İstanbul’daki köpekbalıklarının peşinde biri var
"Köpekbalıkları sağlıklı bir denizin en önemli ve belirleyici göstergelerinden biridir” diyen Hakan Kabasakal, çevresinin bütün tepkilerine rağmen bu yırtıcı hayvanların peşinde ordan oraya dolaşan bir “Köpekbalığı Gözlemcisi”.
Köpekbalıkları… Bir çoğumuz için korkunun sözlük anlamı olan bu hayvanları, belki sadece belgesellerde ya da filmlerde görmüşüzdür. Büyük balıkçıların tezgahlarına düştümü fotoğraf çekilmek için genç yaşlı herkesin sıraya girdiği bu hayvanların yaşamlarını hepimiz merak ederiz. Fakat biri var ki bu tutku onda bilimsel bir aşka dönüşmüş... “Köpekbalıkları sağlıklı bir denizin en önemli ve belirleyici göstergelerinden biridir” diyen Hakan Kabasakal, çevresinin bütün tepkilerine ve bu işi Türkiye’de ondan başka yapan olmamasına rağmen bu yırtıcı hayvanların peşinde ordan oraya dolaşan bir “Köpekbalığı Gözlemcisi”.
Kendinizi bize tanıtır mısınız?
Adım Hakan Kabasakal. 1970 yılında Adana’da dünyaya geldim. İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nde lisans, aynı üniversitenin Fen Bilimleri Enstitüsü deniz biyolojisi anabilim dalında yüksek lisans yaptım ve buradaki doktoramı tez aşamasındayken bıraktım. Lisansüstü eğitim sırasında su ürünleri fakültesinde araştırma görevlisi olarak çalıştım. Japonya’nın Shikoku adasında Kouchi Üniversitesi Usa Deniz Araştırma İstasyonu’nda balık ekomorfolojisi ve balıkçılık hedefli stok yönetimi kursu aldım.
Köpek balığı gözlemciliğine ne zaman başladınız ve nasıl böyle bir konu ilginizi çekti?
Köpekbalıklarını araştırmaya olan ilgim fakülteye girdiğimde başladı. 1988’di galiba, fakülte kütüphanesinde amaçsızca dolaşıyordum. Daha fakültedeki ilk zamanlarımdı ve henüz nasıl bir meslek olduğunu anlamakta zorlandığım bir alanı tanımaya çalışıyordum. Balık kitaplarına bakarken Güney Afrikalı köpekbalığı uzmanı David Davies’in About Sharks and Shark Attack isimli kitabı gözüme çarptı. Alıp incelemeye başladım. Saldırıya uğramış, kolu bacağı kopmuş, karnı parçalanmış insanların manzaraları ilk bakışta beni ürkütmedi dersem yalan olur. Ancak kitabı elimden bırakamadım da. Bir yanım tedirgin olmuştu ama bu yırtıcı balıkların yaşamlarına alt alttan ilgi duymaya da başlamıştım. Henüz meslek dersleri başlamamıştı, balık bilimine yani ihtiyolojiye adım atmamıştım. Ama öyle ya da böyle köpekbalıklarını araştırmayı da kafama koymuştum. Böylece köpekbalıklarıyla ilgili elime geçen her şeyi okumaya başladım. Zaman zaman fikrimi açıkladığım insanlar, özellikle arkadaşlarım bıyık altından gülmüyor değillerdi bu düşünceme. Hatta bir keresinde günün birinde Türkiye’nin köpekbalıkları hakkında çok güzel bir kitap yazacağımı söylediğim zaman birisi çıkıp “ne biliyorsun da ne yazacaksın?” dediği zaman iyice bilenmiştim galiba. Doğru, o zamanlar daha pek bir şey bilmiyordum ama zamanla köpekbalıkları hakkında daha fazla şey öğrendikçe ve bunlara kendi deneyimlerimi ekledikçe bilgi dağarcığım giderek arttı ve yıllar önce hayal ettiğim kitabı 2011’de tamamladım ve en sonunda yayınladı.
Çevreniz bu işe başladığınız zaman nasıl tepkiler verdi?
Farklı tepkiler verdiler. Takdir eden de oldu tenkit eden de. Dalga geçen de oldu ilgi duyan da. Tuhaf tuhaf bakan da oldu. Ama inadımın inat olduğunu görünce zamanla kabullendiler ya da en azından tedirginliklerini bana belli etmemeye başladılar. Annem ve rahmetli babam Almanya’da işçiydiler; ne zaman araştırma seferine çıkacak olsak annem telefondan dakikalarca dua ederdi, ahize kulağıma yapışırdı artık dinlemekten. Bugün bile evime gelen misafirler vitrindeki köpekbalığı çenelerine ihtiyatla yaklaşırlar. Ee adı köpekbalığı olunca ölüsünden de korkuyor görenler. İnsanoğlu işte.
