Doğu Akdeniz'de Türkiye'siz paylaşım mümkün mü?
Doğu Akdeniz’de yeni işbirlikleri geliştirme konusunda yoğun bir hareketlilik söz konusu. Rus yayın organı Sputnik bölgedeki paylaşım savaşlarını ve Türkiye Rusya ilişkilerine etkisini irdeleyen bir haber yayınladı.
Doğu Akdeniz'le ilgili dile getirilen görüşlerden bazılarına göre, bölgede hedeflenen esas amaçlardan birinin hidrokarbon kaynaklarının Türkiye’yi by-pass ederek Avrupa’ya taşınması olduğu belirtiliyor.
Peki bu girişimler şu anki koşullarda ne kadar gerçekçi ve hukuka uygun? Kıbrıs Türk topluluğunun bu enerji adımlarına karşı tutumu nedir? AB ve ABD’nin bölgedeki enerji planlarına karşı ne gibi alternatifler geliştirilebilir?
Konuyla ilgili Sputnik’e konuşan tanınmayan KKTC’nin Akdeniz Stratejik Araştırmalar Merkezi Genel Sekreteri (Cumhuriyet Meclisi eski Özel Kalem Müdürü), enerji uzmanı Gökhan Güler, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Türk tarafı (Türkiye ve KKTC), Doğu Akdeniz’de hidrokarbon rezervlerinin varlığının gündeme geldiği ilk günden bu yana konuya hep ihtiyatlı yaklaşmıştır. Türk tarafı bu çerçevede Kıbrıs konusunun çözümünün olumsuz şekilde etkilenmemesi için elinden geldiği ölçüde sağduyulu ve barıştan yana bir politika izlemiştir. Buna karşın Rum tarafı ise, nasıl 1960’ta kurulan ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni 1963’te silah zoruyla gasp ederek üniter Rum devleti haline dönüştürmüşse, 2000’li yılların başından itibaren Doğu Akdeniz’de hidrokarbon rezervlerinin varlığının gündeme geldiği günden itibaren aynı zihniyetle Türkiye ve KKTC’nin Kıta Sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölge ve Deniz Yetki Alanlarını da aynı şekilde gasp etmeye çalışıyor.
Türk tarafı, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı meselesini barış zemini ve uluslararası hukuk çerçevesinde çözebilmek için elinden gelen çabayı göstermiş ve göstermeye de devam etmektedir. Nitekim Türk tarafı bugüne kadar 3 kere hidrokarbon arama konusunda “ortak komite kuralım” önerisini yaptı. En son olarak da Temmuz ayı içerisinde KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı tarafından ‘Ada’daki gerilimi azaltalım, doğalgazda ortak komite kuralım’ önerisini Anastasiadis’e iletmişti. Rum yönetimi ise bu teklifi bir kez daha reddetti. Karar, Güney Kıbrıs’taki tüm partilerin ortak görüşü ve oybirliğiyle alındı.
Türk tarafı defalarca AB, ABD ve Birleşmiş Milletlere uzlaşı ve hakkaniyete dayalı bir biçimde ortak komite kurulması gerektiğini, kendilerinin de bu anlamda ellerini taşın altına koymaları gerektiğini dile getirmişti. Ne yazık ki, ne AB, ne ABD ne de BM ortak uzlaşı ve ortak komite kurulması konusunda kıllarını kıpırdatmadılar. Bilakis AB ve ABD, Rum yanlısı bir tavır takınmayı tercih etti.
Kıbrıs müzakere süreci bilindiği üzere Crans Montana Zirvesi’nde Rumların katı ve uzlaşmaz tutumlarını devam ettirmeleri üzerine çökerek sonlanmıştı. Müzakere sürecinin sonlanmasının ardından Türk tarafı, Doğu Akdeniz’de o güne kadar sürdürmüş olduğu reaktif politikasında daha önce defalarca ifade ettiği üzere değişikliğe giderek proaktif bir politika izlemeye başladı. Türkiye ve KKTC’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatlerini proaktif biçimde savunmaya başlamış olması, bazılarını son derece rahatsız etti.
AB, Rum yönetiminin sözde ilan ettiği uluslararası hukuka aykırı ve ihtilaflı Münhasır Ekonomik Bölgeleri AB’nin MEB’ine eklemeye çalışmaktadır. Bu yolla hem Doğu Akdeniz’de hem de Ortadoğu’da söz sahibi olabilmeye çalışmaktadır. AB, Doğu Akdeniz’de söz sahibi değildir. AB eğer Rum tarafı lehine konuya müdahil olmaya kalkarsa o zaman hukuken kendisi işgalci olur.
