Gemi Sökümcüsü Rize’li Şakir Kopuz
Yazan: Osman Öndeş (Araştırma Makalesi)
Gemiler yaşlandığında gemi söküm tersanelerine terk edilmekte. Bu konuda “Haliç’ten Aliağa’ya gemi söküm tersaneleri” başlığı ile bir makale çalışması yapmıştım. Bu makalem hayli zamandır yayındadır.
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Bölge Planlama Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Büşra Gezer; Haliç- Aliağa bağlamında gemi söküm tersaneleri konusunu işçi- işveren ilişkileri, sağlık koşulları, konuları, uluslar arası kurallar vs gibi ayrıntılarla çalışarak bir tez hazırlamakta. Kendisine başarılar temenni ederim. Çok yoğun bir çalışma sürdürmekte. Bu vesile ile Haliç- Aliağa gemi söküm tersaneleri konusunu tarih süzgecinde daha da ayrıntılı olarak inceledim. Ortaya çıkan sonuç şaşırtıcı olabilir, ama gerçektir; Haliç’teki Gemi Sökümcüleri ile Aliağa’daki gemi geri dönüşüm tersanelerinin arasında hiçbir bağlantı yoktur. Aliağa’daki geri döşüm tersaneleri Haliç’ten intikal etmiş yatırımcılar değillerdir. Haliç’ten Aliağa’ya intikal etmiş olan gemi hurdacısı Şadan Kalkavan’ın kardeşi Aynur Kalkavan olmuştur. Ayrıca Haliç’de düzenli bir gemi söküm tersaneleri bölgesi gibi bir bölge de olmamıştır.
Haliç ile Aliağa gemi söküm tersaneleri arasında bir bağlantı yoktur.
Bu gerçek, arada çok uzun senelerin olmasından da ileri gelmektedir. Haliç’te gemi sökümü yapanlar bir bakıma “Hurdacı” kişilerdi.
Hepsi sadece ya devlete veya tüccara ait gemileri açık artırma ile veya aralarında pazarlık yaparak satın aldılar. Hiçbiri yurtdışından söküm için gemi satın almadı; Bazıları dalgıç takımı kurdular, kendileri de dalgıçlık yaptılar. Türkiye sahillerinde, özellikle Karadeniz Ereğli’de, Amasra’da, Zonguldak’ta fırtınada batmış armatör gemilerini söktüler.
Hurdalıkları ile gemi söküm alanları arasında çok farklı olanları da vardı. Gemiler çoğunlukla Kalafatyeri’nde sökülürdü. Ayakapı- Fener arasında Eugene Eugenides, Fener-Balat’ta Hüseyin İlhami, Balat’ta Bulgar Sveti Stefan Kilisesi’nin hemen bitişiğinde İbrahim Kalkavan ’ın hurda gemi söküm yaptığı bir sahil ve deposu vardı. Hasköy’de Avram Kohen ve yine Hasköy’de Sadri Kızılırmak ve Veli Cantepe gemi sökümü yaparlardı. Gemi sökümcüsü Nevruz oğlu İbrahim Yenigün ayni zamanda dalgıç idi. Hüseyin İlhami ’nin Gemi söküm şantiyesi Haliç Balat’ta Bereket Sokağı sahilinde idi. Bu söküm şantiyesini sonraki yıllarda Şadan Kalkavan ve kardeşi Aynur Kalkavan kiralamıştır.
İlhami Söker olarak bilinen Hüseyin İlhami, söktüğü gemilerin demir aksamını İtalya, Romanya, Yugoslavya ve Macaristan’dan gelen müşterilerin hep kendisinden satın aldığını anlatmıştır. Bosforos isimli batıktan çok para kazandığını da anlatmış olan Hüseyin İlhami, söktüğü gemi sayısının 100’den fazla olduğunu kaydeder.
Maliye Vekaleti tarafından gazetelere verilen “Ertuğrul yatı ve hizmet dışı gemilerin satışı” başlıklı ilan.
Maliye Vekaleti’ne devredilen hizmet dışı kalmış tüm harp gemileri gibi, Ertuğrul Yatı da hurdaya satılmak üzere Maliye Vekaleti’ne bırakılmıştı. Maliye Vekaleti’nin 11 Kasım 1953 tarihinde satışa çıkardığı hizmet dışı gemilerin birinci satırındaki gemi “Ertuğrul Yatı” idi. Satışa çıkartılan harp gemileri ise; Kocatepe muhribi, Muin-i Zafer korveti, Adatepe Muhribi, Berk korveti, Orhaniye vapuru, Dumlupınar Denizaltısı, Gür Denizaltısı, Sakarya Denizaltısı, I. İnönü Denizaltısı, II. İnönü Denizaltısı, Marmara Vapuru ve Değirmendere Römorkörü, Zuhaf (Preveze) vapuru’dur. Maliye Vekaleti, Haliç’te Denizcilik Bankası’nın yeni atölye rıhtımında kıçtan kara bağlı yatan Ertuğrul Yatı için satış bedeli olarak 228.153 lira bedel biçmiştir. Bu bedel satışa çıkartılan diğer 12 harp gemisine karşılık en yüksek rakamdır! İlhami Söker bu gemileri kendi tersanesinde sökmüştür.
Haliç Kalafat Yeri sahilinde onarım için ya da sökülmek için bağlamış ticaret gemileri.
Sultan II. Abdülhamid devri Osmanlı Donanması da yaşlandıkça, Hasköy’den Kasımpaşa’ya kadar olan sahilde kıçta kara bağlı kalmış ve zaman zaman sökülmüşleridir. Gemi Sökümcülüğü başlangıçta özgün bir ticaret yatırımı olarak görülmemiş ve muhtelif müteşebbisler hurdaya çıkan bir gemiyi alarak çoğunlukla Kalafat Yeri, Paşabahçe, Beykoz, fakat yoğun olarak Haliç’te Keresteciler/Yemiş, Cibali, Ayakapı, Fener, Balat, Azapkapı, Hasköy, gibi sahillerde söküm yapmışlardır.
Hamidiye hafif kruvazörü Paşabahçe’de sökülmüştür. Şirket-i Hayriye’nin bazı vapurları da hizmet dışı kaldıklarında Paşabahçe Koyu’nda bağlamış, aralarında su alarak batanlar dahi olmuştur. Bu vapurlar Paşabahçe’de sökülmüşlerdir.