İstanbul’da köpek balığı gözlemcisi olmak nasıldır? Sizce böyle bir iş için İstanbul nasıl bir yer; artıları, eksileri nelerdir?
Çok keyifli. Dünyanın önde gelen metropollerinin birinde yaşıyoruz. Yanıbaşımızda balık faunası açısından dünyanın en ilginç ve bir o kadar da az bilinen denizlerimizden birisi var. Burası Marmara Denizi, balıkçılık faaliyetlerinin tam gaz sürdüğü Marmara sularında her yıl irili ufaklı yüzlerce köpekbalığı yakalanıyor ve bunlar arasında en büyükleri sergilenmek üzere kıyıya çıkarılıyor. Kentin ara sokaklarında, ana caddelerinde, aklınıza gelmeyecek, en olmayacak yerlerinde köpekbalıklarıyla karşılaşabiliyorsunuz. Deniz yaşamının bir kentin sokaklarına bu kadar girebildiği şehirler o kadar sayılı ki. İstanbul sokaklarında bozcamgöz de gördüm, kamçı kuyruk da, soyu tükenme tehlikesi altında olan çivili köpekbalıklarını da. Açıktaki Prens adalarında dalarken Akdeniz’in kırılgan türlerinden domuz köpekbalığı ile karşılaşmak ve derinlerde görüntülemek. İstanbul'da köpekbalığı araştırmacısı olmak insanın karşısına her an yeni bir araştırma fırsatı çıkarıyor.
Deniz ve çevre temizliğinin köpek balığı türleri ve çeşitliliği üzerine etkileri nelerdir?
Köpekbalıkları sağlıklı bir denizin en önemli ve belirleyici göstergelerinden biridir. Eğer bir bölgede köpekbalığı yaşıyorsa av bulabiliyor demektir ki köpekbalıklarının beslendikleri avlar da kendi besinlerini bu bölgede bulabildikleri için yaşam alanı olarak burayı seçmişlerdir diyebiliriz. Köpekbalıkları denizdeki besin zincirinin en son doğal halkasıdır ve bu halkanın var olması diğer halkaların yani daha alt canlı gruplarının da burada bulunmasını gerektirir. Köpekbalıkları denizlerden çekildiklerinde sakın sevinmeyin, çünkü onlarla birlikte bir şeyler de çekip gitmiş demektir.
Biliyoruz ki her balığın bir huyu vardır? Peki sizce köpekbalığı nasıl bir hayvan?
Her balığın doğasından kaynaklanan kendine özgü davranışları var. Bu davranış bize tehlikeli gibi görünebilir. Köpekbalıkları tepe avcılardır ve besin zincirinin hakimi olarak baskın türü olarak güçlü avcılar olmaları da çok normal. İnsan bu besin zincirinin hakim türü değil. Bu zinciri sömürüyor olabiliriz ama denizde korumasız bir halde yırtıcı bir köpekbalığı ile karşı karşıya kaldığımızda hakim tür olma konumumuzu, sömürü gücümüzü yitiriyoruz. Köpekbalığı saldırılarına insan tarafından bakıldığında köpekbalıklarını insan katili olarak adlandırıyor olsak da köpekbalıklarının tarafından bakmaya cesaret edebilirsek aslında çok doğal bir davranışı, besin zincirindeki av halkalarından birine dönüşen insana verilen doğal bir tepkiyi görürüz. Havada kuş görmek ne kadar doğalsa denizde köpekbalığı görmek de bir o kadar doğal. Köpekbalığı davranması gerektiği gibi davranıyor. Hepsi bu. Hiç karaya çıkıp insan kovalayan bir köpekbalığı gördünüz mü? Ama insan denizde köpekbalıklarının peşine düşüyor ve her sene milyonlarcasını avlıyor. Yine de yüz yüze gelmemek en iyisi. İki taraf da zarar görmesin.
Köpekbalıkları izlediğimiz filmlerinde etkisiyle insanların en çekindiği hayvanlardandır, peki köpekbalıklarından gerçekten korkmalı mıyız?
Film yapımcılarının hayal güçleri deniz canavarları yaratma konusunda sınır tanımıyor. Bu konuda dudak ısırtan bir yetenekleri var. Jaws’ın doğuşu bu hayal gücünün ürünüydü. Usta bir kalemin, Peter Benchley’nin sayfalarda yarattığı canavar çok geçmeden beyaz perdeye transfer oldu ve hemen ardından 30 sene hız kesmeden devam eden bir katliamın fitilini ateşledi. Bu durum yeni yeni değişiyor. Kan emici doğa üstü canavarı yeniden balığa dönüştürmek de zorlansak bile durum bu yönde seyrediyor.
