1. HABERLER

  2. SEKTÖRDEN

  3. Deniz İş Kazalarında İşverenin Hukuki Sorumluluğu ve Koruma ve Tazmin Sigortasının Rolü
Deniz İş Kazalarında İşverenin Hukuki Sorumluluğu ve Koruma ve Tazmin Sigortasının Rolü

Deniz İş Kazalarında İşverenin Hukuki Sorumluluğu ve Koruma ve Tazmin Sigortasının Rolü

Avukat Kaan Erdi, Deniz Ticareti Dergisi için kaleme aldı: Deniz İş Kazalarında İşverenin Hukuki Sorumluluğu ve Koruma ve Tazmin Sigortasının Rolü

A+A-

İş kazaları ülkemizde uzun yıllar gündemden düşmeyen[1] ve yargıya taşınan birçok uyuşmazlığın konusunu oluşturan olgulardan biridir. Bu durum, klasik İş Hukuku’nda[2] olduğu kadar Deniz İş Hukuku’nda, yani gemilerde yaşanan iş kazalarında da geçerlidir ve aynı şekilde gemi çalışanlarının[3] yaşadığı iş kazaları da çok sayıda uyuşmazlığa konu olmaktadır. Denizcilik sektörünün doğası gereği yoğun iş temposu, tehlikeli çalışma koşulları, zamana karşı yarış, çoğu zaman işverenin ve bazen de işçinin ihmali her yıl bu sektörde irili ufaklı binlerce[4] iş kazasının yaşanmasına neden olmaktadır. Maalesef bu iş kazaları bazen ağır yaralanmalarla ve hatta ölümlerle sonuçlanmakta ve iş kazası geçiren gemi çalışanları ve/veya hak sahipleri[5] açısından hem maddi, hem de manevi olarak ciddi zararlar meydana gelmektedir. Bu sebeple; bu alanın klasik iş kazalarıyla benzerliklerinin ve farklılıklarının anlaşılması, alınması gereken önlemlerin ortaya konulması, zararın ve tazminatın belirlenmesi, işverenin bu iş kazalarından kaynaklanan sorumluluğun anlaşılması açısından önem arz eder. Buna ek olarak gemilerin üçüncü şahıslara (çevreye, mürettebata, taşıdığı yüke, başka gemiye veya yapıya) verdiği zararları konu alan Koruma ve Tazmin Sigortası (Proctection & Indemnity Insurance)[6], kapsamında teminat altına alınan risklerden biri de, gemi çalışanlarının iş kazalarından kaynaklı gördüğü zararlardır. Bu sebeple olayların gerçekleşmesinden başlayarak tüm süreçte, uyuşmazlıkların çözümlenmesi ve en önemlisi, gemi çalışanlarının veya hak sahiplerinin zararının eksiksiz karşılanması noktasında koruma ve tazmin sigortacıları önemli roller üstlenmektedir. Bu yazı iki ayrı kısımdan oluşacak olup, ilk kısmı olan bu çalışmada kısaca deniz iş kazalarında işverenin hukuki sorumluluğu değerlendirilecektir. Bu değerlendirme yapılırken, klasik iş kazaları ile deniz iş kazaları arasındaki benzerlikler ve farklılıklar ele alınacak ve deniz iş kazaları sonucu ortaya çıkan ayrıksı bazı önemli noktalara değinilecektir. İkinci kısmında ise koruma ve tazmin sigortasının deniz iş kazalarındaki rolü detaylı olarak açıklanacaktır.

Deniz iş kazalarında işverenin hukuki sorumluluğunun doğabilmesi için belli başlı şartların gerçekleşmesi gerekmektedir. Klasik iş kazalarında da aranan bu şartlar, bir iş kazasının meydana gelmesi, bu iş kazasının gerçekleşmesinde işverenin kusurunun bulunması, gemi çalışanının bu iş kazası sebebiyle zarar görmesi ve kaza ile zarar arasında uygun illiyet bağının varlığıdır. Bunlar aşağıda sırasıyla açıklanacaktır. Deniz iş kazaların işverenin sorumluluğunu anlayabilmek için öncelikle iş kazasının hukuki tanımını yapmak gerekmektedir. Bu noktada belirtmek gerekir ki, Türk Hukuku’nda biri 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda[7] (6331 sayılı Kanun), diğeri 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nda[8] olmak üzere iki ayrı iş kazası tanımı bulunur. Tanımlarda biri, 6331 sayılı Kanun madde 3/1.g hükmüne göre iş kazasını, “İşyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen özre uğratan olay”olarak tanımlamıştır. Bu bakımdan işyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen ve işçiye ruhen veya bedenen zarar veren veya işçinin ölümüne sebep olan olaylar iş kazasıdır.

