Çetin Altan Vira Dergisi'ne denizi ve deniz tutkusunu anlatmıştı
Usta gazeteci yazar Çetin Altan, 88 yaşında hayata gözlerini yumdu. Altan, geçmişte Vira Dergisi'ne konuşmuş; denizi ve deniz tutkusunu anlatmıştı.
Usta gazeteciyi anmak için o röportajı Vira Haber aracılığıyla bir kez daha yayınlıyoruz:
BU TOPRAKLARA KEDİYİ BIRAKSAK KURBAĞA OLURDU:
Kim sevmez ki maviyi. Özgürlük, sonsuzluk, uçsuz bucaksız deniz ve çocuk haylazlığındaki dalgalar, kadınlara da, erkeklere de huzur verir. Ama Milliyet Gazetesi yazar Çetin Altan bizimle aynı fikirde değil. “Kadınlar sevmezse denizleri, erkekler niye sevsin ki? Ben daha hayatımda hiç deniz seven kadın görmedim!”diyor Çetin Altan. Yüzmeyi, kürek çekmeyi çok seven Çetin Altan’ın denizde geçen birçok anısı da var. Türkiye’de denizcilik konusunda bir birikimden söz edilemeyeceğini vurgulayan Altan, bugüne kadar 37 bin değişik konuda yazı yazmış edebiyatımızın büyük ustalarından biri. Milliyet Gazetesi yazarı Çetin Altan ile 6. sayımızda denizlerimizi ve denizciliğimizi konuştuk.
Denizci olmak zor zanaat galiba…
Biraz öyle, ama çok da keyifli… Okyanusta dalgalar 20 metre patlayınca soğukkanlı olarak olaya müdahale etmeyi bileceksin. Teknenin içine ne kadar su, ne kadar ekmek konulur, yelkenler yırtıldığı vakit ne yapılır, bilmediğin bir yere giderken ne kadar zamanda hayal ettiğin yere ulaşırsın, bunları hepsini iyi bilmek gerekiyor. Yani deniz bir mekan bilinci yaratıyor. Denizleri kullananlar, denize ve doğaya karşı kendilerini savunmayı öğreniyorlar. Bu da 500 senelik birikimden yararlanarak oluyor.
Biliyoruz ki deniz sizde eski bir tutku…
Ben çocukluğumdan beri yüzerim, kürek çekerim. Bir kere deniz sevgisi küçükken ailede filizlenir, sonra da devam eder. 70-73 yaşına kadar sürat motorumla dört dakikada Fenerbahçe’den Kalpazankaya’ya giderdim. Bizim adaların adını bilenler bile az şimdi. İstanbul’da bir milyon insan merak edip de daha Boğaz’ı bile görmüş değil. Eskiden Poyrazköy’e giderdim sürat motoruyla, Karadeniz’e çıkardım. En çok da Mehmet Barlas’ın kayınbiraderi Can Paker’i erken kalktığımdan motorla yalısına gidip, uyandırırdım. Bir gece Burgazada’dan kalkıp, Fenerbahçe’deki dalyana yanaşayım derken Ahırkapı’da buldum kendimi. Geceleri Burgazada’dan baktığınızda her yer aynı gözükür. Allahtan yedek benzinim vardı da dönüp tekrar dalyana yanaşabildim. Yedek benzininiz ve huniniz yoksa, benzin de bitmişse yandınız demektir. O beladır işte. Bir seferinde benzinim bitmişti, bir adam yatıyla geçiyordu da aldı beni teknesine. Bir de karşıdan kocaman projektörlerini yakmış bir tanker geliyordu. O gün ucuz kurtulmuştuk.
Görünüşte denizci bir toplumuz ama gerçekte hiç de öyle değil. Ne dersiniz?