Rum tarafı, Kıbrıs konusunu kendi lehine çözebilmek için tek taraflı olarak uluslararası hukuku hiçe sayarak sözde ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgelerinin gaz arama ihalelerini özellikle Amerikan Exxon Mobile, Fransız Total ve İtalyan Eni şirketlerine vererek ‘ABD ve AB ülkeleri görüldüğü üzere benim arkamda’ mesajı vermeye çalışmış ve çalışmaya da devam etmektedir. Rumlar, sözde Münhasır Ekonomik Bölgeleri’nin gaz arama ihalelerini özellikle Amerikan, Fransız ve İtalyan şirketlere vererek ABD ve AB ülkeleri ile Türk tarafını karşı karşıya getirdi. Ardından da İsrail ve Mısır’ı işin içine çekti.
Türkiye ve KKTC uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve hukukunu koruyabilme mücadelesi vermektedir. Şu anda Türk tarafının Doğu Akdeniz’de dört gemisi var: Fatih, Yavuz, Barbaros ve Oruç Reis. Bu isimler bilindiği üzere tarihi misyona sahip isimler. Türk tarafı gemilere verdiği tarihi misyona sahip isimlerle karşı taraflara şu mesajı vermektedir: Doğu Akdeniz’de hiç kimse Türk tarafını by pass ederek hareket edemez.
Kıbrıs ve çevresindeki meselenin özünde hidrokarbon yok. Hidrokarbondan daha önce Ortadoğu ve Doğu Akdeniz bölgelerine sahip olabilme stratejisi vardır. Kıbrıs Adası ve çevresi gasp edilmek isteniyor. Ne yazık ki. AB son dönemde kendisini hukuki bir otorite ya da mahkeme gibi görerek kararlar alıp hükümler vermeye çalışmaktadır. Doğu Akdeniz’deki gerilim gasp zihniyeti ve güç gösterisi yaparak asla çözülemez. Mevcut yaklaşımlar sadece savaşa neden olabilir. Türk tarafının konuyla ilgili hassasiyet ve kararlılığı asla test edilmeye kalkışılmamalı.
ABD ve AB üyesi ülkelerin her geçen gün Rum yönetimi lehine hamlelerde bulunmaları neticesinde Türkiye, Rusya ve Çin arasında var olan işbirliği her geçen gün giderek gelişmeye başlamıştır. Bu bağlamda Türkiye Petrolleri’nin Çin ve Rus şirketleri ile çeşitli görüşmeler gerçekleştirmeye başladığı bilgileri gündeme gelmeye başladı. Türkiye, Rusya ve Çin arasındaki ilişkilerin pozitif yönde ilerlemesi Doğu Akdeniz’de kıskaca alınmaya çalışılan Türk tarafı için alternatif bir çıkış yolu olarak değerlendirilmektedir. Bu çerçevede Rusya Enerji Bakanı Novak’ın Türkiye ile Doğu Akdeniz’de işbirliğine yönelik sinyaller vermesi, son derece önemli ve geleceğe yönelik kritik mesajlar içermektedir.
Ülkelerin duruşlarını, açıklamalarına göre değil bilakis yaptıkları ve yakacakları üzerinden değerlendirmek gerekir. Bakınız Rusya, Rum yönetimi ve Yunanistan ile geçmişe dönük güçlü ilişkileri bulunmasına karşın Rum tarafının tek taraflı uluslararası hukuka aykırı bir şekilde sözde ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgeler ile ilgili olarak bugüne kadar tek bir ihaleye katılmadı. Rum yönetiminin MEB konusunda açtığı ihalelere bakılacak olunursa Amerikan, Fransız, İtalyan, İsrail ve Katar şirketlerinin yer aldığı, buna karşın tek bir Rus şirketinin bulunmadığı görülecektir. Rusya, Rum MEB’lerinde yok ama Mısır’a ait MEB’de Rus devlet şirketi Rosneft ile yer almakta. Öyle anlaşılıyor ki Rusya, Türkiye ile arasını bozmamak için Rum ihalelerine katılmamış gibi görünüyor. Bu son derece önemli ve göz ardı edilemeyecek bir durumdur."
Vira Haber
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.