1. YAZARLAR

  2. Cezmi Ersöz

  3. Bırak biraz daha uyusun içindeki yabancı (II)
Cezmi Ersöz

Cezmi Ersöz

Yazarın Tüm Yazıları >

Bırak biraz daha uyusun içindeki yabancı (II)

A+A-

Yazarımız Cezmi Ersöz içindeki yabancının sesini geride bıraktığımız ay başlamıştı kaleme almaya. O sesi Vira’nın Temmuz sayısında da bizlere aktaran Ersöz, “Tatilde, o her şeye uzak sandığın yerde, kurtulmak için sarıldığın her şey bir türlü unutamadığın şehrine benzer. Kendinden kurtulmak için sarıldığın her şey, o bir türlü unutamadığın yabancı, kendine benzer. Burada kendini kimseye anlatamamışsan, orada da kimseye anlatamazsın. Sadece boşluğa akar sevgin, boşluğa akar yetim sevincin...” diyor ve şöyle bitiriyor sözlerini; “Nereye gidersen git, elbet bir gün dönersin. Gittiğin yerde seni kimse tanıyamaz; döndüğün yerde de ya eksik sevilmişsindir ya da yanlış... Bırak biraz daha uyusun içindeki yabancı. Şehre daha çok var. Bırak biraz daha uyusun.”

Ölmek ayıptır, yaşamak ondan da ayıp…
Önceleri yitirdiğin her şey oradadır sanırsın. Çocukların ve köpeklerin saflığına kanarsın. Orada ne görsen, kime dokunsan, alıp geriye getireceğini sanırsın. Oradan getirdiğin her şeyin, yaşadığın şehri biraz daha yaşanılır kılacağını düşünürsün. Ve bunları düşünürken, saatlerce öpüp kokladığın bir bebek ya da kimsesiz bir sokak köpeği ansızın sana benzer. Tatilde, o her şeye uzak sandığın yerde, kurtulmak için sarıldığın her şey bir türlü unutamadığın şehrine benzer. Kendinden kurtulmak için sarıldığın her şey, o bir türlü unutamadığın yabancı, kendine benzer. Burada kendini kimseye anlatamamışsan, orada da kimseye anlatamazsın. Sadece boşluğa akar sevgin, boşluğa akar yetim sevincin... Doğa kutsaldır; seni, o boşluğa akan sevincini görmesi için ona bakarsın. Bir andır sadece, muhteşemdir ama bir göz kırpması kadar bir andır. Sonra o da uzaklaşır, o da soyutlar kendini sana, o da imkânsızlaşır; tıpkı o çok sevdiğin dostların gibi, tıpkı elini uzattığın şehir gibi, tıpkı bin bir soruyla, dibe batan kutsal ömrün gibi; o da uzaklaşır... Şehirde de, kaçtığın doğada da her şey hep bir andır. Görünür ve kaybolur. Vardır, bilirsin, o yüzden terk edemezsin; o yüzden aşağılanmayı ve karşılıksız umudu sineye çekersin. Ölmek ayıptır, yaşamak ondan da ayıp...

En mutlu kimdir, kimdir en büyük hazzı alan?
Bir an için kendini unutup insanları gözlemeye başlarsın. Barlar sokağında herkes kendince bir kaçış yaşıyordur. Sonra kıyıya pahalı tekneler yanaşır. Otogara, yeni giren otobüsler yeni yolcular bırakır. Herkes bir şeye açtır. Kendisinde olmayan, bir kış boyu özlemini çektiği şeye... Herkes en cüretkâr giysileri giyip en kimsesiz yüzünü takınır ve kent merkezine inmeye başlar. Onları bu gidişten kimse durduramaz. Herkes kendisini, bütün doğrularını unutup merkeze inmeye çalışır. Herkes orada kendisini en iyi, en güzel, en kusursuz hissedeceğini sanır. Sanki merkezde ebedi ve şifa veren bir ateş yanmaktadır da o ateşe sürünen herkes yalan ve eksik hayatını doğrulayıp temize çekecektir. Ve herkes o ateşi bir başkasında arar. Kıyıdakiler lokantada yemek yiyenleri, lokantadakiler arabalarıyla geçenleri, arabadakiler yolda piyasa yapanları, yolda piyasa yapanlar gece kulübündekileri gözler, zehirli bir arzuyla. En mutlu kimdir, kimdir en büyük hazzı alan? En çekici, en güzel, en zengin kimdir? Bu sorular bir türlü bitmez... Bu zehirli arzu usulca derin bir hasede bırakır yerini. Başkalarını küçük düşürmek için dışarı çıkanlar, her an küçük düşmeye hazırdır. Merkezdeki ateşe koşanların kalpleri, yetersizliğin ve geç kalmışlığın o kirli hüznüyle bir anda soğumaya başlar. Bu küçük düşmeler, bu soğuyan kalpler, yüzlere küstah ve uzak bir bakış gibi gelip yerleşir. Herkes birbirini çılgınca merak etse de, kimse kimseyi umursamıyormuş gibi yapar.

Herkesin oynadığı mutlu görünme oyununa sende katılırsın
Ve farkında olmadan sen de kapılırsın bu akışa, bu soğumaya; kendini unutup başkalarını seyrederken içindeki hüznü kimsesiz bırakırsın. Bu yüzden gitgide basitleştiğini, ruhunun gerilediğini düşünürsün. Ve bir süre sonra hoşuna gider bu basitleşme, bu herkes gibi olmak. Ruhunu dinlendirmek için, hüznünün üzerine kirli bir unutuş örtüsü örtersin... Ve sonra herkesin oynadığı oyuna sen de katılırsın. Mutlu görünme oyunudur bu. Her şey harikadır burada. İnsanlar çok keyiflidir. Doğa muhteşemdir. Eğlenceler çılgıncadır. Sanki biraz çaba harcasan, kendinden, içindeki yabancıdan kurtulman an meselesidir. Yüzünü mutlu görünme oyununa göre ayarlarsın. Baktığın, dokunduğun, kokladığın her şeyden çok farklı bir tat alıyormuş gibi olmalıdır yüzün. Şaşarsın yüz kaslarının bu kadar çabuk değiştiğine...