Tanımlardan diğeri, 5510 sayılı kanun madde 13 hükmüne göre bir olayın iş kazası olarak nitelendirilebilmesi için işçinin işyerinde bulunduğu sırada meydana gelmesi yeterli sayılmıştır. Görüldüğü üzere iş kazasının iki ayrı tanımının olmasının sebebi, düzenlendikleri kanunların amaçlarının farklı olmasıyla alakalıdır. Diğer bir ifadeyle bir iş kazasının 5510 sayılı kanun bakımından sonuçları ile 6331 sayılı kanun bakımından (işveren aleyhine açılan davalar bakımından) sonuçları tıpatıp aynı değildir.[9] 6331 sayılı kanun[10] işverenin iş sağlığı ve güvenliği alma borcunun yani işverenin çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlama yükümlülüğünün kapsamını düzenlerken, 5510 sayılı kanundaki tanım ise hangi olayların Sosyal Güvenlik Kurumu “SGK” açısından iş kazası sayılacağını ve hangi durumlarda işçinin veya hak sahiplerinin 5510 sayılı kanunda düzenlenen yardım, ödenek ve aylıklardan yararlanabileceği noktasında önem arz etmektedir. Bu itibarla, işveren bir yandan işçiye ve hak sahiplerine ödenen yardım, ödenek ve aylıklardan ötürü SGK’ya karşı, diğer yandan ise iş kazasına uğrayan işçiye veya hak sahiplerine karşı,  tarafından karşılanmayan zararlardan sorumludur. Bu iki sorumluluktan işçiye karşı olan sorumluluğun temeli Türk Borçlar Kanunu “TBK” hükümlerine dayanırken, SGK’ya karşı olan sorumluluğun temeli ise 5510 sayılı Kanun’dur.

İşverenin 5510 sayılı kanun kapsamında olan SGK’ya karşı olan sorumluluğu, iş kazası nedeniyle işçiye ve hak sahiplerine ödenen yardım ve ödeneklerin işverenden tahsil edilmesine ilişkin olup kanuna göre, iş kazasının gerçekleşmesine kusuruyla sebep olan işverenSGK tarafından işçiye ve hak sahiplerine ödenen yardım ve ödeneklerden sorumludur. Öte yandan, sosyal devlet ilkesinin bir sonucu olarak kural, çalışanların veya hak sahiplerinin iş kazasından doğan zararlarını ve hak sahiplerinin zararlarının SGK tarafından karşılanması[11] olsa da, yaşanan iş kazalarının çoğunda SGK tarafından yapılan yardımlar ve ödemeler gerçek zararı karşılamamaktadır. Bu durumda, gerçek zararın karşılanmayan kısmı için iş kazası nedeniyle zarar görenişçilerveya hak sahipleri işverene başvurabilir.

Daha çok uygulama alanı bulan ve uyuşmazlıkların büyük bir kısmını oluşturan işverenin iş kazası sebebiyle işçiye veya hak sahiplerine karşı olan sorumluluğunda ise TBK hükümleri uygulama alanı bulacaktır. Buna göre işverenin kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir ve bu sorumluluk esas itibariyle kusur sorumluluğuna dayanır.