Geçenlerde kum köpekbalığı diye bir film seyrettim; insan yiyen köpekbalıkları bu sefer karaya çıkmışlardı ve plaj kumlarının altından insanlara saldırıyorlardı. Hatta filmin sonunda içlerinden biri plajın gerisindeki tepeden fırlayarak insanlara saldırdı. Pes doğrusu. Gülmekten katıla katıla seyrettik ailecek.
Ben gidin ve köpekbalıklarının dibine girin demiyorum. Küçük bir köpekbalığı bile insandan daha güçlü ısırabilir. Midelerinden çıkan yengeçler, midyeler ne kadar güçlü ısırabildiklerinin, ne kadar kırıcı olabildiklerini kanıtlıyor. Köpekbalıkları evcilleştirilemezler, davranışlarını tahmin etmek çok zordur. Bu nedenle arada daima güvenli bir mesafe bırakmak gerek. Korku insanca bir duygu ve büyük köpekbalıkları da korkulmayacak canlılar değil. Ancak bu korkuyu sebep göstererek denizde bitmek bilmeyen bir katliam başlatmaya da hakkımız yok. Dediğim gibi, karada insan kovalayan köpekbalıkları sadece filmlerde var.
İstanbul çevresinde sualtı dalışları gerçekleştiren biri olarak, suyun altındaki tahribat nedir? Durum tahmin ettiğimiz kadar kötü mü?
İstanbul’u kuşatan denizlerin, boğazın, Marmara’nın sürekli kötülenmesini bu suları fazla tanımamaya bağlıyorum. Evet, lokal olarak dibin ve canlıların ciddi zararlar gördüğü bölgeler yok değil. Ama bu gibi yerlerin yanında canlı kaynayan, balık kaynayan yerler de var. Canım eşkina seyretmek istediğinde Ortaköy batığına, Kanlıca koyuna giderim; istakoz görmek istediğimde Ahırkapı’ya, Tuzla’ya, Kartal’a giderim. Yassıada’nın, Burgaz’ın deniz kalemleri ve anemonları, Sivriada’nın gorgonları ve mercanları Akdeniz’deki hemcinslerine taş çıkartırlar. Marmara deyip geçmeyin, çünkü Marmara hâlâ yaşıyor. Hem de bizlere inat yaşıyor.
Sualtında ya da araştırmalarınız esnasında unutamadığınız bir anınız var mı?
2009’da Balıkçı adasında dalıştaydık. Balıkçı adası Sedef’in güneydoğusunda kalır. Önü bir anda derinleşir, dipsiz kuyu gibidir. Aşağı yukarı 30 m derinde birden bir domuz köpekbalığı ile karşılaştık. Boyu yarım metreden biraz fazlaydı ve dişiydi. Dolaştı, gezindi bize aldırmadan. Akdeniz’de, Ege’de giderek daha da az rastlanan bir köpekbalığı türü. Avcılıktan en fazla zarar gören türlerden biri. Onu Balıkçı adasının etrafında kanlı canlı dolaşırken görmek bizi çok sevindirmişti. Aslında Marmara Denizi köpekbalıkları için bir sığınak olabilir. Burada kayıtlara geçmiş 20 köpekbalığı türü var. Bir zamanlar büyük beyaz bile dolaşırdı bu sularda. Şimdilerde tür sayısı 13’e düştü. Akdeniz’de çok ender olan iri gözlü sapan köpekbalığı ve çivili köpekbalığı Marmara’nın ender yaşam hazinelerinden. Sadece bu ikisi bile Marmara’yı Akdeniz ekosisteminde çok özel bir konuma yerleştirmeye yeterli.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Köpekbalıklarının varlığı sağlıklı denizlerin göstergesidir. Bu nedenle denizleri sağlıklı ve dengeli tutmak için köpekbalıklarını korumak, daha doğrusu ortam koşullarını onların yaşamlarını sürdürebilecekleri şekilde sürdürmeye yardımcı olmak zorundayız. Köpekbalıklarını tüketircesine avlayabiliriz, bunu yapacak av gücümüz var. Ama bu şekilde davranmamız halinde denizlere de zarar vereceğimizi anlamak zorundayız. Besin zincirini kontrol altında tutan en önemli avcılar arasında yer alan köpekbalıklarını yok etmemiz halinde sistemin dengesine de zarar vermiş oluruz.
Kemal Can Kayar
virahaber.com
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.