Gemi sökümcüsü, o devre göre gemi hurdacısıdır. Gemi Sökümü Marmara kapsamında metal sanayi fabrikalarının bulunduğu İstanbul Kartal bölgesinde ve ayrıca kısıtlı sayıda Erdek’te de yapılmıştır. Kartal’da kurulu Metal Ağır Çelik İzabe San. Ve Tic. Ltd. tesislerinde sökümü yapılan iki gemi kaydı tespit edilmiştir. Bu gemilerden “Suecia” 1929 Swan,Hunter & Wigham Richardson, Wallsend kızaklarında inşa edilmiş 2210 dwt. yolcu- yük gemisi idi. 1970’de hurda olarak İstanbul, Kartal’da kurulu Metal Ağır Çelik İzabe San. ve Tic. Ltd. Şti.’ye satıldı. Ekim 1973’den itibaren Kartal’da söküldü.
Haliç’ten gemi tersaneleri Tuzla’ya intikal ederken, Haliç’te gemi sökümü de yasaklandı. Fakat zaten o yıllarda gemi sökümü son derece sınırlı halde idi. Hurdaya çıkarılan gemilerin çoğunlukla İtalya’ya satıldığı görülür. İnsan kaynağı bakımından da, Haliç’te faaliyet gösteren ve isimlerini kaydettiğim gemi sökümcüleri zaten hayatta değildiler.
Has
Armatör ve gemi sökümcüsü İbrahim Kalkavan
Asıl mesleği armatörlük olmasına karşın, son yıllarında gemi sökümcülüğüne ağırlık vermiş ve Fener’de Bulgar Sveti Stefan Kilisesi’nin hemen duvarından itibaren sahile kadar ulaşan No. 66 ve No.68’deki depolardan oluşan mahalde çok sayıda gemi sökümü gerçekleştirmiştir.
Rize İli İyidere ilçesi Saray köyünden idi. Doğum tarihi 1885’dir. Küçük yaşta denizciliğe olan merakıyla iyi bir denizci olmuştu. I. Dünya Harbi yıllarında dayısı Manizâde Hacı İbrahim Efendinin “Vatan” adlı vapuruyla altı ay sürekli askeri malzeme taşımıştır. Daha sonra yine “Taif” adlı yelkenli taşıt gemisiyle ordu için Zonguldak’tan kömür taşırken bir Rus denizaltısının saldırısına uğrayarak teknesi batmış, fakat mürettebatını kurtarmasını bilmiştir.
Gemi sökümcüsü ve hurdacısı İbrahim Kalkavan’ın hurda demir atelyesi ve deposu ve söküm yeri Fener’de Bulgar Sveti Stefan Kilisesi’nin hemen duvarından itibaren sahile kadar ulaşan No. 66 ve No.68’deki depolardan oluşuyordu.
“Antalya” vapuruyla Cide’ye götürdüğü askeri malzemeyi boşaltıp dönerken, yüklediği kömürü İstanbul’a avdet seyrinde Karasu önlerinde Rus harp gemilerinin saldırısına uğrayarak gemisini baştan kara etmiştir. Bu saldırıda Çarkçıbaşı Cemal ile Kâtip Kemal şehit olmuşlardır. Daha sonra Fransızlardan ele geçirilen Kaplan römorkörüyle Romanya’dan askeri malzeme taşımaya devam etmiştir. Rusların Karaburun önlerine dökmüş olduğu mayınlara çarparak batan romorkörden yaralı olarak karaya çıkmayı başarmış, ancak mürettebatından Rizeli Cafer, Sadık, Hüsameddin, Göreleli Hakkı, Ahmet, Trabzonlu Asaf ve Tirebolulu Yusuf şehit olmuşlardır.
Yine bir Romanya seferi sırasında Tarık römorkörü yedeğinde yelkeniye yükledikleri askeri malzemeyi İstanbul’a götürecekleri sırada Karadeniz’de yollarının Rus harp gemileri tarafından kesildiklerini öğrenmeleri üzerine gece karanlığında İstanbul’a ulaşmaya başarmıştır.
21 Temmuz 1921 Tarihinde Yunan Bandıralı Taksoz Braksi savaş gemisinin baskınına uğrayan İbrahim Kaptan ve 160 yolcusu Çaltı Burnu açıklarında İğne Ada’ya götürülmüş ve türlü işkencelere maruz kalmış ve Atina Üsera kampına hapsedilmiştir. 11 Aralık 1923 tarihinde serbest kalan İbrahim Kalkavan Kaptan İstanbul’a dönmüştür.
Türk Armatörleri Birliği Yönetim Kurulu Başkanı olarak da görev yapan İbrahim Kalkavan; Rize eşrafından Kaptan Rıza Kalkavan ve Zeliha Kalkavan’ın oğlu, İsmail Kalkavan, Nâzım Kalkavan ve Ayşe (Kalkavan) Tarı’nın ağabeyi, Sabahat ve Zeki Kalkavan’ın babası, Hüseyin Avni ve Muazzez Kalkavan’ın kayınpederi, Nebil, Neslihan, Levent ve Cem Kalkavan ve Nebile Erensoy’un dedesiydi. Ziya Kalkavan, Fevzi Kalkavan ve Halis Kalkavan, Abdullah Kalkavan, İrfan Kalkavan, Fuat Kalkavan, Rıza Kalkavan, Kayhan Kalkavan ve Mete Kalkavan’ın amcası oluyordu. 11 Ekim 1970 Pazar günü vefat etti. Cenazesi 13 Ekim 1970 Salı günü 09.30’da Kadıköy - Feneryolu Gazi Muhtar Paşa Sokak No.45’deki evinden alınarak Fatih Camii’nde kılınan öğle namazını müteakiben Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği’ndeki aile kabristanında defnedildi.
Sadri Kızılırmak ve Veli Cantepe hurda gemicilik
Sadri Kızılırmak ve Veli Cantepe hurda gemicilik Haliç- Hasköy sahilinde idi.
Çelikel şirketine ait “Kanarya-5” şilebi de Eylül/Ekim 1965’de Sadri Kızılırmak ve Veli Cantepe tarafından Hasköy’de sökülmüştür.
Hasköy’de gemi sökümü yapan birdiğer gemi hurdacısı Avram Kohen idi.
Gemi sökümcüleri söktükleri gemilerden çıkan hurdalar neler ise doğrudan kendileri satamazdı. Ancak Milli Emlak Müdürlüğü – İstanbul Defterdarlığı gazetelerde ilan eder ve pazarlıkla satış yapılabilirdi.