Bu bakımdan TBK ve 6331 sayılı kanun hakkında yukarıda yapılan açıklamalar gemi çalışanlarını ve denizde yaşanan iş kazalarını da kapsamaktadır. Diğer bir ifadeyle gemideyken[12]  veya gemide çalışırken meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen özre uğratan olay, deniz iş kazası olarak tanımlanır. Ancak aynı yorumun 5510 sayılı kanun açısından yapılabilmesi için işvereninin (ki bu genelde gemi sahibi olur) 5510 sayılı kanun hükümlerine tabi olması gerekir. Yani, gemide gerçekleşen her kaza 5510 sayılı Kanun anlamında iş kazası olarak nitelendirilmeyecektir. Bir deniz iş kazasının 5510 sayılı kanun uyarınca iş kazası olarak nitelendirilmesi için işverenin veya geminin 5510 sayılı kanun kapsamında olması gerekir. Bu kanun kapsamında olan işverenlerin, işyeri, tescil bildirim ve prim yükümlülüğünün yanında gemi çalışanlarını sigortalamaları esastır. Yabancı bayraklı gemiler ise, gemi sahibi yabancı olduğundan ve 5510 sayılı kanun kapsamında olmadığından mevzuat gereğince böyle bir yükümlülük altında değildir. Bu açıdan yabancı bayraklı gemilerde gemi çalışanları SGK kapsamında olmadığından, işçinin uğradığı zararın SGK tarafından karşılanması söz konusu olmayacaktır. Bu sebeple zarar gören gemi çalışanı ya da hak sahipleri, zararlarının tamamı için işverene başvurabileceklerdir.

İş kazasından kaynaklı sorumluluğunda işverenin kusuru noktasında ise, klasik iş kazalarında olduğu gibi deniz iş sözleşmesiyle çalışan gemi çalışanlarına karşı TBK 417’ye veya 6331 sayılı kanuna aykırı davranış veya ihmaller sonucunda ortaya çıkan zararlardan işveren sorumludur.[13] Bu sorumluluğun kapsamı işverenin gemi çalışanını koruma ve gözetme borcunun bir sonucu olarak kusur sorumluluğu esasına dayanmaktadır. Diğer bir ifadeyle yaşanan deniz iş kazası sebebiyle gemi çalışanının zararından işverenin sorumlu olabilmesi için, işverenin gemiye, deniz taşımasına uygun iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini alma ve özen yükümlülüklerine aykırı davranışı veya ihmali olması gerekmektedir.[14] Bu bakımdan işveren mevzuat ve kurallar gereği alması gereken önlemleri almadıysa meydana gelen iş kazasından sorumlu olacaktır[15]. Yüksek mahkemenin yerleşik içtihadına göre de işverenin iş kazasından doğan sorumluluğu, kendisine atfedilebilir bir kusurunun olup olmamasına bağlıdır.[16] Bu noktada bir örnek vermek gerekirse, limanda ambar kapaklarının açılması veya kapanması sırasında gemide gerekli görsel ve işitsel önlemleri (zil, uyarı ışığı gibi) almayan işveren, gemi çalışanının kolunun kapanan ambar kapağının arasında sıkışmasıyla gerçekleşen iş kazasından sorumlu olacaktır.

Belirtmek gerekir ki, 6331 sayılı kanun kapsamında ve TBK 417/2 maddesinde işverenlerin iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması noktasında gerekli her türlü önlemi almak zorunda oldukları hüküm altına alınmıştır. İşveren bilim, teknik ve tecrübenin o anda ulaştığı duruma göre her türlü önlemi almakla yükümlüdür.[17] Sanayi, tarım ve diğer sektörlerde bu önlemler her sektörün kendi özelliklerine ve gerekliliklerine göre farklılık göstermekte olup, kendi mevzuatları çerçevesinde düzenlenir. Denizcilik sektöründe ise bu önlemler çok daha geniş bir çerçevede olup, yalnızca 6331 sayılı Kanunda ve diğer yerel mevzuatta yer alan tedbirlerle sınırlı değildir. İşverenler uluslararası geçerliliği olan ve Türkiye bakımından da bağlayıcı olan Uluslararası Denizcilik Örgütü(IMO)[18] ve Uluslararası Çalışma Örgütü(ILO)[19] sözleşmelerince düzenlenen tedbirleri de özenli bir işveren olarak almak zorundadır.[20] Gemi çalışanlarına verilmesi gereken eğitimler, yapılması gereken sağlık kontrolleri, tatbikatlar, gemide bulunan işitsel ve görsel uyarılar, geminin güvenlik, sağlık ve denetim sertifikaları, iş sağlığı ve güvenliği araç ve gereçlerinin temini ve kullanıldığının denetimi, disiplinli ve düzenli çalışma ortamı bu tedbirlerin özenli bir şekilde alındığının göstergesidir. Önemle ifade etmek gerekir ki, Yüksek Mahkeme[21] tarafından ifade edildiği üzere, işveren iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini uyma yükümlülüğünü işçiye bırakmamalı, bunlara uyulmasını denetimlerle sağlamalıdır. Tüm bunlar iş kazasında işverenin kusurunun olup olmadığını ve varsa ne kadar olduğunu ortaya koyar.