Türklerin denizcilik konusunda bir birikimi olmadığından, denizcilikle ilişkisi bir türlü istenen düzeyde gelişmedi. Bir de Akdeniz’in çok dibine rastlamışız. Yani bizim dünyamızda denizlerle özdeşleşmiş bir bütünleşme maalesef yok. O yüzden bu konular yeni yeni gündeme geliyor. Bizde özel tekne sayısı 16-20 bin arasında ve sadece zenginlerin olur anlayışı hakim. Ama içinden deniz geçen bir kentte otururken kıçtan takma motorlu bir sandal bir bakıma ihtiyaçtan değil midir? Ayrıca bugün ithalat ve ihracatımızın denizyoluyla yapılan bölümünün yüzde 80’i yabancı bayraklı gemilerle taşınıyor. Hiçbir zaman rant açısından denizlerin ekonomik denklemdeki yeri bizim yaşam dünyamızda netleşmedi. Türkiye ile yapılan deniz ticareti, yeryüzünde yapılan deniz ticaretinin yüzde ikisi bile değil. Buna karşılık İstanbul nüfusunun yarısı kadar bir ülke olan Yunanistan’da, bu oran yüzde 25’dir. Denizciliğin gelişmemiş olmasının gerek İstanbul yaşamında, gerekse Türkiye’nin ekonomik, hukuksal ve evrensel hayatında bir sürü eksileri oldu. Ama bunlar hiç kurcalanmadı. Bundan sonra da kurcalanması meselesi ancak evrensel boyutlu çözümlerle olabilir. O da AB kapısından geçmekte. Bence bu konuyu güzel bir fıkra ile kapatalım. Denizci olmadığı halde denizci gibi görünen kişiler vardır. Navarin’de Osmanlı Donanması yakıldığı için donanma Haliç’te kapalı tutuluyordu. O yüzden de padişah kimden hoşlanırsa, adam denizden anlasın anlamasın Kaptan-ı Derya seçiyormuş. Böyle birini tayin etmişler ve tayfalar da onu denemek istemiş. Tayfalar, “Efendim demir alalım mı?” demiş. Kaptan-ı Derya, “Ben de şimdi söyleyecektim” diye karşılık vermiş. Tayfalar, “Efendim, palamarları çözelim mi?” dediklerinde Kaptan-ı Derya yine, “Ben de şimdi söyleyecektim” diye cevap vermiş. Gemilerin iki tane direği vardır: Pruva direği ve Gradin direği. Direklerin üzerinde ışıklar yanar. Bunların da en ucunda babafingo denen küçük bir parça vardır. Bunları anlatıyorum, çünkü denizciler bu kez Kaptan-ı Derya’ya “Dümeni babafingoya takalım mı?” diye sormuşlar. Kaptan-ı Derya “Ben de şimdi söyleyecektim” diye cevap vermiş.
Denizlerimiz her geçen gün biraz daha kirleniyor ve bu konuya gereken önem de verilmiyor.
Adam kendisinden sonraki dünyayı düşünmeye alışık değil. Sürekli göçüyor. 150 sene aynı yerde otursaydı bunu yapmazdı. Bu yüzden bizde hala daha yer yatağı ve yer sofrası vardır. Toparlarsın, sırtına koyar gidersin. Denizlerin kirlenmesi de insanımıza geçip gidecek gibi geliyor. Çünkü onun gelişimi öyle. Yani bu işler merakla olur. Bir kişinin merakıyla da olmaz, toplumsal bir şey olması lazım. Verilen demeçlerde, söylenen nutuklarda denizle ilgili bölümler daima en dar olanlardır. Denizlerin çevre kirliliği açısından yok edilmesi, Marmara’da balığın bile kalmaması gibi. Meslekler arasında hayatını deniz dünyasından kazananların oranı nedir mesela? Balıkçıların, kaptanların, açık deniz kaptanlarının, gemi içindeki teknik elemanların oranı nedir? Bir gemi limana yanaşırken ya da limandan ayrılırken geminin süvarisi nerede durur? Denizcilik konusunda bir birikim olmamış. Bu nedenle dünya denizciliği ile bütünleşmede de bir kopukluk var. İşin özü bizim dünyamızda denizlerle özdeşleşmiş bir bütünleşme olamamış.