Dalgıç ve gemi hurdacısı Şakir Kopuz’un hurda demir atelyesi, deposu ve söküm yeri Cibali, Ayakapı No.176’da idi. Gemi sökümcüsü ve hurdacısı İbrahim Kalkavan’ın hurda demir atelyesi ve deposu ve söküm yeri Fener’de Bulgar Sveti Stefan Kilisesi’nin hemen duvarından itibaren sahile kadar ulaşan No. 66 ve No.68’deki depolardan oluşuyordu. Yine gemi sökümcüsü ve hurdacısı Mehmed Alp’in hurda demir atelyesi, deposu ve söküm yeri Fener’de Abdülezelpaşa Cad. sahili No. 326’da idi.
İstanbul Defterdarlığı’ndan 1946 yılında yapılmış olan “Pazarlıkla Satış İlanı”nda bu hurdacılar ve satılacak olan hurdaları cinsleri ve ağırlıkları ile verilmiştir. Bunların; hurda bakır, sarı, zincir, sac demir, pik olduğu yazılıdır. Aliağa’daki gemi geri dönüşüm tersanelerinde böyle bir durum mevcut değildir.. Bu bakımdan da Haliç ile Aliağa gemi söküm tersaneleri tamamıyla ayrı yapıdadırlar.
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Feridun Kandemir 1937 Şubat ayı son günlerinde Haliç’i Cibali’den başlayarak Ayakapı, Fener, Balat, Ayvansaray’a kadar dolaşmış ve Haliç’i gemi mezarlığına benzetmiştir. Ayakapı’da görüştüğü bir gemi sökümcüsü ile yaptığı sohbet “Vapur mezarlığında meraklı bir dolaşma” başlığını taşır.
Şöyle anlatır; Bizans’tan, Osmanlı’dan buyana nice kıymetli tarihi eserleri bağrında barındıran, birzamanlar sahil saraylarının olduğu kıyılarda hoyratça bir yıkım almış başını gidiyordu. Birbakıma limanı olmayan İstanbul için Haliç doğal ve çaresiz limandı. Zaten Fatih Sultan Mehmet saltanatı yıllarından başlayarak Kağıthane’den Kasımpaşa’nın sonuna kadar o sahillere yayılmış olan Tersane-i Amire kızakları, zamanla Taşkızak, Camialtı ve Kasımpaşa tersaneleri olmuş, daha sonraki yıllarda Ayvansaray’daki çektirme, mavna ve sandal yapım kızakları arasına hurdaya çıkartılan gemilerin söküm yapıldığı tezgahlar yayılmıştı. Kalafatyeri’nde adı üstünde hem ahşap gemilerin kalafatlanması yapılırdı ve hem de artık hizmet yapamayacak kadar eskimiş olanlar sökülürdü.. Daha da sonrası ayni sahillerde ticaret gemilerinin sökümü yaygınlaştı. Bazı gemileri kendi armatörleri adam tutup söktürdü, kimilerini ise ilanla duyurup elden çıkardı ve işin erbabı olan Kalafatyeri, Fener, Balat ve Ayvansaray’daki hurdacılar bu gemileri söktüler.
Feridun Kandemir şöyle diyordu; “Buralarda her çeşit gemi sökülüyor..İşte bunlardan bunlardan biri.. Yıllarca sefasını sürdüğümüz yandan çarklı Büyükada vapuru..
Her gemi hizmetdışı kalınca hurdaya çıkartılır.. Fakat o ilk yıllarda aklına esen nereyi bulduysa Haliç’teki o sahilde gemi sökümü yapardı. Haliç gibi “Altın Boynuz” diye taçlandırılan bir berzaha, İstanbul’un lağım kanallarını bağlamak, dünya üzerinde benzersiz ve yüz karası bir akıl tutulması idi. Haliç’in her köşesi ve kıyısı nice uygarlıklara tanık olmuş iken Fener’le Balat arasını gemi söküm mezarlığı olarak değerlendirmek de, ne yazıktır ki bir gerçeğin itirafı oluyordu.
Gemiler, yaşlandığında ille de Fener - Balat arasındaki “Vapur Mezarlığı”na gitmeliydiler?
Yandan çarklı Büyükada vapuru
Bahriyeli Ali Fahri Bey’in oğlu Feridun Kandemir bir taraftan “Büyükada” vapuruna olan tutkusunu anlatırken, diğer yanıyla Fener Balat arasındaki sahilin “Vapur Mezarlığı” olmasını resmetmektedir!
Büyükada vapuru İngiltere’de J & G Thomson, Clydebank (Kızak İnşa No 277) tersanesinde 1895 yılında inşa edilmişti. Pek özene bezene inşa edildiği anlatır. Salonları, koltukları, perdeleri birer sanat eseri sayılırdı. İki adet diagonal buharlı makinesi vardı ki, yandan çarklı olarak sancak iskele bu çarkları bağımsız kumanda ile döndürebilmekteydi. İlk armatörlük firması
Blackpool’daki North Pier Steamship Company idi. I.Dünya Harbi yıllarında mayın gemisi olarak hizmet verdi. 1923’de Abercorn Steamship Company satın aldı ve 1925’de Seyri Sefain İdaresi satın alarak Büyükada adını verdi. Şirketin adı “Akay” olarak değiştirildi. 1936 yılı sonunda gemi sökümcüsüne satıldı ve 1937 yılı ilk aylarında sökümü tamamlandı.
Büyükada vapuru ile İstanbul ahalisinin bir gönül bağı oluştuğundan sökülmesi üzüntüye neden olmuştur.
