1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Deniz benim için dedem, özgürlük ve sonsuzluk demek
Deniz benim için dedem, özgürlük ve sonsuzluk demek

Deniz benim için dedem, özgürlük ve sonsuzluk demek

Mavi Marmara olayına tanıklık eden TRT Haber Muhabiri Elif Akkuş, bu meslekte saçlarının beyazladığını görmek istiyor.

A+A-

Bu ay Vira’nın gazeteci röportajında doğal, samimi ve içten bir isim konuğumuzdu. Ve röportajda tek kelimeyle “Sıcacık” oldu. Gazeteciliği “… bambaşka bir yol. O yolda yürümek en tehlikeli anda bile çok keyifli” diye tabir eden TRT Haber Muhabiri Elif Akkuş, bu meslekte saçlarının beyazladığını görmek istiyor. Onun bir de hafızalarımıza kazınan Mavi Marmara olayına tanıklık eden gazeteciler arasında olduğu düşünüldüğünde mesleğinin doğasındaki adrenalinin tabiri caizse damarlarına kadar işlediğini söylemek mümkün. Onun için mavi önce “Dedesi” demek. Neden mi? Çünkü dedesi sayesinde çok erken yaşlarda tanışmış denizle. Küçükken bir kayığı bile varmış. Hatıralarında yer bulan güzel anıların da kaynağı olmuş. Tüm bunları ve daha fazlasını konuştuk Akkuş’la. Buyurun keyifle okuyun sizlerde…

Elif Akkuş’un gazetecilik serüveni nasıl başladı ve bugünlere ulaştı?                                                                                   

Ben gazeteci olmak istiyordum ve bu çok netti. Mesleğe adım atmak için sabırsızlandığım bir zamanda ki o zaman üniversite birinci sınıftaydım, hedefimi belirledim; TRT’de staj yapmak istiyordum. Sadece staj yapmak için girdiğim TRT’de bu sene 15. yılım.TRT koridorları, sokaklar, meydanlar, olay yerleri derken geçen 15 seneye inanamıyorum.Ama diliyorum önümüzdeki 15 sene de en az bu kadar yoğun, adrenalin yüklü ve heyecan dolu geçer.  Gazetecilik bambaşka bir yol. O yolda yürümek en tehlikeli anda bile çok keyifli.

Bu mesleği hem ülkemiz açısından hem de bir kadın gözüyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gazetecilikte kadın olmak… Bugüne kadar hiç düşünmemişim böyle bir ayrımı… Çünkü kadın ya da erkek yoktur, gazetecilik bir duruştur bana göre. Cinsiyet ayrımı gözetmeyen… Doğrunun, gerçeğin ve hızın yönlendirdiği bir duruş. Bu duruş var olduğunda hem Türkiye’de hem dünyada işte o zaman “doğru, tarafsız ve hızlı gazetecilikten” söz edilebilir. Yalnız kaldığında, yazdığın, söylediğin, görüntülediğin ya da fotoğraf karesine sığdırdığın anlar rahatsız etmiyorsa, o zaman gerçek gazetecisin demektir… Benim için kadın erkek değil böyle bir ayrım var mesleki olarak.

Mesleğinizi genel olarak değerlendirirseniz sevdiğiniz ve sevmediğiniz yanları neler?

Bu meslek bana göre ancak seversen yapılabilir. Dolayısıyla birçok insanın içinde olmak istemeyeceği yerler, olaylar, durumlar başta olmak üzere her anını ve her yanını seviyorum mesleğimin. En çok da zamanla yarışıyor olmayı ve onun verdiği heyecanı.

Mavi Marmara olayına tanık olan isimlerden birisiniz. Bu olayı kısa bir de sizin gözlemlerinizle dinleyebilir miyiz?