Deniz iş kazalarından işverenin sorumluluğu için gereken diğer bir husus, klasik iş kazalarında da aranan şartlardan biri olan, meydana gelen kaza ile yapılan iş arasında uygun bir illiyet (nedensellik) bağının bulunmasıdır. Binaenaleyh işverenin iş kazasından sorumluluğunun doğması için işin yürütülmesiyle ilgili olarak ortaya çıkması gerekir.[22] Eğer işçinin yaşadığı iş kazası işin yürütülmesiyle ilgili değilse, meydana gelen zarardan işveren sorumlu olmayacaktır. Bu durum kısaca illiyet bağının kesilmesi olarak ifade edilmektedir. İşverenin iş kazasından kaynaklı sorumluluğundan söz edebilmek için, illiyet bağının işçinin ağır kusuru, üçüncü kişinin ağır kusuru veya mücbir sebep ile kesilmemiş olması gerekir.[23] İş kazasında gemi çalışanı bizzat kendi kusuru, başka bir gemi çalışanının kusuru veya mücbir sebep etkisi varsa, olayın niteliğine göre işverenin sorumluluğu ortadan kalkacak veya azalacaktır. Bir örnek vermek gerekirse, gemi çalışanlarının kavga etmesi sonucu ortaya çıkan yaralanmadan (işverenin denetim ve gözetim yükümlülüğünün ihlal edilmemiş olduğu varsayımda) kural olarak işveren sorumlu olmayacaktır.

Bu noktada ifade etmek gerekir ki, yakın dönemde mahkemelerin bazı klasik iş kazaları dosyalarında uyguladığı üzere, gemi çalışanlarının kendi kusuru ve mücbir sebep gibi illiyet bağının kesildiği durumlarda bile hakkaniyet gereği işverenleri belirli oranda kusurlu bulduğu görülmektedir. Bu kararlar, mahkemelerin işçinin iş kazasından kaynaklı zararlara tek başına katlanmakla yükümlü kılınmaması gerektiği ve hakkaniyet gereğince bu zararın bir kısmına işverenin katlanması gerektiği anlayışının tezahürüdür. Buna göre, işveren iş kazasından sorumlu olabilmesi için herhangi bir ihmali ve kusuru olmasına bakılmaksızın, sırf işveren olması sebebiyle bu riske ve sorumluluğa katlanacaktır. Benzer kararlar konusunu deniz iş kazalarının oluşturduğu uyuşmazlıklarda da görülmektedir. Mahkemeler işvereni deniz iş kazalarından kaynaklı bazı uyuşmazlıklarda herhangi bir kusuru ve illiyet bağı olmamasına karşın işvereni tazminat ödemeye mahkûm etmektedir. Bu kararların arka planında, zaten oldukça zorlu ve tehlikeli çalışma şartları olan gemilerde gerçekleşen iş kazalarında, gemi çalışanının zararının bir kısmına işverenin katlanması gerektiği anlayışı olduğu söylenebilir. Örneğin, gemi çalışanının mide rahatsızlığını bilmesine rağmen gizlice alkol almaya devam edip rahatsızlanarak vefat etmesi olayında, mahkemece işveren yüzde 50 oranında kusurlu bulunmuş ve tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir.