Feridun Kandemir devam ederek şöyle anlatır; “İnsanların mezarlığı olur da, vapurların olmaz mı? Ancak vapurlar, burada bizim gibi toprağın altına gömülmüyorlar, bir başka türlü yok oluyorlar. Evet, şu garip dünyada yok oluşun bile birsürü başka şekli var. Bir gün şampanya şişeleri ile doğuşu kutlanarak bir taze gelin gibi ışıldayan sulara inen vapur da, yıllarca denizlerde süzüldükten, ve yıllarca enginleri aştıktan, diyar diyar dolaştıktan sonra, bir rüya gibi geçen bu ömrün sonuna eriyor. İşte Haliç’in, Fener’le Balat arasındaki sessiz kıyıda, kirli sulara harap, perişan yaslanmış şu tekneler, onlardır. Buraya çekilen bir geminin artık bacası tütmeyecek, çarkı dönmeyecek, dümeni kıvrılmayacak ve düdüğü ötmeyecektir. Onun ocağı ebediyen sönmüş ve sesi kesilmiştir. Hatırlarsınız belki, sekiz sene evvel İstanbul’a geldiği zaman, gazetelerde resimleri çıkan, adı dillerde dolaşan yandan çarklı Büyükada vapuru... Bir o zamanki halini düşünün; yeni boyanmıştı, her tarafı pınl pırıldı. Al perdeleri, kadife kanepeleri, endam aynaları, şen, şakrak yolcuları vardı... Baygın sesinin akisleri yorgun bir martı gibi vardığı Ada çamlıklarında dolaşırdı. Yan gelip yaslandığı Köprü iskelesinde, gelip geçeni alaylı alaylı süzer ve kapkara dumanını savurarak yolcularla şakalaşırdı. Gelin, bir de şimdiki haline bakın... Denizden fırlamış kırık bir demir parçasını andıran baştarafındaki adını görmeseniz, bin şahitle onun “Büyükada” olduğuna inanamazsınız. Beş on gün sonra ise bu isim de kaybolacak ve “Büyükada” vapuru tarihe karışacaktır. Daha şimdiden onun tarihini anlatanlar var: “İki yüz yirmi bin liraya alınmıştı. İstanbul’a gelince baştanbaşa tamir, tefriş ve tezyin edilmişti. O günlerde bununla öğünenler vardı. Adaya giderken ona binebilmek için saatlerle bekleyenler vardı. Yenilenmesi ve iç süslemelerinin yapılması için altmış bin liradan fazla sarf edilince bu vapur aşağı yukarı bize üç yüz bin liraya mal olmuştu. Ya, Şimdi? Büyükada hurdaya çıkartıldı ve dört bin liraya satıldı. İtiraf edelim ki, hiçbir eşyanın alış ve satış fiyatları arasında bu derece müthiş bir farka tesadüf edebilmek mümkün değildir. Nerede üç yüz bin lira, nerede dört bin lira?
Peki bir vapur nasıl ölür, nasıl yok edilir?
Gayet basit; Yaşı ilerledikçe tamirler, havuzlamalar fayda vermemeğe başlar ve bir gün gelir ki, artık ona, ittifakla “Bitti, halin kalmadı” denir. O zaman bir mütehassıs fen heyeti toplanır, uzun uzadıya muayene eder, hesap eder, kitap eder ve hükmünü bildirerek defin (Gömme) ruhsatı verir. Mamafih insanlar gibi kazaya belâya uğrayan vapurlar da vardır. Bir tayfuna tutularak, yahut çarpışarak gençliğine doymadan gidenler, harplerde yaralanarak batanlar, aşka gelip karaya vuranlar, kayalara çarparak parçalananların hesabı ayrıdır. Bizimkiler, yani eceli ile ölenler, böylece raporu alınca pazara çıkabilirler ve bir haraç mezattır gider. Nihayet tekne arttıranın üstünde kalır. İşte o zaman vapurun canına okunmuş demektir. Ellerinde keserlerle, çekiçlerle, testerelerle, bir işçi kafilesi geminin dört bir tarafına yayılır, bir tahrip ameliyesidir başlar. Sabahtan akşama kadar, başından kıçına, direğinin tepesinden, gövdesinin dibine kadar geminin her yani adeta inim inim inler durur...Zaten satılmadan evvel, asıl mal sahibi tarafından yükte hafif, pahada ağır neler varsa kaldırılmıştır. Meselâ sofra takımları, sandalyeler, kanepeler, masalar, perdeler, bazı nakli mümkün alet ve edevat... Sökülüp alınmıştır. Bu sefer iş güverteden başlar. O, bir zaman şen çiftlerin kolkola gezip dolaştıkları güvertelerin döşeme tahtaları birer birer koparılır, arkasından direk çıkarılır, merdivenler indirilir, baca parçalanır, bir çorabın sökülüşü gibi, gemi ağır ağır erimeğe başlar.
Hurda sökümü yapanlarla arasında bir sohbet devam eder. Suyun üstünde bir yığın paslı demiri andıran zavallı Büyükada vapurunu göstererek:
- Nihayet altı ay sonunda işte böyle kuşa benzer.
- Kârlı mıdır bu iş?
- Ne gezer... Bu, bizde bir nevi kumardır. Çünkü bozulan gemiden alınan demir, saç, tahta... ilâh. parçalar ayrı ayrı yığılır ve müşteri beklenir. Bunlar herkese lâzım olan şeyler değildir ki müşterisi bol olsun. Eh kısmet bir gemi sahibine birşeyler lâzım olursa bereket versin. Üst tarafı hurda demirdir. Gemiyi aldığınız zaman piyasası yüksek olan demir, bir de bakarsınız ki birdenbire düşerek bütün hesabınızı altüst etmiştir. Bu iş, demir sanayii olan memleketlerde muhakkak ki iyi, kârlı bir iştir.
- Bu parçalar arasında en kıymetlisi hangisidir?
- Çürüğe çıkarak bozulan bir geminin en değerli parçası şaftıdır. Yani pervaneyi içeriye bağlayan yuvarlak parça. Bu tekbaşına otuz, kırk lira eder. ..Ve sobaya, “Büyükada” dan koparılmış tahta parçalarını atarak, ellerini oğuşturuyor:
- Hayat bu... Biz toprak oluruz.. İşte onlar da kül oluyorlar... 1
Yaşamı iyiliklerle dolu bir Şakir Kopuz idi.
Şakir Kopuz Rize’nin Veliköyü eşrafından Kopuzlar ailesinden idi. Yaşamını bir düzen içinde kaydetmiş ve çok değerli bir belge meydana getirmiştir. Ömrünün kırk yılını gemi sökümcüsü olarak sürdürmüş olan Şakir Kopuz, çocukların eğitimine ve özellikle kız çocuklarının eğitim görmelerine hudutsuz değer vermiştir. Bu doğrultuda birçok kereler Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu’na önemli bağışlar yapmış ve ödüllendirilmiştir. Yanında çalışan ustalarına ve işçilerine mesleklerinde daha ileri gitmeleri adına ayrı bir özen gösterirdi. Yokluklara boyun eğmemiş, yaratıcı olmuştur. Batıkları çıkartabilmek adına dalgıçlığı öğrenmesi de bir örnektir. 1963 yılında şeker hastalığına yenik düşerek 71 yaşında vefat etmiştir..
Hatırat’ı ilk olarak 1947 yılında neşredilmiş ve 2003 yılında Kopuzlar Vakfı Başkanı Ali Kemal Kopuz’un delaletiyle Sema ve Muhammat Çiftçi tarafından araştırmalar eklenerek daha kapsamlı bir şeklide neşredilmişti. Bu eser Gisbir, veya Deniz Ticaret Odası neşriyatı olarak yeniden neşredilmelidir.
