Herkese merhaba!
6 aydan fazla süredir Amerika'da yaşıyorum. Türkiye'deki tanıdıklarımdan en sık aldığım soru ise "Alıştın mı?" Kanımca, insan zamanla her şeye alışabiliyor. Eve, işe, yollara, binalara...
Bu kısa zaman dilimini bir sözcükle tarif etmem gerekirse, "büyük".
Evet, burada her şey çok büyük, çok gösterişli, çok ihtişamlı, hatta çok kalabalık!
Şimdi sizi, cümbüşün tam ortasına götüreceğim.
Spor, hele de tenis severler, beni takip edin!
Burası, Flushing Meadows… US Open Tennis Championship'in (Amerika Açık Tenis Şampiyonası) yapıldığı yer. Girişte dikkatimi çeken ilk detay, etrafın temizliği ve bakımlılığı oluyor. İnsanlar sırayla, bazen bekleyerek, söylenmeden içeri giriyorlar.
Turnuva başlamadan önceki cumartesi günü… "Kids Day" olarak belirlenmiş.
Çocuklar için çeşitli süslemeler, toplar hazırlanmış; tenis oyuncularının katılacağı aktiviteler düzenlenmiş. İlginç ama... Ağlayan sızlayan, şımaran çocuk yok; kasılan, sinirlenen anne baba yok. Çocuklar her yanda, şenlik havası var.
Çocuğu olmayan biz büyükler için, bambaşka bir aktivite serisi mevcut: Tenis oyuncularının antrenmanları. Her oyuncu için belli saatlerde, belli kortlar rezerve edilmiş.
İzleyiciler için girişlerin ücretsiz olduğu bugün, herkes gidip dilediği kortta oturabiliyor.
Bir antrenmanın 1-1,5 saat sürdüğü düşünülürse, aynı gün içinde birden fazla oyuncunun antrenmanını izleyebiliyorsunuz. Aradaki 7 kültür farkını bulabiliyor musunuz sayın seyirciler?
Kimse sahaya atlamıyor, taşkınlık yapmıyor. Yer için de kavga etmiyorlar.
Sadece çocuklar sıkça hareketleniyor. Antrenman bitimlerinde topları saha kenarında oturdukları yerden uzatıyorlar ve şanslı olanlar imzayı kapıyorlar.
Rafael Nadal imza dağıtırken
Geçen yılın şampiyonu Naomi Osaka'yı; genç yeteneklerden Coco Gauff'u; Stan Wawrinka ve Gael Monfils gibi tecrübeli oyuncuları canlı olarak izleyebildiğim için çok memnun oldum.
Geçen yılın şampiyonu Naomi Osaka
En çok etkilendiğim antrenman ise şüphesiz temmuz ayında Wimbledon'u kazanan Simona Halep'inkiydi.
Simona Halep tüm enerjisiyle koşuyordu. O koşarken, saha kenarında bir adam onu izliyordu.
Ayakta duran adam, Daniel Dobre, genç kadının koçuydu. Oyuncusu ara vermediği müddetçe o da ara vermiyor, ayakta durmaya devam ediyordu.
Olduğu gibi duruyor; onu, arkası, sağı, soluyla hiç ilgilenmiyordu. Tüm dikkati oyuncusundaydı, gerisi teferruattı. Buna benzer bir sahneye Gürcistanlı oyuncu Basilashvili’nin antrenmanında şahit olduk. Koçu, antrenman bitiminde, sahaya yakın olanların duyabileceği şekilde performansını yorumluyordu. "Seninle gurur duyuyorum. Hatalarını anlamaya ve onları düzeltmeye çalışıyorsun."
Değerli sporcuların ve kıymetli spor adamlarının daha bol yetiştiği bir kültür yaratmamız dileğiyle...