Mavi Marmara olayına tek bir açıdan bakılamaz. Ama ben o gemideki bir gazeteci olarak yanıt vermek isterim. Mavi Marmara ve beraberindeki gemilerin Gazze’ye yardım götüreceği aylar öncesinden belliydi. Geminin hareket edeceği ana kadar İsrail’in müdahale edeceğine yönelik açıklamaları devam etti. Antalya’ya gittik, Mavi Marmara gemisine bindik, bir grup gazetecinin de dahil olduğu yaklaşık 700 kişiyle Gazze’ye doğru yola çıktık. Tarih 31 Mayısı gösterdiğinde 23 sıralarında uzakta iki hücum bot tespit edildi. O dakikadan itibaren İsrail askerlerinin gemiye geleceği netlik kazanmış oldu. Bu nedenle gazeteciler olarak geminin üst güvertesinde beklemeye başladık. Sabah ezanı okunurken gemideki gönüllüler namaz kılıyordu. İşte tam o sırada İsrail ordusuna bağlı askerler gemiye müdahale etmeye başladı. Gazeteciler olarak görüntüleri çektikten sonra bir şekilde merkeze ulaştırmanın telaşını yaşadık. Ancak bu mümkün olmadı. Çünkü İsrail askerleri gemiyi ele geçirmişti. Gemininiçinde gönüllü olarak bulunan dokuz kişi İsrail askerleri tarafından öldürüldü. Gemi tamamen İsrail askerlerinin kontrolüne geçtikten sonra bizler de basın mensupları için ayrılan kısma geçip beklemeye başladık. O sırada gemini hoparlöründen biri kelime-i şahadet getirdi. O an artık geri her şeyin biteceğini ve gemiyi batıracaklarını düşündüm. Basın odasına geçtikten sonra İsrail askerleri sürekli olarak lazer silahları üzerimize doğrultarak kıpırdamadan ellerimiz başımızda beklememiz konusunda uyarıda bulundu.Ve sonrasında gemide en son esir alınan kişiler biz gazeteciler olduk.Güverteye çıkarttılar. Gemideki herkes güvertelerde kimi kelepçeli kimi elleri bağlı olmadan askerlerin silahları üzerimize doğrultulmuş şekilde oturduk. İsrail’deki limana gidişimizyaklaşık 10 saat sürdü. Bunun beş saatinde gemiye müdahale eden İsrail ordusuna ait helikopterle ıslatıldık. Sonra geminin içine alındık. Her yer kandı.Yaralılar ve cenazelerle birbeş saat daha yolculuk ettikten sonra limana ulaştık. İsrail askerleri limana indirdi ve sorgu süreci başladı. Defalarca sorguladılar ve limanda kurdukları alanda farklı bölmelerde, bizi defalarca soyup üzerimizi aradılar. Yaklaşık altı saat limanda sorgu, arama, fiziksel ve psikolojik saldırı sürecinin ardından cezaevine attılar. Üç gün kaldığımız cezaevinden çıkıp İsrail’deki havalimanına getirildiğimizde de Türkiye’den gelen uçağa binene kadar psikolojik ve fiziksel baskı devam etti. Ve sonra Türkiye… Dokuz kişi hayatını kaybetmişti, yaralananlar vardı…İşkencenin psikolojik boyutunun en ağır olduğu yerdi orası. Sınırdışı edildik ve Türkiye’ye geldik…Oradan çıkmak kimi zaman düşündüğümde mucize gibi geliyor…

Bu olay sizde nasıl bir etki bıraktı?

Genelde muhabir olarak bulunduğum bu tür yerlerde, o an bir tek şey düşünüyor insan, merkeze haber vermek…Burada çatışma var ya da saldırı. Ve sonra görüntü çekmek yani olayı kaydetmek ve tabi onu muhafaza edebilmek. Benim için Mavi Marmara’dan geriye kalan en can sıkıcı olay görüntüleri Türkiye’ye getirememek oldu. Oysa, Mavi Marmara’ya giderken herhangi bir saldırı anında denize düşersek ya da atlamak zorunda kalırsak kasetleri sudan koruyacak bir sistem bile almıştık yanımıza. Ama olmadı. Bir insan olarak özellikle limanda yaşananlar insanlık onurunu zedeleyici boyuttaydı. Ama uçak Türkiye’ye indiğinde bir gazeteci olarak mutluydum, yaşıyordum ve dünyanın izlediği bir olaya tanıklık etmiştim.

Gelecekle ilgili hedefleriniz ve planlarınız veya hayalleriniz neler?

Mesleki olarak soruyorsanız, savaş bölgelerinde çalışmayı hedef koyan genç bir muhabir adayıydım mesleğe başladığımda. Şimdi üzerinden 15 yıl geçti ve savaş bölgelerinde çalışmış bir muhabirim. Muhabirlik, sokaklarla, yaşamla, hayatla, bazen yaşamla ölüm arasındaki çizgide yaşamak demek. Benim için tanımı bu. O nedenle meslek hayatımı bu şekilde sürdürmeyi isterim; olayın olduğu yerde olarak. Hedefim de bu doğrultuda “olay yerinde” yaşlanmak, saçlarıma beyazlar düştüğün görmek,insanların içine girmek istemeyeceği her yere girmek, zaman ve haber heyecanını daima ayakta tutup bu şekilde yaşlanmak…

Gelelim denize, Sizce Türkiye deniz ve denizin her nimetinden faydalanıyor mu? Turizm, ulaşım, balıkçılık ve ticaret alanlarında genel bir değerlendirme yapar mısınız?

Ben İstanbul’da yaşıyorum.Ve çocukken denize girebildiğim bir şehirde denize giremiyorum. Her yaz sezonunda girilir girilmez birçok açıklama yapılıyor. Herşeyden önce çok fazla tepkili olduğum bir şey var ki, İstanbul gibi bir yerde ben denize giremiyorum.Her tarafı deniz İstanbul’un…Ama ben denize girmek için kilometrelerce yol kat etmek zorundayım. Buna söylenecek söz bulamıyorum. Sonra bir akşam deniz kenarında oturmaya gidiyorum, bakıyorum, kirli…Üzerinde bir yağ tabakası var denizin, kirlilik almış başını gidiyor. Denize girmek bir kenara denizin kenarında keyifle oturmak bile çoğu zaman çok mümkün görünmüyor İstanbul’da…Ben denizin temiz olduğu, taşları görebildiğim deniz arıyorum Türkiye’de…Hala keşfedilmemiş, arada bir yerlerde kalmış, temizliği ve berraklığıyla öylece bekleyen. Öyle bir yeri keşfetmeyi isterdim… Kapılarını yerli yabancı turiste açıp özünden hiçbir şey kaybetmeyecek bir yer olması için de gönüllü olarak elimden geleni yapardım. 