Bu makalem, Şakir Kopuz’un demirci, gemi sökümcüsü, gemi hurdacısı olarak geçen 40 yılının özetlenmiş bir anlatımı olmaktadır. Hayatının tamamının öğrenilmesi için eserinin okunması bir arşiv değerinde olup, önem arz etmektedir. Şakir Kopuz “Doğduğum Veliköyü”diye köyünü anlatırken; Eski Rize kasabamızın zümrüt gibi yeşil Veliköyü'nde 1307 (Miladi 1892) senesi, birbahar sabahı annem beni dünyaya getirmiş..Bol güneşli ve yeşil sarmaşıklı damımızda, portakal bahçelerimizin temiz kokulu havasını teneffüs ederek topraklarda oynamış ve ağaçlara tırmanarak gürbüz bir çocuk olarak büyümüşüm.”der ve şöyle devam eder; Köyde eski usul üzere ilkokul tahsilimi henüz bitirmiştim.
İstanbul'da demircilikle iştigal eden babamın sağlığında, isteği üzerine büyüdüğüm evimden, alıştığım köyümden ayrılarak, masum ve kuvvetli bir köy çocuğu olarak 1319 senesi ilkbaharında, 12 yaşımdayken İstanbul'a, babamın yanına gelmiştim. Birkaç gün istirahattan sonra beni evvelâ Paşabahçe'deki Şişe fabrikasında işe başlatmıştı. Ustam Weinbergisminde iyi kalpli bir Avusturyalı idi.
Şakir Kopuz 1327’de Hava Hanım ile evlendi.
Havva Hanım 1956’da 58 yaşında iken vefat etmiştir.
1323 tarihine kadar fabrikada kaldıktan sonra Galata'nın Kalafat mevkiinde Demirci Hüseyin Usta'nın yanında 2 sene kadar çalıştım. Dikkatim ve kuvvetim sayesinde sanata nüfuz ettiğimden bundan böyle ayrı çalışmak üzere kardeşlerimden Mustafa ile babamın bana yadigar bıraktığı dükkanda demircilik ve hurdacılık yapmaya başladım. Sonra küçük kardeşim Ahmet de geldi, bizimle birlikte çalışarak o da bu sanata kavuştu.
Peşinden yeğenimiz Ali, Vezir Mehmet, Ömer oğlu Ahmet, Pehlivan oğlu Ahmet ve yeğenim Ahmet Kopuz işte hep bu küçük demirci dükkanımdan esaslı usta olarak yetişmiş ve bilahare benimle beraber denizlerdeki batıkları çıkarma ve büyük tekneleri sökme işlerinde başarılar göstermişlerdir.
1327'de yirmi yaşımdayken babamın arzusuna uyarak, amcam Canfer Kopuz'un kızı Hava ile üç sene nişanlı kaldıktan sonra Havva Hanım ile memleketimde evlendim. 1329 yılı başında, yirmi bir yaşımdayken ilk oğlum Bekir Arslan dünyaya geldi.
1330’da yirmi üç yaşımdayken bir kız evlâdım dünyaya gelmişse de ömrü vefa etmeyerek henüz bir yaşındayken vefat etmiştir. Aile yuvamı tesis ile beraber, iş ve gücüm yine de bitmeyen faaliyetle devam ederken amcam Arslan Kopuz'un çocukları olmadığından bütün arazi,mal ve mülkünü tapuca üzerime intikal muamelesi yaptırmış, ben de evlat özlemi çeken amcamı itaat ve saygı hislerimle bir baba gibi telâkki etmiştim.
Ayvansaray’da bir tarafta gemi sökümü yapılırken,
diğer tarafta çektirme, mavna ve sandal inşaatı yapılırdı.
Gemi sökümcülüğüne başladım
Bu aralarda kardeşim Mustafa ile birçok eski vapurlar alıp sökmeye bașlamıştık. Elde edilen madeni hurdaları, o zaman bugünkü Cumhuriyet idaremizin feyiz ve nurundan doğan verimli Karabük Çelik ve Demir fabrikalarımız, müessesemiz gibi yüksek izabe fırınlarımız olmadığından, harice sevk edip memleketimize döviz getiriyorduk. İtalya’dan bir temsilci İtalyan bahriye tezgahlarına hurda demir tedariki maksadıyla İstanbul'a gelmişti. Bir İtalyan firmasını temsil eden Gardoni ile beraber Bahri Cedit, İnebolu, Millet, Selanik ve daha birçok hizmetdışı edilmiş ya batmış vapuru denizden çıkarıp bozarak hayli sene İtalya'ya, Cenova'ya gönderdik.
İşlerimiz giderek büyümeye başlamış ve dünyanın en bereketli ve zengin madeni olan demirle iştigalimizin mükafatını yavaş yavaş görmeye başlamıştık.
Bu yoğun çalışmalarımız sırasında Avrupa ufuklarını kara bulutlar sarmış, kısa bir zaman sonra da I.Dünya Harbi ilan edilmişti. Harp patlak verdiği ilk aylarda ben de aile büyüklerimizi ziyaret için Rize'de bulunmaktaydım. O günlerde
Donanmamızın Karadeniz'e çıkıp Batum'u bombardıman etmesi üzerine harbe iştirakimiz de vuku bulmuştu. Askere alındım ve üç sene devam eden askerlikten sonra hemen İstanbul'a döndüm. Askerliğini bahriyede kardeşim Mustafa ile birlikte Haliç'teki Deniz Kuvvetleri’ne ait Taşkızak Tersanesi’nde görev yaptım. Askerlikten sonra her sabah Galata'nın Kalafat mevkiindeki demirci mağazamı açınca mütevekkil ve kanaatkar birhalde işlerime başlar, akşam da bana günümü, çocuklarımın ekmeğini kazandıran Tanrıma şükür ve hamd ederek tezgahımı toplar yerleri yıkar temizlerdim.
1928 yılı temmuz ayının sıcak günlerinden biriydi, biraz serinlemek için dükkanımın önünde oturuyordum. Taahhüt işleriyle meşgul bulunan Hasan Bahri ve ortağı Ahmet İhsan Beyler gelip beni buldular. Bahri Bey'in “Ustabaşı Şakir Efendi, sizinle bir iş hakkında görüşmek isteriz, vaktin var mı?’ demesi üzerine, kendilerine hemen yer gösterdim.
Bahri Bey devamla: “PTT idaresinden Kemerburgaz yolu üzerindeki Osmaniye telsiz istasyonunun büyük telsiz sütunlarını aldık. Bunları söktürmek ve satmak istiyoruz.Bu iş sizin teşkilât ve ihtisasınız dahilindedir,ne dersiniz?..”dedi.