Yukarıda açıklandığı üzere işverenlerin deniz iş kazası sebebiyle sorumluluğu doğduğunda, klasik iş kazalarında olduğu gibi, gemi çalışanlarına veya hak sahiplerine tazminat ödenmesi gerekecektir. Bu tazminat maddi ve manevi tazminat olarak iki ayrı şekilde tezahür eder. Maddi tazminatın kapsamı TBK 54 hükmü uyarınca gemi çalışanının tedavi giderleri, tedavi sırasında çalışamaması sebebiyle uğradığı kazanç kaybı, meydana gelen yaralanmanın niteliğine göre çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar, ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar ve ölüm halinde ölenin desteğinden yoksun kalınan hak sahiplerinin uğradığı kayıplardır.[24]Deniz iş kazası sebebiyle gemi çalışanın yaralanması durumunda, bu tazminatın tespiti için gemi çalışanının yaralanmasının çalışma gücünü ne oranda etkilediği tespit edilir[25] ve buna kısaca maluliyet oranı denir. Maluliyet oranı tazminat miktarının belirlenmesinde kusurla birlikte önemli rol oynar. Ayrıca iş kazası nedeniyle gemi çalışanının hayatını kaybetmesi sonucunda hak sahiplerine ödenecek maddi tazminat, destekten yoksun kalma tazminatı olarak adlandırılır. Aktüerya hesabı olarak tanımlanan hesaplamayla bulunan bu tazminatın miktarı Yargıtay kararlarıyla şekillenmiş teknik bir hesaplamayla bulunmakta olup, normal hesaplamalardan farklılık göstermektedir. Gemi çalışanı ve hak sahipleri açısından bu hesaplama, klasik iş kazalarındaki hesaplamayla benzerlik arz eder. Maddi tazminat miktarı belirlenirken önemli olan bir diğer nokta ise, gemi çalışanının aldığı gerçek maaştır. Maalesef denizcilik sektöründe elden ödeme, sözleşmede yazan miktardan daha az/daha fazla ödeme gibi durumlar görülmektedir ve bu da, gemi çalışanının veya hak sahiplerinin hak kazandığı gerçek maddi tazminat miktarının belirlenmesini zorlaştırır. Bu zorluğu aşmak için mahkemeler, gemi çalışanının mesai arkadaşlarının tanıklığı ve yetkili kuruluşlara emsal ücretin sorulması gibi yollara başvurur.

Klasik iş kazalarında olduğu gibi deniz iş kazası sonucunda hak kazanılan manevi tazminatın hukuki kaynağı ise TBK 56 hükmüdür ve bu hüküm meydana gelen iş kazası sebebiyle acı, ıstırap ve elem duyan gemi adamına belli bir miktar ödeneceğini ifade eder.  Manevi tazminatın miktarının tespiti maddi tazminat gibi dayanılacak hesap yöntemleri ve nesnel ölçütlere değil, hâkimin takdir yetkisine dayanır. Hâkim manevi tazminat miktarını belirlerken tarafların sosyal ve ekonomik durumunu, kusurlarını, işçinin yaşadığı acı ve ıstırap ve olayın ağırlığını dikkate alır.[26] Benzer şekilde, gemi çalışanın ağır bedensel zarar görmesi veya vefat etmesi halinde, gemi çalışanının veya ölenin yakınlarına da belli bir miktar manevi tazminat ödenir.

Deniz iş kazalarında, klasik iş kazalarından farklı olarak bazı durumlarda gemi çalışanının, maluliyetinin ağırlığı veya niteliği sebebiyle bir daha gemide çalışması mümkün olamamaktadır. Bu durumda uzun yıllar boyunca eğitimini aldığı ve tecrübe kazandığı mesleği icra edemeyen gemi çalışanı, denizcilik dışındaki bir alanda çalışmak durumunda kalacak ve bu da kazancını esaslı bir biçimde azaltacaktır. Kazancın bu şekilde azalmasıdurumundagemi çalışanına ödenecek tazminat miktarı normal hesaplamalardan farklı bir şekilde hesap edilecektir.

