İnsanı dönüştüren bir yolculuk: Likya Yolu
Kalbim dizkapaklarımda atıyordu. Yürüdükçe büyüdü göğüs kafesim, yürüdükçe bir şeylere dokundum; yıllar önce bir kuytuda terk ettiğim kendime mesela.
Kadim bir ormanın doruklarından hemen sonra bir tepeden baktım sana. Uçsuz bucaksız bir deniz, sonsuzluğa öykünüyordu. Orada gözlerini gördüm, ilk defa seni özlemiyordum.
Yaşar Özer / Vira Dergisi / Twitter: @yasarozer8
Bir yol insana neler katabilir? Bu sorunun cevabını kitaplardan okuyarak öğrenmek başka, sahici bir yolda yürüyerek anlamak başkaydı. Şüphesiz ki hayat bir yolculuktu, bunu hepimiz biliyorduk. Hepimiz bir şeyler uğruna yürüyorduk. Kimisinin amacı çok başarılı bir kariyere sahip olmaktı, bazısı zenginliği koymuştu ilk sıraya, kimininki memleket, kimisi de sevdası uğruna yürüyordu sadece. Kim ne için yürürse yürüsün, bir yerden sonra “aslolan yürümekmiş” derse şayet, işte o an ne için yürüdüğünün bir anlamı kalmayacaktı. Yola çıkılan amaçtan geçilecek ve amaç sadece yol olacaktı. İşte bunun tecelli ettiği yerde hepimiz aynıydık, tıpkı Likya Yolu’ndaki gibi.
Birçok kadim öğreti hep aynı şeyi söyler: Hayattaki gerçek keşif, kendini bilmektir. Ne kadar kendimizi biliyoruz, ne kadar kendimi bildim, bilmiyorum. Ama Likya Yolu sayesinde bildiğim bir şey var. Büyük şehirlerin kaosundan biraz olsun sıyrılıp oraya giden herkes, bir şekilde insan ruhuna ya da manasına dair bir anlama dokundu. Tam olarak tasvir edemiyorum bunu. İçimde bir yerde biliyorum sadece. Ölüdeniz’in biraz yukarısında, Ovacık’tan başladığımız yolculuğumuzun ilk safhalarında bile hissedilebilen bir şeydi bu.
Türkiye’nin ilk uzun mesafeli yürüyüş rotası
Likya Yolu, Fethiye’den başlayıp Antalya’ya kadar uzanıyor. Türkiye’nin ilk uzun mesafeli yürüyüş rotası olan yol, 1992 yılında Kate Clow’un başlattığı çalışmalar sonucunda 1999 yılında tam olarak hizmete açılmış. Çeşitli kaynaklarca dünyanın en iyi 10 uzun mesafeli yürüyüş rotasından biri olarak gösterilen Likya Yolu’nun toplam uzunluğu 509 kilometre.
Türkiye’nin en iyi manzarası da bu yol üzerinde yer alıyor. Gelidonya Feneri, 2007 yılında Türkiye’nin en güzel manzarası seçilmiş. Yol boyunca kırmızı beyaz işaretler ve tabelalar bulunuyor. İşaretleri takip ederek yolunuza devam ediyorsunuz. Böylece kaybolma riskiniz de en aza inmiş oluyor. İşaretleri kaybettiğinizde geri dönüp son işareti bularak yola kaldığınız yerden devam edebiliyorsunuz. Her rotanın bitiminde genelde köy ya da kasaba oluyor. Buralarda konaklayıp gıda tedarik edebiliyorsunuz. Tercihinize göre çadır kurabilir ya da pansiyonlarda kalabilirsiniz. Hem çadır kurma hem de odada kalma seçeneği sunan ‘camping’ler de mevcut. Fiyatları da gayet uygun oluyor. Bunun dışında yürüyüşçüler geceyi ormanda kamp yaparak geçirmeyi de tercih edebiliyor. Yeterli suyunuz ve gıdanız çantanızda olduğu takdirde istediğinizi seçmekte özgürsünüz, tamamen sizin tercihinize kalmış.
Yolun ilk parkuru olan Ovacık-Faralya parkurundan bir görünüm.