Ben de “Teklifinizi kabul eylerim” cevabını verdim. Üçümüz, hemen bir otomobile atlayıp Osmaniye telsizi sahasına gittik. Beylerin ellerindeki resmî tezkere ile telsiz idaresine müracaat ederek bir memurla sahaya girdik. Memur bizi her biri 120 metre yüksekliğinde, sütunları etrafında betonlara gömülü demir kazıklara çelik kablo telleriyle bağlanmış 5 adet muazzam telsiz direklerini gösterdi.
Biz bunları konuşurken Fransız başmühendis olduğunu yanımızdaki memurun ifadesinden öğrendiğimiz bir zat geldi..Bahri ve İhsan Beyler'le Fransızca görüşmeye başladılar. Sonra ‘Şakir Efendi usta, bunları vukuatsız sökmeyi ve her sorumluluğu üzerine alarak bu işi yapacaksın! Bize ne verebilirsin’ dediler.“Sütunlardan çıkacak bütün demir borular, çelik kablo telleri, vinçler ve direklerle alâkalı ne varsa tamamı size verilecektir” diye eklediler.
İş büyük ve tatlıydı. Bence korkulacak bir cihet yoktu. Hemen kalfaları başıma topladım. 12 kişilik seçme bir ekip işçi tertip ettim. Ertesi gün, Bahri ve İhsan Beyler, ben ve bütün yavuz işçilerim seferber bir halde cümlemiz hazırdık. Hemen yola çıktık. Bir buçuk saat sonra Osmaniye telsizine gelerek tertibat almaya başladık. Çadırları kurduk.Her malzemeyi yerli yerine yerleştirdik. Telsiz sütunları birer birer yıkılacaktı. İşçilerime gündeliklerini, ayrıca ikramiyelerini verdim. Hepimiz memnun ve bir zafer dönüşü neş'esiyle Galata'nın Kalafat mevkiine avdet ettik. Kalan erzak ile işçilerime kavurmalı pilav ve helva ziyafeti çektim.
Mağazamı doldurup taşan bu boruları, yine memleketimin ihtiyacına sarf edilmek ve birçok faydalı ve hayırlı su isalesi işlerinde kullanılmak üzere ucuzca satarak kısa bir zamanda tasfiye ettim.
Tekrar Yol Gõründü
Elimdeki sermaye ile 5.000 liralik manifatura alarak tekrar Rize’ye döndüm ve bu malları kârlı şekilde sattıktan sonra Trabzon'a giderek altın ve Rus Manat'ı alarak tekrar İstanbul'a geldim. Bir zaman sonrasında Viçe nahiyesine giderek denize merakım hasebiyle bir taka satın aldım.
Arkadaşım Celal ile birlikte bir sene boyunca borsada yabancı paralar üzerine mühim muameleler yaptık. Sonunda yirmibin lira para kaybederek elim boş ve yüreğim üzgün bir halde tekrar demirciliğe döndüm. Vapur bozma ve hurdalarını Avrupa'ya sevk etme işleriyle uğraşmaya başladım. Yine yavaş yavaş sermaye edinmeye muvaffak oldum. Biraralık Adana vapuruna hurdalarımı yükleyerek Köstence'ye tahliye ettik.
Romanya'da bulunduğum günlerde Anadolu'da lstiklal Savaşı başlamıştı. Yanımdaki mevcut para ile 40 tonluk İsfahan adlı bir motor tedarik ettim.
Bu motorla Anadolu’da savaşan kahraman askerlerimize cephane ve erzak taşıyarak Sakarya ağzında Milli Müdafaa mümessillerine teslim ediyordum.
Şakir Kopuz torunu Süheyla Kopuz ile.
Böyle birkaç sefer yaptıktan sonra Galata, Kalafat mevkiinde İstavri isminde bir Rum, Anadolu’ya mal kaçırdığımı İngiliz polislerine ihbar etmiş!
İşgal zamanı Galata rıhtımında Arapyan Han denilen yerde Türklere çok ağır eziyetler eden İngilizlere teslim olmamak için kötünün iyisidir deyip İtalyan polislerine teslim olmuştum. Motoruma da gizlice haber ulaştırarak Boğazdan Karadeniz'e geçirttim. Tutunabileceği bir limanda demirlemesini bildirdim.
İtalyanlar ise beni yine İngilizler'e teslim ettiler. İngilizlerin de Tophane-Salıpazarı önünde Malta’ya sürgün edilecek mevkuflara mahsus bir karakol gemisi vardı. Beni sorguya aldılar ve 350 lira para cezası ile kurtuldum.
Bir müddet sonra İsfahan isimli motorum bir kaza neticesinde ateş alarak tamamen yandığından elimde deniz vasıtam kalmamıştı. Yine demir hurdacılığında ve gemi bozmacılığında karar verdim.
Gemi sökümcüsü Hüseyin İlhami (Söker) ile ortaklık
Gemi sökümcüsü Hüseyin İlhami (Söker) ile ortak olarak işimize devam ediyorduk. O tarihte İlhami Bey’le aramız bozuldu ve ayrıldık. İkinci defa olarak tüm paramı kaybettim. Sermayesiz, hatta borçlu kaldım.
Borcumu ödemek için pek fazla çalışmaya ihtiyacım vardı. Bunun için de İzmirli dalgıç Mehmet Ali’yi İstanbul’a davet ederek dalgıçlığı öğrendim. Bu amaçla tüm dalgıç takımlarını da satın almıştım. Ardından daha evvel satın aldığım ve Karabiga’da batık hurda haldeki İtalyan bandıralı “Homalitas” isimli vapuru dinamitle patlatarak çıkartacak ve hurdalarını satacaktım.
Mevsim kıștı; Karadeniz'de büyük bir fırtına hüküm sürdüğü sırada bir Yunan vapuru Ereğli limanı içerisinde batmış ve tayfaları kurtularak İstanbul'a gelmişlerdi. Bu gemiyi acentesi hemen satılığa çıkarmıştı. Kereste yüküyle beraber 2500 liraya satın aldım. Ortağım Nevruz oğlu İbrahim Yenigün idi.
O da benim gibi paraca zayıf ve borçluydu. Saatlerimizi ve kıymetli eșyalarımızı rehin vererek ancak bukadar para tedarik edebilmiştik.
Vakit kaybetmeksizin ortağım dalgıç İbrahim ile beraber yepyeni bir teșkilatla Ereğli’ye gittik. Sözü geçen batığın bütün kerestelerini sahile çıkararak satıp paraya tahvil ettik. Geminin makinesini, çabuk satılacak eşyalarını söküp kısa zamanda sattık. Böylece ikimiz de borçlarımızı ödedik ve rahat bir nefes aldık.