Sonuç olarak, deniz iş kazaları bakımından işverenin hukuki sorumluluğu için bir iş kazasının meydana gelmesi, bu iş kazasının gerçekleşmesinde işverenin kusurunun bulunması, gemi çalışanının bu iş kazası sebebiyle zarar görmesi ve uygun illiyet bağının varlığı şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekir. Türk Hukuku’nda iş kazası tanımı iki ayrı kanunda tanımlanmış olup, bunlarda biri 6331 sayılı kanunda diğer 5510 sayılı kanunda yer almaktadır. İş kazasının iki farklı tanımının olmasının sebebi ise iki ayrı kanunun amaçlarının farklı olmasından kaynaklıdır. Bu bağlamda işverenin iş kazasından kaynaklı olarak sorumluluğu biri 5510 sayılı kanun temelinde işçiye veya hak sahiplerine karşı, SGK tarafından karşılanan zarar için işverenin SGK’ya karşı olan sorumluluğu, diğeri ise iş kazasından kaynaklanan ve SGK tarafından karşılanmayan zararlar için işverenin işçi veya hak sahiplerine karşı olan sorumluluğu olmak üzere iki farklı şekildedir. Bu açıklamalar ışığında deniz iş kazaları, gemideyken veya gemide çalışırken meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen özre uğratan olay olarak tanımlanır ve deniz iş kazalarında işverenin gemi çalışanına veya hak sahiplerine karşı olan sorumluluğunda TBK ve 6331 sayılı kanun hükümleri uygulama alanı bulur. Buna karşın deniz iş kazalarında işverenin 5510 sayılı kanun açısından SGK’ya karşı sorumluluğunun doğabilmesi, işverenin 5510 sayılı kanun kapsamında olup olmamasına bağlıdır. Deniz iş kazalarında işverenin sorumluluğu TBK 417 hükmü uyarınca kusur sorumluluğuna dayanır ve işverenin mevzuat gereği alması gereken önlemleri almaması meydana gelen iş kazasından sorumluluğunu doğurur. Denizcilik piyasasında işverenin alması gerekentürlü iş sağlığı ve güvenliği önlemler yalnızca 6331 sayılı kanun ve TBK yalnızca yerel mevzuatla sınırla değildir ve işverenler uluslararası geçerliliği olan ve Türkiye bakımından da bağlayıcı olan Uluslararası Denizcilik Örgütü(IMO)  ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmelerince düzenlenen tedbirleri de almakla yükümlüdür. Deniz iş kazalarında işverenin sorumluluğunun doğabilmesi için, iş kazası ve kusur şartlarının yanında deniz iş kazasının yapılan iş ile ilgili olması yani illiyet bağının bulunması ve bu illiyet bağının gemi çalışanın kendi kusuru, üçüncü kişinin ağır kusuru(mesai arkadaşı veya bir başka kişi) veya mücbir sebep sonucunda kesilmemesi gerekir. Bazı mahkeme kararlarında illiyet bağının kesilmesi ve işverenin kusurunun bulunmamasına karşın, hakkaniyet gereği işverenin sorumlu bulunarak tazminat ödediği görülmektedir.

Deniz iş kazaları sonucunda, tıpkı klasik iş kazalarında olduğu gibi sorumlu olan işveren zarar gören gemi çalışanına veya hak sahiplerine tazminat ödemek zorundadır. Gemi çalışanının tedavi giderleri, tedavi sırasında çalışamaması sebebiyle uğradığı kazanç kaybı, meydana gelen yaralanmanın niteliğine göre çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar, ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar ve ölüm halinde ölenin desteğinden yoksun kalınan hak sahiplerinin uğradığı kayıplar gibi hususlardan oluşan maddi tazminatın belirlenmesinde gemi çalışanının maluliyet oranı ve işverenin kusuru önem arz eder. Gemi çalışanının aldığı gerçek maaşı tespit etmek, hak kazanılan maddi tazminatın belirlenmesi için esastır. Manevi tazminat hesabında ise herhangi bir nesnel ölçüt bulunmayıp, olayın ağırlığı, tarafların sosyal ve ekonomik durumu, gemi çalışanının duyduğu acı ve ıstırap, tarafların kusuru gibi hususları dikkate alan hâkim tarafından takdir edilir. Bazı deniz iş kazalarında gemi çalışanı, maluliyetinin oranının fazlalığı ve niteliği sebebiyle bir daha gemide çalışamaz duruma gelmektedir. Bu durumlarda gemi çalışanının hak kazanacağı maddi tazminat miktarı hesabı normal hesaplamalardan farklılık gösterir ve bu hesap yapılırken başka iş yapması sebebiyle kazancının azalması hususu dikkate alınır.