Denizin Elif Akkuş için anlamı nedir? Hayatında ne kadar payı ve yeri vardır mavi’nin.

Deniz benim için dedem demek. Onun sayesinde çok erken tanıştım denizle. Fenerbahçe’de şimdi denize girilemeyen yerlerde benim çocukluğum geçti. Dizimde hala Fenerbahçe’de yüzerken kayanın üzerindeki midyenin kesik izi durur. Deniz demek benim için çok küçükken ve büyüyene kadar dedemle ve arkadaşlarıyla geçen zaman demekti. Kayaların arasında yüzmeyi öğrendim ve hiç korkmadım denizden. Deniz benim için hem dedemle ilgili güzel anılar, hem özgürlük hem de sonsuzluk demek…Ve kuşkusuz hayatımda yeri çok ayrıdır denizin.

Denizle ilgili bir anınızı paylaşır mısınız?

Aslında denizle ilgili anı denildiğinde hep sonuncusu Mavi Marmara gemisi geliyor. Denize olan tutkuma rağmen gün doğmadan karanın görünmediği bir yerde denizin ortasında olmak bana ürkütücü gelmişti.

Benim genelde denizle ilgili anılarım ilkokul sonuncu sınıfa kadar yaz tatillerinde sabahtan akşama kadar denize girmek, yüzmek ve o özgürlüğü hissetmek olmuştur. O yaş için belki özgürlük olarak tanımlanıyor şimdi de çok farklı değil benim için aslında. Güneşten saçlarım sapsarı olur, bütün kış açılmayan bir güneş yanığı…Söylerken o günlere gittim de baya zaman geçmiş, güzelmiş çocukken denize girmek… Çocukluk dönemlerinden hatırladığım küçük bir detay var bir de. Kayığım vardı küçük. Tatil yaptığımız yerde (Esenköy) kıyıya yakın bir yere demirlemiştik. O gün hava biraz bozmuştu akşama doğru.Geceyarısı büyük dalgalar ve fırtına. Benim küçük kayık tabi ipini koparıp sürüklenmeye başladı. Dedeme, babama baktım kimse kıpırdamıyor yerinden.Ben gidip kurtaracağım kayığı deyip fırlamıştım. Geceyarısı denize girmek hem ürkücü hem cesaret vericiydi. Kayığı kurtardık. Eve geldiğimde dedemden ve babamdan daha cesaretli olduğumu sanıp kendimi iyi hissetmiştim. Onların yaptığıysa sanırım bana ait olan bir şeye sahip çıkmayı öğretmekti.Ve en çok da denizden hiçbir saatte korkmamayı…Şimdi yazarken o an geldi aklıma, denizin dibi geceleri gerçekten çok güzel olur. Girmeyenler mutlaka denesinler derim.

Ülkemizde veya dünyada kıyısını, kumsalını, denizini sevdiğiniz yerler nereler?

Türkiye’de Datça Ovabükü, Çıralı, Kaputaş öncelikli yerler. Buralara gittiğimde, “Başka bir dünya mümkün” diye bağırmak geliyor her seferinde içimden.Yurtdışında da Kolombiya Tayrona Milli park, Filipinler, Tanzanya     Zanzibar ve Daytona Beach diyebilirim.Resimlerini bile görmek oraya ışınlanma isteği için yeterli.

Peki, su sporlarıyla aranız nasıl? Var mı yaptığınız bir su sporu?  

Yüzme, su topu ve rafting. Ama çok istememe rağmen hala yapmaya bir türlü fırsat bulamadığım bir şey var ki o da sualtı sporları. Günün birinde dalma sporu konusunda bir girişin yapmayı düşünüyorum.

Ya deniz ürünleri… Onlardan en çok sevdiğiniz hangisi?

 “Denizden babam çıksa yerim” ifadesi tam olarak da beni anlatıyor. Bir deniz ve deniz ürünleri tutkunu olduğumu söyleyebilirim. Fenerbahçe’de çok küçükken dedem beni denize atmış yüzmem için. Benim denizle ilgili hikayem de işte böyle başlamış.Yüzmeyi de deniz ürünleri yemeyi de dedem sayesinde çok erken yaşta öğrendim. Saatlerce sudan çıkmadan yüzmek bana müthiş keyif verir. Deniz ürünleri başlığı altındaki her şeyi de hiç ayırmadan sanırım hergün yiyebilirim… Deniz başka bir dünya…

Eklemek istedikleriniz.

Sosyal mesaj vermeye çalışmıyorum ama rica ediyorum denize bir şey atmayın, denizi temiz tutmak için birey olarak elinizden geleni yapın…

virahaber.com

resim-267.jpg

Bu haber toplam 4446 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.