Biraralık yine Karadeniz'de büyük bir fırtına esnasında Kalkavan'ların Hisar adlı ahşap vapuru, Riva önlerinde Eșek adası kayalıklarına çarparak parçalanmıştı.
Bütün yükü ve gemiden dağılan parçaların büyük dalgalarla sürüklenmesinden dolayı sahiller enkazla dolmuştu. Kalkavan Rıza Kaptan’dan bu ahşap vapuru bütün hamulesiyle birlikte satın aldım.Antalya Fenike sahillerinde “Ardasan”limanında batmış, Denizyolları'na ait Sadıkzade adlı vapurun enkazını mahallinde söküp İstanbu'a sevk ettim. Arada bir Ereğli limanına da uğrayarak Galata vapurunun enkazını taşıyorduk. Zonguldak limanındaki Hacızade vapurunun sökülen kısımlarını da Cibali’deki depoma sevk ettirip satışlara devam ettim. Nihayet 1939 yılı sonunda II. Dünya Harbi patlak verdi ve dünya kana bulandı. Bombalanan şehirler,açlık, sefalet, hastalık, pahalılık, yokluk, bakımsızlık, göçler, katliam, temerküz kamplardaki facialar,ve nihayet Atom bombası sonrasında zalim bir dünya harbi son buldu.
I.Dünya Harbi'nde Almanların müttefiki olarak harbe iştirakimiz sırasında genel ve özel park, bahçe ve duvarlarının ve Taksim Talimhane Meydanı’nın dökme demir parmaklıklarının ve yangın yerlerinden kara çivilerin toplandığı günler hatırlardadır. Derhal hükümet yetkililerine müracaat ettim. 5000 ton hurda demir vermem uygun bulundu. Bu taahhüdüm üzerine Amasra limanındaki batıkları da satın alıp hurda haline getirerek acentem vasıtasıyla Filyos yoluyla mallar vagonlara yükletiyor ve Karabük'e teslim ediliyorduk. Böylece bir sene sevkiyata devam edildi.
Gün geçtikçe ardiyemde biriken deniz ve kara demirlerinin hayli istifadeli satışlarına devam ediyordum. Ayni zaman da savaş nedeniyle denizyoluyla taşıma çok kısıtlı hale gelmişti. Yeni demir yokluğundan dolayı bütün eski demirlerimiz birdenbire, yüksek fiyatlara çıktı ve büyük rağbet buldu. Anadolu'dan ve Trakya’dan siparişler yağmaktaydı. Büyük, küçük tüccarlar, hatta köy demirci ve nalbantları İstanbul'a akın etmeye ve en küçük demir parçalarına kadar satın almaya başladılar. Depomuzda demir stokları tükenmeye yüztutuğundan Güzel İzmir motoru ile Homelitas vapurundan dinamitle parçalanan, yumuşak, makbul cinsten büyük gemi saçlarını İstanbul’a naklettirdim. Ayrıca Avrupa’dan gelmeyen mallar yerine eski Bomonti fabrikası ustabaşılarından bir Macarın, Galata Kalafat mevkiinde kurduğu elektrikle işler büyük ve kuvvetli bir demir makasıyla her çeşit demir malzemeyi piyasaya satışa hazır ettim.
Hurda gemi sökümüne de devam ediyordum. Beykoz'da batık yatan Roditi vapurunu çıkarmak için de ayrı bir usta- işçi ve algarna grubu ile çalışıyordum. Beykoz'a yakınlığı hasebiyle Umur yerindeki Anastasiya vapurundan dahi, iş zamanlarımdan tasarruf ettikçe piyasaca aranılan gemi saçlarını söktürüp doğrudan alıcılara naklettirirdim. Beş senelik harbin devamı müddetince eski demirler kıymetlerini muhafaza etmişti. Ancak harbin sona erdiği 1945 senesinin ilk aylarında Amerika'dan muazzam külliyetli şileplerle ithal malları gelmeye başlamıştı. Bu şileplerle yeni demirlerin ve her nevi madenî mamulatın memlekete girmesi ve Karabük fabrikalarımızın piyasaya ticaret malzemesi yapmaya başlaması yüzünden eski demirlere rağbet azalmış ve Anadolu müşterilerinin de arkası kesilmişti. Tuhafı şu ki, İstanbul limanına bunca Amerikan ithal malı, demir vesair benzer madeni mallar çıkarılmakla beraber,her vapurdan gümrüğe çıkarılan mallar bir hafta zarfında sanki sihirli eIlerle piyasadan kalkıyor ve harp senelerine mahsus karaborsaya geçerek saklanıyordu. Sonra elaltından, komisyoncular marifetiyle yüksek fiyatlara her cins mala ihtiyacı bulunanlara aşırı fiyatlarla satılıyordu. Milli Koruma Kanunu bu dönemde yürürlüğe girmiştir. Bu durum yeniden eski vapurlardan sökülen demir vesair malzemelere olarak talebi arttırdı. Bu sebeple gemi sökümüne büyük bir hızla devam ettik. Karadeniz, Riva mıntıkasında batık Gerze ve Dobrovnik vapurlarının enkazlarını mütemadiyen İstanbul'a taşıyorduk.
1946 yılı başında Maliye Bakanlığı'ndan Ereğli'de batık Sağdıç ve Hilâl vapurlarını satın aldım ve bu vapurları söktük. Ayrıca gemi kurtarma işleri de alıyordum. Dalgıç İbrahim Yenigün ortağım olduğundan sözü geçen bu iki vapur işinin idaresini mahallinde üzerine almıştı
Karadeniz'de hüküm süren şiddetli fırtınalardan Türk- Bulgar sınır sahillerine düşmüş adı meçhul bir Dubayı, Karadeniz Boğazı'nda Garipçe'de batık petrol gemisini, yine Karadeniz'de Sinop'ta batmış Kızılırmak vapurunu satın alarak hurdalarını yurdumuz dahilindeki alıcılara sattık. II.Dünya Harbi yıllarında demir parmaklıkları sökmek gibi bir ihtiyaç doğmadı, fakat küçük demir parçalarına ve çiviye büyük talep devam etti. Gelibolu'da 1946 senesi Mayıs ayında bir Yunan vapurunun enkazını İbrahim Kalkavan Kaptan’ın “Kahraman” maçunasıyla denizden çıkarıp karaya bırakmıştık. Aynı maçuna ile Karabiga'da bir başka vapurun büyük kazanlarını da deniz içinden kaldırıp bir kaya üzerine koydurttum. Güzel lzmir tahlisiye ve algarnası olan motorumla ve oksijen teşkilatımla da parçalayarak saclarını alıp İstanbul'a naklettirdim.