 


[1] Sosyal Güvenlik Kurumu’nun verileri incelendiğinde, 2019 yılında 422.463 çalışanın iş kazası geçirdiği ve toplam 1147 çalışanın yaşamını kaybettiği görülmektedir. (http://www.sgk.gov.tr/wps/portal/sgk/tr/kurumsal/istatistik/sgk_istatistik_yilliklari)

[2] Burada klasik İş Hukuku tanımı herhangi akademik ve teorik bir ayrımdan ziyade, kapsamı daha geniş olan ve daha çok uygulama alanı bulan 4857 sayılı İş Kanunu ile nitelik olarak kendine has özellikleri olan ve daha dar kapsamda olan Deniz İş Hukuku arasında bir ayrım yapmak ve Deniz İş Hukuku özelinde görülen farklı uygulamaları ifade etmek için kullanılmıştır. Aynı ayrım iş kazaları bakımından da yapılacaktır.

[3] Uygulamada büyük oranda gemi adamı ifadesi kullanılsa da bu meslekte hatırı sayılır sayıda kadın işçinin de çalıştığı göz önüne alındığında bu çalışmada gemi adamı yerine cinsiyet yansıtmayan “gemi çalışanı” ifadesi kullanılmıştır.

[4]Bkz Dipnot No:1

[5] Hak sahipleri kavramı Türk Borçlar Kanunu ve 5510 sayılı Kanun bakımında farklı anlamlar ifade eder. 5510 sayılı Kanun açısında madde 3.1/7 hükmüne göre hak sahibi Sigortalının veya sürekli iş göremezlik geliri ile malûllük, vazife malullüğü veya yaşlılık aylığı almakta olanların ölümü halinde, gelir veya aylık bağlanmasına veya toptan ödeme yapılmasına hak kazanan eş, çocuk, ana ve babasını ifade eder. Türk Borçlar Kanunu anlamında ise hayatını kaybeden işçinin yakınlarından Türk Borçlar Kanunu 54. Madde uyarınca destekten yoksun kalma tazminatına hak kazananları ifade eder. Bunlar müteveffanın hayatta olsaydı maddi yardımda bulunduğu veya baktığı kişilerdir. Bu yardım ve bakımın düzenli olması ve normal yaşama imkânlarını sağlama maksadıyla yapılması gerekir. (Detaylı bilgi için bkz. - Prof. Dr. Kemal Tabir GÜRSOY, Destekten Yoksun Kalma Tazminatı, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 29 (1), Ankara, 1972, sf 154)

[6] Uygulamada genellikle Kulüp Sigortası olarak adlandırılan Koruma ve Tazmin Sigortası, üye donatanın tekne sigortası kapsamına girmeyen üçüncü şahıslara karşı doğan sorumluluk ve masraflarını, karşılıklı sigorta ilkeleri gereğince sigortalandığı bir deniz sigorta sözleşmesi türüdür. (Didem Algantürk Light, Deniz Sigorta Hukuku’nda Kulüp Sigortası, 2. Bası, 2006, İstanbul, sf 23.)

[7] 20.06.2012 tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu

[8] 31.05.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu

[9] L. Akın, İş Kazasından Doğan Maddi Tazminat, Ankara, 2001, syf 63 vd.; G. Burcu Ceratlı, İş Kazasından Doğan Destekten Yoksun Kalma Tazminatı, Ankara, 2003, sf 29 vd.

[10] 6331 sayılı Kanun kamu ve özel sektöre ait bütün işlere ve işyerlerine uygulanır. İş yasalarının herhangi birine tabi olma veya bunların uygulama alanı dışında kalıp TBK. m. 393 vd. hükümlerine tabi bulunma, iş sağlığı

ve güvenliği hükümlerinden yararlanma konusunda fark yaratmayacaktır. (Bkz. Prof. Dr. Tankut Centel, İş Sağlığı Ve Güvenliği Kanunu'nun Uygulama Alanı Ve Kapsamı. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, 19(2), 79 - 84.