Likya Yolu Rotaları
Ovacık, Faralya, Kabak, Alınca, Sidyma, Gey, Bel, Kınık/Ksantos, Üzümlü, Gelemiş/Patara, Kalkan, Sarıbelen, Gökçeören, Çukurbağ, Kaş, Limanağzı, Boğazcık, Üçağız, Kale & Demre, Çayağzı, Demre/Myra, Finike, Karaöz, Adrasan, Çıralı, Beycik, Yukarı Kuzdere, Göynük Yaylası, Tekirova, Roma Köprüsü, Göynük, Hisarçandır, Çitdibi, Geyikbayırı.
Yerli halk çok içten
Likya Yolu’nu anlamlı kılan birçok etken var. Herkes tarafından dile getirilen ve en önemli özelliklerinden biri, yol boyunca karşılaştığınız insanların yaklaşımı. Sadece çeşme sormak için selam verdiğiniz bir abla, size sabah kahvaltısı hazırlayabiliyor. Yolunuzun kesiştiği camii cemaati tarafından bir anda alıkonabiliyorsunuz mesela; leziz bir yemek ikramı için tabii ki. Oradaki yerli halkın nazarında “yürüyüşçü” olarak anılıyorsunuz. Kasabaya inip sonraki rotanın başlayacağı yere gitmek için dolmuş sorduğunuzda, çantayı gören bir amca, “gelin böyle bir soluklanın” diyor. Sonra gelsin üzümler. Bunun gibi bir sürü şeyle karşılaşabilirsiniz Likya Yolu’nda. Pansiyona dönüştürülmüş köy evlerindeki yaklaşım da genelde çok güzel oluyor. “Camping” ya da “pansiyon” olarak anılan bu yerlerde çok uygun şartlarda konaklayabiliyorsunuz. Çadırda kalmak ya da oda kiralamak gibi alternatifleriniz mevcut. Kişi başı 10-15 lira gibi bir ücret karşılığında çadırınızı kurup tuvalet ve duş imkanlarından faydalanabilirsiniz. Akşam yemeği ve sabah kahvaltısı seçenekleri de mevcut oluyor. Örneğin biz sabah kahvaltısına 20 liradan fazla para vermedik. Hatta bir köyde 10 liraya, başka bir yerde de 15 liraya kahvaltı yaptık. Taze ürünlerle hazırlanmış, kümesten daha o sabah alınmış yumurtalarla üstelik. Bir sabah yol kenarındaki bir amcadan domates biber aldık kahvaltı için, yürüyüşçüyüz diye para istemedi. Konakladığımız yerde hesap öderken “Paranız var di mi?” diye soranlar oldu. Size İstanbul’da bir işletmeci hiç böyle bir soru sordu mu? Ben böyle bir şeye hiç şahit olmadım.
En önemli yoldaşınız; su
Suyun olmazsa olmaz olduğunu söylemeye gerek yok tabii. Ama yine de bazı detayları belirtmekte fayda var. Biz her rotanın başlangıcında 3 litre su ile yola çıktık. Su kaynaklarının olduğu ve hiç olmadığı rotalar söz konusu. Bu bilgilere Kate Clow’un yazmış olduğu Likya Yolu adlı kitapta erişebilirsiniz. Bunun dışında yerli halktan da bu anlamda bilgi alabilirsiniz. Şahsen suyu ekonomik kullanmanızı ve her rotanın başında yanınıza 3 litre su almanızı tavsiye ederim. Bazı rotalarda kaynak suları olduğu için yolda sularınızı yeniliyorsunuz. Fakat bazı yerlerde de hiç su olmuyor. Örneğin Adrasan-Çıralı rotasını bu anlamda örnek verebiliriz. Adrasan’dan ayrıldıktan sonra Olimpos’a ulaşana kadar su temin edebileceğiniz bir kaynak ya da yerleşim yeri yok. Yaklaşık 7-8 saatlik bir yolunuz var. Bu yol boyunca suyunuzu idareli kullanmanız gerekiyor. Adrasan’dan yola çıktıktan sonra 3-4 saat içinde bir yaylaya ulaşıyorsunuz. Biz gittiğimizde orada su ve çay satan iki çoban vardı. Onlardan temin etmiştik. Böyle varyasyonlar da olabiliyor. Fakat dediğim gibi, yaşam kaynağı su, yoldayken garantici olmak faydalıdır diye düşünüyorum.