Peki, denizi insanlar için önemli bir konu haline nasıl getirebiliriz?
İnsanlar derken kadınlarla erkekleri bir arada düşündüğün zaman başka bir anlam, salt erkekler dediğiniz zaman başka bir anlam çıkar. Kadınlar yüzmüyorsa, denize girmiyorsa, kürek çekmiyorsa çocuklar nerden bilecek? Anne öğretir, unutmayın ana dili deriz. Anneler bu ülkede denize girebiliyor mu, Allah aşkına! Türkler Anadolu Yarımadası’na 1071’de gelmişler. Buraya bin senedir kediyi koysalardı, şimdiye kurbağa olurdu.
Piri Reis haritası için neler söyleyeceksiniz?
Madem haritalara bu kadar meraklıyız da denizlere neden bu kadar az meraklıyız? Marmara’nın dahi deniz haritalarını İngilizler yapmıştır. Bugün kaptanlarımızın kullandığı bütün haritalar İngiliz haritalarıdır. O ölçüde büyük ilkler çıkıyorsa onun arkası gelir, devam eder. İstanbul, Doğu Roma imparatorluğu başkentiydi. Galata tarafında Ceneviz uygarlığı vardı. Peki, bu birikimlerin tümünün üstüne bir sentez yaratma olanağımız yok muydu? Niye olmuyor? Çünkü biz kentli olamadık. Biz İstanbul’u yağmalamaya geldik.
Gelelim deniz edebiyatına. Bize özgü bir deniz edebiyatından bahsedebilir miyiz?
Hayır. “Deniz dingin bir sudur, tuzlu yeşil dalgalı. Kıyılarını süsler bazen beyaz bir yalı” tarzında hep kıyıdan anlatılmış deniz vardır bizde. Buna karşılık 18. yüzyılda HermanMelville kalkıyor MobyDick’i yazıyor. Ernest Hemingway ihtiyar Balıkçı, Yaşlı Adam ve Deniz’i yazıyor. O halde deniz, denizin içinden mi yoksa kıyıdan mı bakılarak yazılır? Biz de hem öyle bir yazar yok, hem de deniz romanı yok. Kıyılardan yazılmış deniz şiirlerimiz var. Bu eksikliğin bir anda telafi edilmesi de, asansör bozuldu iki teknisyen çağıralım gibi bir şey değil. Mesela Köyceğiz’in kıyısındaki Dalyan’da İngiliz asıllı dünyaca ünlü kadın kaptan June (85) oturuyor. Avrupa jet sosyetesinin en gözde insanlarından biriymiş. Zengin evlilikler yapmış. Yatın personeli de varmış ama denizi sevdiğinden yatını kendi kullanırmış. Bir gün İztuzu’na geldiğinde birden bire bunalıvermiş içinde bulunduğu hayattan ve yaşam tarzını değiştirmek istemiş. 7 km.’lik plaja bir kulübe yapmış ve teknesiyle orada yaşamaya başlamış. Derken yumurtlamaya gelen deniz kaplumbağalarını keşfetmiş. Akdeniz’i sevmiş ve o dünyayı kendince bir kez daha yaşamak istemiş. Bu ölçüde efsaneye benzer hayat anlatımları bizim dünyamızda olsa bile, biz ilgilenmemişiz. Vaktiyle Halikarnas’a sürülmüş Halikarnas balıkçısı sayesinde, orası bugünlerde tatil yörelerinin en önde gelenlerinden oldu. Yani deniz edebiyatından önce şekillenir denizci olmak.
Zamanı sizce nasıl yaşamak doğrudur?
Tek kelimeyle unutarak… Çünkü zamanı unutmadığın zaman mutsuz olursun. Unutmayın; yaptığınız işten aldığınız zevk, ondan kazandığınız parayı harcarken alacağınız zevkten büyükse yaşamış sayılırsınız.
Kaynak: Vira Dergisi, 6. Sayı
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.