[11]Tuncay & Ekmekçi, Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, İstanbul, 2016, sf 367

[12]Gemi çalışanlarının işyeri gemidir. 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nun uygulama alanı belirlenirken ölçüt olarak işyeri olan gemi esas alınmış ise de bu kanunda gemi kavramı tanımlanmamıştır. Bu konuda detaylı bilgi için bkz. Devrim Ulucan, Deniz İş Hukukuna İlişkin Temel Bilgiler, İstanbul, 1986; Rayegan Kender, Deniz İş Kanununda İşveren, İşveren Vekili, Kaptan ve Gemi Adamı Kavramları İÜHF. İş ve Sos. Güv. Araşt. Ve Uyg. Merkezi, 1984 yılı konferansları) İstanbul 1985, 149 vd.

[13] Süzek, Sarper, İş Hukuku, , Beta Yayınları, İstanbul, 2015, sf 434

[14] Saraç, Coşkun, İşyeri Dışında Meydana Gelen İş Kazası Nedeniyle Sor. Karar İncelemesi, 2010, syf 202-213

[15] Süzek, Sarper, İş Güvenliği Hukuku, Ankara, 1985, sf 231

[16] Yargıtay HGK 2010/21-36 E., 2010/67 K., 03.02.2010 T.

[17]Yargıtay 21. HD 2016/3450E. 2017/6127 K. 12.09.2017T.    

[18] IMO sözleşmelerinin çoğu seyir, gemi ve çevre güvenliği ile ilgili olmakla birlikte Gemiadamlarının Eğitim, Belgelendirme ve Vardiya Standartları Hakkında Uluslararası Sözleşme (STCW 1991) gemi çalışanlarının eğitimleri, yeterlilik yükseltmelerini, eğitim kalite standartlarını ve benzeri birçok konuyu açıklığa kavuşturmaktadır.

[19] ILO sözleşmeleri arasında gemi çalışanları için alınan önlemlere dair sözleşmelerin yanında iş kazalarının önlenmesine ilişkin 134 sayılı sözleşme de yer almaktadır.

[20] Bu zorunluluğun kaynağı bahsi geçen milletlerarası anlaşmaların büyük çoğunluğuna Türkiye’nin taraf olması ve Anayasa 90/5 uyarınca usulüne uygun bir şekilde yürürlüğe konulan bu milletlerarası anlaşmaların kanun hükmünde olmasıdır.

[21] Yargıtay 21. HD 2014/8662 E. 2014/1282 K. 22.04.2014 T.

[22] Yargıtay HGK 1987/9-722 E. 1987/203 K. 18.03.1987 T., Yargıtay 21. HD. 2002/5107 E. 2002/5915 K., 18.06.2002 T.

[23] Yargıtay 9. HD. 1994/13119 E., 1994/17380 K., 08.12.1994 T.

[24] Süzek, İş Hukuku, sf 453

[25] Bu tespit Çalışma Gücü Ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği madde 5/1 hükmü gereğince a) Sağlık Bakanlığı eğitim ve araştırma hastaneleri, b) Devlet üniversitesi hastaneleri, c) Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı asker hastaneleri, ç) Sigortalıların ikamet ettikleri illerde (a), (b) ve (c) bentlerinde belirtilen hastanelerin bulunmaması durumunda Sağlık Bakanlığı tam teşekküllü hastaneleri tarafından düzenlenen sağlık kurulu raporları ile yapılır.

[26]Ali Güneren, İş Kazası ve Meslek Hastalığından Kaynaklı Maddi ve Manevi Tazminat Davaları, B.2, Ankara, 2011, sf 1391 vd.; Yargıtay  İçtihadı Birleştirme Kararı, 22.06.1966 7/7, Yargıtay 21. HD. 2009/1602 E., 2009/4319 K., 24.03.2009 T.

Kaynak: Deniz Ticaret Dergisi

Bu haber toplam 29002 defa okunmuştur
Etiketler : ,
Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.