Alınca Köyü'ndeki Catchy Camping’ten bir görünüm
Yolda hiçbir eşya kaybolmuyor
O kadar da değil tabii ama öyle bir durum da söz konusu. Birkaç günlük bir yürüyüş yapıyorsanız şayet, bir yerden sonra yolda karşılaştığınız yürüyüşçülerle arkadaş oluyorsunuz. Her karşılaştığınız insanla selamlaşmanın ötesinde illa ki bir dinlenme noktasında denk geliyorsunuz. Tanışılıyor ve hatta yola birlikte devam ediliyor belki de. Örneğin biz üç kişi gitmiştik, sonra bir baktık yedi kişi olmuşuz. Biri gözlüğünü düşürüyor, arkadan gelen başka biri yolda bulup ileride denk gelince gözlüğü sahibine teslim ediyor. Bir arkadaşımız fotoğraf makinesini unuttu, makine bile geri geldi. Peşimizden gelen iki turist makineyi getirip sahibine teslim etti. Bir sefer de şapka düşürüldü, o da geri geldi. Böyle durumlar da yola ayrı bir anlam katıyor. Bu anlamda Likya Yolu’na “hiçbir şeyin kaybolmadığı yol” da diyebiliriz. Tabii her zaman böyle olacak diye bir kaide de yok. Siz yine de dikkatli olun. Yolun bitmesine az bir zaman kala değerli bir eşyanızı aramak için geri dönmek istemezsiniz.
Yolla ilgili dikkatimizi çeken tek sorun, bilinçsizce çevreye atılmış çöpler. Likya Yolu’nu yürüyen insanlar genelde duyarlı ve doğa konusunda ciddi hassasiyetleri var. Fakat yine de bazı yerlerde doğaya bırakılmış konserve kutuları ve şişeler gibi metal ya da plastik malzemeler karşınıza çıkabiliyor. Öyle bir konsantrasyonun içinde böyle şeylerle karşılaşmak üzücü oluyor tabii ki. Birçok insan bu durumdan şikayetçi. Ellerinden geldiğince buldukları atıkları toplayıp ilk yerleşim yerinde çöpe atıyorlar.
"Burada insanı motive eden bir enerji var"
Hamza Kılıç
Reklam ajansında sanat yönetmeni
Likya Yolu’nun rotalarından biri olan Alınca Köyü’ndeki Catchy Camping’in Özkan Cevlan’la birlikte işletmeciliğini yapan Hamza Kılıç, işletmecilik dışında İstanbul’da sanat yönetmeni olarak çalışıyor. Likya Yolu’nun tarihi tarafının kendisini buraya çektiğini belirten Kılıç, “Burada insanı motive eden bir enerji var” diyor. Yolun insanlara verdiği enerjinin yanı sıra bilinç düzeyini de artıran bir tarafı olduğunu ifade eden Kılıç, Likya Yolu ile ilgili şunları söylüyor: “Beni buraya çeken şey, en başta tarihi tarafıydı. Likya en eski medeniyetlerden bir tanesi. Anaerkil bir toplummuş. Dünyadaki ilk federasyon sistemi burada kurulmuş. Letoon, Patara, Ksantos gibi liman kentleri, ticaretin yapıldığı yerler. Tabii o zamanlar kölelik sistemi varmış. Ancak toplum anaerkilmiş, en çok kadınların sözü geçiyormuş. Mesela mecliste kadınlar aday gösteriyorlarmış. Tabii bu durum zamanla değişmiş. Savaşlar olunca fiziksel üstünlüğü olan erkek gücü devreye girmiş. Yönetim erkeklere geçmiş. Ayrıca Likya genel olarak şu anki Amerika'nın federasyon sistemine de ilham vermiş. Bugünkü Amerikan meclisinin girişinde sanırsam Likyalıların yazdığı manifesto gibi bir yazı var. Dolayısıyla onlar da Likyalılardan esinlenmiş. O açıdan da buranın ayrı bir önemi var. Tarihsel açıdan çok anlamlı olan bir yer bizim topraklarımızda yer alıyor. Bu tarihsel faktörlerden dolayı da ciddi bir enerji var burada. İnsanı motive eden, bilinç düzeyini artıran olaylara rastlıyorsunuz. Onun dışında yürüyüş parkuru olmasından dolayı dünyanın değişik ülkelerinden rağbet oluyor. Burası dünyanın en iyi 10 yürüyüş yolundan bir tanesi. Buraya gelen insanların çoğu belli bir bilinç düzeyine sahip oluyor. Bu yüzden de bir bilgi havuzu oluşabiliyor buradaki duraklarda. Bizim de işletmeci olarak aslında ilgilendiğimiz kısmı bu. Cebimizi doldurup hayatımızı ekonomik açıdan belirli bir noktaya getirmek gibi bir hayalimiz yok. Gayemiz buradaki sistemde böyle bir bilgi havuzunun oluşabileceği bir nokta olmak. Tüm derdimiz bu.”