Çalışma hayatımda birçok kere ölüm tehlikesiyle karşılaştığımı da eklemek isterim; Bunlardan birinde İstanbul'da, Haliç'te iki köprü arasında Kalkavanzadelerin Üsküdar vapurunun demiri deniz altında bir enkaza takılmıştı. Kalkavan Rıza Kaptan beni çağırarak.“Aman Şakir, bu demiri kurtarmak için ne lazımsa yap! Vapur yolundan kalacak,” dedi.
Ötedenberi çok saygı ve sevgi gösterdiğim bu hatırlı kaptanın arzusunu yerine getirmek için hemen faaliyete geçtim. Maçunam ile Üsküdar vapurunun takılmış demirini kaldırmaya başladık. Bir taraftan hava soğuk, kar yağıyor. Kendi yetiştirdiğim ateş gibi çıraklarımdan Pehlivanoğlu Kara Ahmet de yanımda olduğu sırada Pirizman dubasının maçunası güvertede üzerime düştüyse de, vücuduma az temas etmekle beraber beni denize fırlattı. Eğer tam isabet etseydi, parça parça olacaktım
“Şafak” Motoru olayı
Devletimize pek çok lüzumlu eşya getiren, Türk sancağını hamil bir vatandaş motoru olan Şafak, Karadeniz'de meçhul bir denizaltı tarafından top ateşine tutularak Bulgaristan'ın Vasilikos denilen mevkiinde batırılmıştı. Bu motor Sürmeneli Halil kaptanın motoru olup kısmen sigortalı bulunuyordu.
Bu felaketten canlarını kurtaran tayfalar İstanbul'a dönmüşler ve sahibi Halil Kaptan da “Güven” millî sigortamızdan derhal motorun bedelini alıp motorla alâkasını kesmişti. Busırada ben Rize’de idim. Güven Sigorta’dan Rize'ye adıma bir telgraf gönderilmişti. Telgrafta, “Karadeniz'de batmış olan Şafak motorunun hamulesini tahlisiye vasıtanızla kurtarmak işi için acele gelmenize lüzum vardır,” deniliyordu. Bu telgraf üzerine derhal İstanbul’a döndüm.
Anlaşmamız uyarınca hemen teşkilâtımı seferber ederek kurtarma işleri için motorum Güzel İzmir'i Bulgaristan karasularına, Vasilikos'a gönderdim ve bu tehlikeli işin başına yeğenimi görevli kıldım.
Esasen Bulgar hükümetinin deniz tahlisiye teşkilâtı yoktu. Bulgaristan hükümetinden izin talep edilmişti. Bu müsaadeye dayanarak Şafak motorundan çıkardığımız malları motorlarımıza yükletiyorduk. Sivas çimento fabrikasının kalan malzemeleri de ayni motorda bulunmaktaydı. Bunları da pek büyük zorlukla çıkardık. Çok ağır koşullarda ve Karadeniz'in şiddetli fırtınalarıyla pençeleşerek eşya ve kazanları hamilen, limanımıza dönüp İstanbul gümrüğüne teslim ediyorduk. Böyle birkaç sefer yaptıktan sonra kurtarma işimiz tamamlandı.
Şakir Kopuz’un gemi sökümcülüğü, gemi hurdacılığı 40 sene sürmüştür. Artık çok yorulduğunu hissediyordu ve şeker hastasıydı..
Batan Millet vapuru, Zonguldak ve Kaplan şilebi Kdz.Ereğli’de
karaya oturmuş halde... Kaynak:Engin Öztabak arşivi.
Kurtarma, Nakliye ve Hurda Demir lşlemlerinde kullanılan Deniz Vasıtaları;
Hüdaya Emanet; 1940 inşa, 40 tonluk bir motordu. 2 ton kaldırma gücüne sahip bir vinç bulunuyordu. Güzel lzmir; 1939 yapımı gemi kurtarma donanımlı motor idi. Kavraz motoru; 1944 inşa mazotlu ve 150 beygir gücünde makinesi olan Tirebolu yapısı ahşap bir motor idi. Bir de Çanakkale Defterdarlığı'ndan satın aldığı 400 ton kaldırma yapabilen bir şat vardı.
40 yıl gemi sökümcülüğü hayatında; açık artırma ile satılan ve eski Seyri Sefain İdaresi’ne ait bazıları batık halde olan; Konfide vapuru, Galata Köprüsü’nün eski dubaları, Selanik vapuru, Millet vapuru, İnebolu vapuru (Batık),Bahricedit vapuru,Nilüfer vapuru,Türkiye vapuru, Büyükliman (Trabzon'da batık), Hilâl (Ereğli'de batık), Galata vapuru (Ereğli'de batık), Sağdıç (Ereğli-Zonguldak arasında batık), Lütfiye (Ereğli'de batık), Hacızade (Zonguldak'ta batık),Gazal (Zonguldak'ta batık), Hisar (Karadeniz Boğazı dışında batık), Gerze (Boğaz'da batık), Kalkavan (Karaburun'da batık), Duna - Macar bandıralı (Podima'da batık), Zuhal (Karadeniz'de batık), Gaz şilebi (Boğaz içinde batık), Rodito (Serviburnu’nda batık), Anastasya (Boğaz-Umuryeri'nde batık), Humilitas (Karabiga'da batık), Yunan bandıralı Yorgiyos (Gelibolu'da batık), Çanakkale'de(Barbaros zırhlısının enkazları), Sadıkzade Vapuru (Finike sahillerînde batık), Fenerbahçe (Beykoz'da batık), Yeşilırmak (Beykoz'da batık), Bozcaada (Ayancık'da batık), Kızılırmak (Sinop'ta batık), Yadigârı Millet(Torpido muhribi)’nin sökümünü yapmıştı. Ayrıca; Sinop (Ereğli limanında karaya sürüklenmiş halde), Fenerbahçe (Beykoz'da), Tavilzade (Ereğli limanında karaya sürüklenmiş halde), Duatepe motoru (Karadeniz'de batık),Haliç'te iki mauna ve iki motor yüzdürdüğü gemiler olmuştur.
---------------------------------------------------
1 Feridun Kudret Kandemir “Vapur Mezarlığında Meraklı bir Dolaşma”, 3 Mart 1937, Sf. 6, Cumhuriyet Gazetesi/Cumhuriyet Gazetesi arşivi.
****
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.