Deniz Petrol Kirliliği ve Independenta 1979
Denizlerdeki kirliliklerin sorunsallar yumağı oluşturmasının üzerinden neredeyse yarım asırdan fazla geçti.
Medyada çokça gündem oluşturmasına rağmen bu kirliliklere sebep olan faktörlerin ancak küçük bir kısmı gemi kaynaklı olduğunun altını önce bir çizelim.
Denize salınımı yapılan balast suları, sintineler, petrol ve türevlerinin oluşturduğu kimyasallar ve katı atıklar kirliliğin yaşanmasında etkin rol oynasalar da; asıl problemin dışarıdan denize karışan kirli sular olduğunu bilmekte fayda var.
Denizyolu taşımacılığının hızla büyümesi, petrol taşımacılığını da tanker tipi gemilere yöneltti. Bu da, deniz trafiğinde ekstra bir artışa neden oldu. Böylece deniz araçlarının su yüzeyinde çoğalmasıyla, ister istemez kazalara kapılar aralandı.
Deniz trafiği çeşitlendi.
Büyüdü.
Boyut değiştirdi.
Artan ticari hacminin sağladığı refah, başka bir şekilde denizleri ve çevreyi zehirleyerek insanoğlunun eksi hanesine yazdı.
Kirlilik öyle büyüdü ki; önlemlerin yasalar ile çevrelenmesi kaçınılmaz bir hâle geldi. Bu durum her geçen gün kendini yeniledi ve çeperini genişletti.
Akabinde deniz temizleme organlarının modernizasyonu da özel ekipmanlar ve eğitilmiş personelle apayrı bir sektör olarak kendi farkını ortaya koydu.
Bu gün gelinen noktada ise deniz kirliliği iki temel unsur olarak karşımızda:
- Karasal kökenli denize akan kirlilikler:
Bunlar %80 gibi yüksek bir paya sahipler ise de doğadan denize akışlarında kendilerini gizlemeyi başaran nitelikteler.
- Gemilerden kaynaklanan kirlilikler:
Bu tür kirlilikler ise %20 gibi bir oranla karaya göre daha az etkin olsalar da bilinirlikleri ve günümüz teknolojisiyle önlemleri oldukça fazladır.
Gemilerden sızan petrolü gündeme taşımakta usta olan medya organları nedense karasal kaynaklı akan pis suların izini sürmekte zorlanıyor (!)
Halbuki artık denizlerin havadan uydularla ve uçaklarla izlenmesiyle birlikte bu gibi durumlardan anında haberdar olunduğunu biliyoruz. Aynı mantığın sanayi bölgeleri içinde farklı yöntemlerle etkinleştirilmesi çok mu zor?
Artık sadece sanayi bölgesi atıklarının derelerle atılmasını geçtim; havayı da kirletmesinin önüne geçilmeli.
Türk halkının astım rahatsızlığıyla dünyada başı çekmesi daha da ne kadar görmezden gelinebilir ki?
Sanayinin insan sağlığını tehdit etmesi bugünün en büyük problemi. Kendi adıma Gemlik Körfezinde denize sıfır bir mevkii de oturup ta hava kirliliğinden camları açamamanın ne gibi bir açıklaması olabilir? Bilen varsa anlatsın.
Bu da gelinen vahametin üçüncü ayağıdır ama; hava kirliği de başka bir yazı dizisine kalsın diyerek şimdilik üzerinden atlıyorum.
Biz yine dönelim yine asıl gündemimize.
1960 ve 1970’lerde yaşanan tanker kazaları ve bu kazaların özellikle Avrupa sahillerinde ciddi boyutta çevre kirliliği oluşturmasının etkisiyle, Avrupa ülkeleri bölgedeki gemilerin daha ciddi şekilde denetlenmesini öngörmüşler ve 1982 yılında 14 Avrupa ülkesinin “Paris MOU” adı altında mutabakat zaptının imzalaması ile ilk Liman Devleti Denetimlerini imza etmişler.
Bunu 1992 yılında oluşturulan Latin Amerika Liman Devleti Kontrolü (Vidadel Mar) ve 1993 yılındaki Asya Pasifik Liman Devleti kontrolü (Tokyo MOU) izlemiş. Günümüzde, Birleşik Devletler’de bu kapsamda yapılan US Coast Guard denetimleri de var PSC dahilinde.
Liman Devleti Kontrolü (PSC), temel olarak denizcilikte emniyetin arttırılması, deniz kirliliğinin önlenmesi ve gemide çalışan personelin çalışma standartlarının iyileştirilmesini hedefliyor.
Denizlerde cereyan eden felaketlerin başında ise petrol tankeri kazaları arasında en önemlisi sayılan 1989 da Alaska’da yaşanan Exxon Waldez adlı tankerin kayalıklara çarpmasını hatırlanır ilk etapta.
Kaza sonucu denize 140 000 varil petrol akmış ve suları temizlemek için 2 milyon USD harcanmıştır.
Ancak, zarar telafi edilemediği gibi, denizin aradan geçen 30 yıla karşın tam olarak ayrıştırılması ve eski temiz haline getirilmesi de mümkün olamamıştır.
Benzer vaka da, Meksika Körfezi’nde gerçekleşen kazadır ve başlı başına bir felakettir.
Deep Water Horizon petrol sızıntısı olarak bilinir.
Yanılmıyorsam 2010 da, British Petroleum’a (BP) ait açık deniz petrol platformunda meydana gelen bir patlama idi.