"Bu yol insanı bir sonraki adıma çekiyor"
Basri Bidav
Özel sektörde satış sorumlusu
Likya Yolu’nu ikinci kez yürüdüğünü söyleyen Basri Bidav ise, “Bu yol insanı bir sonraki adıma çekiyor. Bir yerlere gel diyor. Burada insan Likya Yolu'nu yürüyor ama kendi içine yürüyor aslında” diyerek tarif ediyor hissettiği duyguları. İstanbul’da özel sektörde satış sorumlusu olarak çalışan Basri Bidav, ilk gelişinde 5 günde yaklaşık olarak 170 kilometre yol yürümüş. Likya Yolu’nu yürüyen bir insanın aynı zamanda kendi içine bir yolculuk yaptığını ifade eden Bidav, kendisiyle yaptığımız mülakatta şunları söylüyor bize: “Şehirde hiçbir yerde duyamayacağınız sesleri, göremeyeceğiniz tonları ve duyguları burada buluyorsunuz. Ormanın olduğu her yerde vardır tabii ama burada farklı bir atmosfer var. Adım gibi biliyorum ki en kısa zamanda burayı bir daha yürüyeceğim. Burayı yürürken yol üzerinde güncel hayatla ilgili en çok dikkatimi çeken şey, işletmeciler olsun, köylüler olsun, inanılmaz derecede misafirperver ve yardım sever. İnsanlar bir şekilde yardımcı olmak istiyorlar ve ikramda bulunuyorlar. Türkiye'nin maalesef her yerinde bu olay yok. Buradaki insanların en çok dikkatimi çeken özelliği buydu. Bezirgan Köyü’nde bir akşam kaldım mesela. Orası bir Alevi köyüymüş. Orada ahşaptan ambarlar vardı, böyle yerden 1,5-2 metre yukarıda. Orası 1,800’lü yıllarda, Osmanlı zamanında büyük bir kasabaymış. Tiyatrosu, borsası falan varmış. Tahıllar İç Anadolu’dan toplanıp Bezirgan Köyü'ne getirilir, oradaki ambarlarda bekletilirmiş. Bir çeşit borsa yapılıyormuş orada. Piyasa fiyatı belirlenip sonrasında mahsuller öküz arabalarıyla, at arabalarıyla Kaş'a limana indirilirmiş. Osmanlı'nın çok ciddi bir tahıl borsası orada dönermiş. Şu anda o köy yaklaşık 100 hane falan. Erol abimiz var orada sağ olsun. Bu bilgileri bize o anlattı. 34 km yol yürümüştüm ben oraya gittiğim zaman. Akşam 10'da yemeği yedik 4-5 saat bunun sohbeti oldu o yorgunluğun üzerine. O anlatıyor, ben dinliyorum. O yüzden hiç aklına gelmeyecek bilgiler öğreniyorsun burada. İnsanlardan daha farklı şeyler görüyorsun.”
Likya Yolu’nun hayatı sorgulamaya sebep olduğunu söyleyen Bidav, “Mesela suya bakıyorsun ve diyorsun ki biz ne yapıyoruz İstanbul'da, sabah dokuz, akşam altı. Araban var, bir üst modelini alayım, ev alayım falan. Peki ya sonra? Sonrası yok. İşte burada o soruyu sorduruyor yol sana” diyor. Kate Clow’a da yaptığı çalışmalardan ötürü teşekkür etmek istediğini söyleyen Bidav, “Kendisini görme fırsatım olmadı. Bir buket çiçekle gitmek isterdim ona” diyerek noktalıyor sözlerini.
