtaracak ve yepyeni bir Türkiye doğacaktır. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri harp gemileri için artık Çanakkale Boğazı’ndan İstanbul’a ulaşmanın yolu açılmış oluyordu. Rauf Orbay siyasi hatıralarında, “İngilizler bizi aldatmışlardı” diye yazmıştır; “Bütün dünyaca sözünün ehli olmak geleneğinin canlı bir örneği sayılan İngiliz denizciliğinin en yüksek mertebelerine ulaşmış olan Amiral Calthorpe, daha bir ay evvel, Mondros’ta gözlerimin içine bakarak; ‘Karadeniz’e çıkmaları zarureti hâsıl olsa bile, Yunan harp gemilerinin kimseye görünmemeleri için Boğazdan yalnız geceleri geçmelerini temin edeceğim.’ diye bana kat’i teminat vermiş olduğu halde, şimdi Dolmabahçe önünde demirlettiği, ‘Averof’ da İstanbullu Rumlara ziyafetler çektiriyordu. Çeşitli vazifelerle uzun zaman aralarında bulunarak, her hallerini yakından görüp, ağır başlılıkları, çalışkanlıkları, dürüstlükleri ve bilhassa ahde vefakârlıklarıyla takdir ettiğim İngilizler, bunlar mı idi? Böylesine bir aldanışı, kendi kendime bir türlü izah edemiyordum”. 7

DİP NOTLARI 1 Prof.Dr. Tolga Başak; “Mondros Mütarekesi Görüşmelerine İlişkin İngiliz Kayıtları Ve Görüşmelerle İlgili Değerlendirmeler” , Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi XVIII/Özel Sayı (2018), Atatürk Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü.

2 Recaizade Mahmut Ekrem; “Araba Sevdası”, 1896;İletişim Yayınları, 2004.

3 Prof.Dr. İlhan Ekinci; “Osmanlı'da Yabancı Vapur Kumpanyaları ve İmajları Hakkında”, Kebikec Dergi Yıl. 2006, Sayı 21.

4 Ahmet İhsan; “Matbuat Hatıralarım 1888-1914”, T.İk Kültür Yayınları 2012.

5 Tarık Saygı; “General Charles Thowsend ve Türkler”, Doktora Tez, 2006.

6 John Foster Fraser; “The Land of Weiled Women”, Cassell, London, 1911. David Fromkin; “Barışa Son Veren Barış”- Yayına hazırlayan: Şemsi Yeğin, Epsilon Yayınevi, 2004. Paul C. Helmreich; “From Paris Sevres: The Partition of the Ottoman Empire at the Peace Conference of 1919-1920”, Colombus Ohio, Ohio State University Press 1974. Blackwood’s Magazine; “A bow with two strings -İki telli bir yay” Haziran 1934.

7 Rauf Orbay; “Cehennem Değirmeni- Siyasi Hatıralarım”, Emre Yayınevi, 1993

Yazının devamı 4 Nisan Salı günü yayında olacak.

Bu yazı toplam 958 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.