Bu kaza da 11 kişi ölmüş, pek çok kişi yaralanmıştı. Çıkan yangın 36 saat sonra ancak söndürülebilmişti.
Çevreye yaklaşık 6.0 milyon varil petrol döküntüsü yayılmıştı. Kazanın etkisi Meksika Körfezi’yle sınırlı kalmamış, Louisiana ve Mississipi de de balıkçılık ve turizmi büyük ölçüde etkilemişti.
Dünya’da bu anlamda irili ufaklı felaketler her daim maalesef oluşabiliyor.
Ülkemizde ise, benim çocukluk dönemlerime rast gelen 1979’da İstanbul Boğazı’nda 93 000 ton petrol taşıyan Rumen Tankeri Independenta ile kuru yük gemisinin Evrialy çarpışmasını unutamam. İstanbul Boğazı’nın güney girişinde Haydarpaşa mendireğinin yaklaşık 4 mil açığında olmuştu çatışma.
15 Kasım 1979 sabaha karşı 04:35 itibariyle 150 000 DWT’lik Romen Tankeri INDEPENDENTA ile Yunan Gemisi EVRIALY boğazda büyük bir gerilime neden olmuştu.
Kızaktan yeni denize inen Rumen Tankeri INDEPENDENTA 285m.uzunluğunda 45m. eninde ve dönemin Romanya’sının en büyük gemisi olarak ünlenmişti. Libya’dan aldığı ham petrolü Köstence’ye 19. kez götürürken kılavuz kaptan beklediği sırada karşı tarafın öz güveninden doğan hatasıyla kazaya maruz kaldı.
Zhdanov Limanından yüklediği 7 400 ton çeliği İtalya’ya götürmek için seyir yapan Yunan Gemisi EVRIALY ile çatışmıştı.
Sürtünmeden 1 saat sonra oluşan patlama ile İstanbul’da yer gök sarsılmış, sabaha karşı evlerde cam çerçeve kalmamış, vatandaşlar büyük bir korkuyla kendilerini dışarı atmışlardı. Gazetelerde ve TRT’de bu olay aylarca gündemi meşgul etmişti.
Hatta Rumen tankeri söndürülme çalışmalarına rağmen haftalarca yanmaya devam etmişti.
Ne var ki o dönemin teknolojisi denizden devir daim yöntemiyle su alıp püskürtmek suretiyle etki edebiliyordu. Oysa deniz yüzeyi daha çok petrol akıntısından oluştuğundan yüzey üzerindeki petrol bir daha gemiye atılıyor, daha fazla yanmasının önü bilmeden açılmış oluyordu.
Bu kazada 42 gemicinin öldüğü haberi gazetelerde günlerce yazılıp çizildi.
Giden canların yanı sıra gemiden yayılan petrol boğaza büyük oran da ekolojik zarar verdi.
93 000 ton petrolün 30 000’ i yanarken, kalan kısmı denize yayılarak 6 kmlik bir yoğun kirlilik tabakası oluşturması ise akıllara durgunluk verecek cinstendi.
Independenta boğaz faciası hafızamda yer etmiş unutamadığım acı bir İstanbul hatırasıdır.
Kazadan sonra mahkeme Yunan Gemisini suçlu bulmuş; “dikkatsizlik, ihmal, uluslararası seyir kurallarını ihlal etme ve şehrin güvenliğini tehlikeye atma” gibi suçlar dolayısıyla yetkili personele kısa süreli hapis (20 ay) şirkete de 850 dolar para cezası kesmişti. O dönem hasar gören binalar dolayısıyla İstanbul mahkemelerinde bu deniz kazası sebebiyle 30 000’e yakın dava açılmıştır.
Hatta geminin yanmadan kurtarılan, söndürülen kısmı karaya oturmuş bir şekilde yıllarca boğazı işgal edip kalmış; sonra parça parça sökülerek temizlenmişti. O dönem sırf bu olayı takip edebilmek için her gün Hürriyet gazetesi aldığımı hatırlıyorum.
Bende Independenta’nın yeri başka. Çok şeyler unutuldu gitti ama o kazayı, o gemiyi 8 yaşın dünyaya bakışı ile olsa gerek hiç unutamadım. İşin enteresan yanı Denizcilik mesleğine karar verdim ve sonraları Deniz Petrol Kirliliği Acil Yardım Uzmanı olarak görev yaptım.
Nereden nereye…
Diyeceğim o ki; artık ülkemiz bu alanda belli bir kondisyon yetisine ulaştı. Denizlerin ve çevrenin önemini idrak etti.
Belediyelerde deniz kirliliğiyle alakalı çalışmalara ortak oldular. Uzman ekipler kuruldu ve ekipmanlar hazırlandı. Kısacası sonraları bu işin önemi anlaşıldı. Bu bilinç çıkartılan kanunlarla desteklendi ve denizci millet olma yolunda ilk adımlar atıldı.
Eğitimli kişiler bu mecrada öncü kuvvet oldular. Artık deniz kirliliği ile ilgili güvenliği sağlanmayan neredeyse tek bir liman kalmadı.
Zaman zaman istenmeyen deniz kazaları olsa da Acil Durum Ekipleri anında müdahale ediyor usulünce topluyorlar artık sızan petrol döküntüsünü.
Arzum; bu tür sakıncalı ve istenmeyen hadiselerin mümkün olduğunca azalmasından yana elbette.
Farkındayız ki; tabiat geri kazanımı olmayan bir değer ve kıymeti bilinmeli kıymet verilmeli.
Çünkü başka, yaşanası bir gezegene sahip değil insanoğlu.