"İstediğin kadar oku, yaşayarak görmek çok farklı"
Murat Bidav
Edebiyat öğretmeni
Likya Yolu’na ağabeyi Basri Bidav’ın tavsiyesi sonucu gelen Murat Bidav da yolun eğitimdeki yeri ve Likya Yolu’na gelmeden önce insanlarda oluşan önyargılar hakkında konuşuyor. İstanbul’da edebiyat öğretmenliği yapan Murat Bidav, “Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” sorusunun cevabının “kesinlikle çok gezen” olduğunu belirterek şöyle sürdürüyor konuşmasını: “İnsanlarda şöyle bir korku var: ‘Sen yolu bilmiyorsun’, bu bir korku. Bir diğeri ise, ‘o coğrafyayla ilgili, yol ve ya tarihi hakkında bir tecrübeye sahip değilsin, nasıl yürüyeceksin’ şeklinde oluyor. İnsanlara bir rehber kitabı okuyup yola çıkmak sıkıntılı ve sıkıcı gelebiliyor. Fakat yürüdükçe bir şeyler öğrenmek ve bu bilgilerin kalıcı olarak sana yansıması gelecek nesillere aktarılması açısından da çok önemli. Bu deneyimi canlı olarak yaşamak da kendi içinde ayrı bir coşku yaşatıyor. İstediğin kadar oku, bunları yaşayarak görmek çok farklı. Biliyorsunuz KPSS'ye çalışırken coğrafya bilgisi çalıştık. Çok da iyi derece alarak KPSS'yi kazandım ama bir kayanın parçalanmasını görmek o coğrafya bilgisiyle eşdeğer değil. Bunu kesinlikle hissedebiliyorsun. Yol bir yandan bitsin istiyorsun, çünkü fiziksel bir yorgunluk hissediyorsun. Ama beyin olarak da gittikçe açıyor seni. Yaklaşık 18-19'uncu kilometrede “biz bir bu kadar daha yürürüz” güvenini hissettiriyor. Bir özgüven yaşıyor insan. Böyle bir durum söz konusu. Sanki bu yol hep sürüp gidecekmiş gibi hissediyorsunuz. Ama bence Türkiye'deki doğaya çıkıp yürümeye dair bir korku var. Bende de vardı o korku. Şu da bir gerçek ki modern insanın bunalımını kırması için doğaya ihtiyacı var. Şehir hayatının yaşattığı o bunalımı burada kırıyorsun. Bu gerçekten dönüm noktası oluyor. Demin de bahsedildiği gibi modern insan hep fazlasını istiyor. Ama fazlası da yok. Hepsi budur. Mesela 80 yaşında hiç evlenmemiş bir köylü ile konuştuğunuzda, modern insana göre ne kadar farklı olduğunu görüp, bunu rahatlıkla hissedebiliyorsunuz.”
"Burada tamamen dayanışmacı bir ruh var"
Abdullah Özdil
Emekli bankacı, Beşiktaş kulübünde görevli
Basri Bidav ve Murat Bidav’ın eniştesi olan Abdullah Özdil, Likya Yolu deneyiminin hangi yaşta olursa olsun her insanın mutlaka yaşaması gerektiğini söylüyor. 63 yaşında olduğunu ve “iyi ki gelmişim” dediğini belirten Özdil, şöyle anlatıyor Likya Yolu tecrübesini: "Ben uzun yıllar futbol oynadım, yani hep sporun içindeydim. Emekli bankacıyım ve şu anda da Türkiye'nin üç büyük kulübünün en büyüğü olan Beşiktaş kulübünde görev yapıyorum. Hayatım sporla geçti. Bu yürüyüşü bize öneren, böyle bir eyleme teşrif eden Basri yeğenimdi. Sağ olsun onun katkılarıyla geldik. Buradaki bir şey benim dikkatimi çok çekti. Sporda hep bir yarışmacı ruh vardır ama burada o yarışmacı ruh yok, tamamen dayanışmacı bir ruh var. Herkesin birbirine olan yardımı ve bilgi birikimini aktarması anlamında müthiş bir dayanışma var. Bir de bu güzelliği, bu tabiatı gördükten sonra ‘bugüne kadar biz boşuna yaşamışız’ dedim. Görmediğimiz, tadını almadığımız çok güzel şeyler varmış, onu fark ettim. 13-14'üncü kilometreye gelince ‘bir bu kadar daha yürürüz’ diyen de benim. Bizi o hale getiren, o şekilde motive eden çok güzel anlar yaşadık. Parkuru bitirmeme 1 metre kala da sakatlandım. Bugün bütün ısrarlarıma rağmen yine de beni aralarına almadılar ayağım iyileşsin diye. Onun da hırsını yaşadım aynı zamanda. Gerçekten herkes tarafından görülmesi ve hangi yaş olursa olsun yaşanılması gereken bir duygu bu. Yaşım 63, iyi ki de buraya gelmişim."
Not: Bu yazı, Yaşar Özer tarafından Vira Dergisi için kaleme alınmıştır.
Kabak-Alınca parkurundan Kabak manzarası
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.