Mutlu görünme oyunu çok yorucudur
Ama zaman geçtikçe yüz kasların yorulur. İçindeki acıyı saklayamaz olur. Hayır, insanlar çok da keyifli değildir, burada. Eğlenceler aptalcadır ve boşluk doldurma çabasıdır. Doğa, herkesi içine öyle kolay kolay almaz. Mutlu görünme oyunu çok yorucudur. Hüznün üzerindeki o kirli örtüyü, gizli bir utançla kaldırırsın. Bu örtüyü kaldırır kaldırmaz, geçmiş, unutmak istediğin her şeyle birlikte gelir. Hüznünle birlikte içindeki yabancı da uyanır. Böyle görünmek istemezsin kimseye. Bu acını yansıtan yüzünle görünmek istemezsin kimseye. Hem, mutlu görünmek böyle yerlerde zorunludur. Bu zorunluluğa uymayanlar, mutlu görünenler tarafından küçümsenip, dışlanır. Sen de bakir koylara kaçarsın. Acınla ve yitirdiklerinle kimse arana girmesin diye, doğanın kollarına sığınırsın. Ama ne yapsan nafiledir. Sığındığın koylara yanaşan teknelerden, kaçtığın şehrin şarkıları hoyratça saldırır sana. O duymak istemediğin sesler, o bayağı gürültüler, saklandığın ay ışığı gecelerinde bile bulur seni. Şehrin insanı o zehirli arzusuyla doğanın en gizli, en mahrem yerlerini bile keşfetmiştir. Geriye bir tek aşk kalmıştır. Onu bu zehirli arzulardan, güç ve zenginlikle büyülenmiş hayranlıklardan ne kadar kurtarabilmişsen, o kadar kalmıştır. Gündüzleri kolye yapan sevgilinle, bir pansiyon odasına kapanırsın. Sevgilinin kollarından başka sığınılacak bir yer kalmamıştır sanki. Kendini ait hissettiğin tek ülkendir, artık onun bedeni.

Küçük küçük ölerek kaçamazsın suçlarından.
Her orgazm, küçük bir ölümdür oysa. Büyük ölümü her erteleyişinde, bu küçük ölümlere sığınırsın. Ve bu küçük ölümleri birbirine ekleyerek yaşamak istersin artık. Hatırlanmamak ve hep unutabilmek için. Ama başaramazsın... Derin sarsıntılarla o küçük ölümü yaşarken, biraz önce odanıza şişe suyu getiren kominin o buruk, o yaslı yüzü gelir aklına. Böyle bir anda bu yüz neden giriyor aklıma, diye kızarsın kendine, hayıflanırsın. Ama kaçamazsın o yüzlerden. Ve unutamazsın suçlu olduğunu. Küçük ölümlerin bile unutturamaz sana, aslında hep şehirde kaldığını. Şehirde nasılsa sevişmelerin, burada da öyledir. Buraya peşinden getirdiğin şehirde açlık vardır, yoksulluk vardır. Onca yoksulluk varken, sen de aynı acı ve kırık seslerle boşalırsın. Küçük küçük ölerek kaçamazsın suçlarından.

Bu yüzden gittiğin her yer, kirli bir hüzün, her yer eksik bir ölüm olur. Gittiğin her yer, o yaban, o uyumsuz, o durmadan kanayan kendin olur. Gittiğin her yer, kendinden kaçan ama neyin hasretini çektiğini bilmeyen o yabancı kendin olur. Gittiğin her yer, gördüğü her şeye özenen, gördüklerine özendiği her anda yine o eksik, o yaralı kendini özleyen, gördüğü her şeyde yine de o asıl kendini özleyen, geldiği yeri özleyen, o yaralı kalbin olur.

Nereye gidersen git elbet bir gün dönersin.
Ne yaşarsan yaşa, içinde o yaralı kalbin olmuyorsa, kendini yaşamamış sayarsın. Yaşadığın neyse ve içinde hep o yaralı kalbin varsa, bu yüzden hep geri dönmeyi özlüyorsan, sen benimsin demektir. Ve daha yaşacağımız çok şey var demektir. Sen beni tanıyorsan ben de seni tanıyorum demektir. Sonra bir otobüse binersin. Otobüs seni kaçtığın şehrine geri götürecektir. Kuzu kuzu binersin o otobüse... Otobüsün basamakları, terk ettiğin tatil kentinin en ücra köylerindeki yollara benzer. Ayağında sandaletler vardır. Sanki yere basıyor gibisindir. Sanki kral mezarlarına... Sanki kutsal yollara... Ayakların sanki geri çeker seni... Beyninse başka yere... Sandaletli ayakların, seni geri çeker, beynin geldiğin şehre. Sonra bindiğin otobüs, gecenin bir saatinde mola verir. Otobüsün mola verdiği yerin hemen yakınında, sislere gömülmüş bir orman vardır. Bir an ormana doğru koşmak, içinde kaybolmak istersin. Ama yapamazsın... Otobüs yolcularını geri toplarken, o sislere gömülmüş ormanda kalır düşlerin. Bir an kalbin çok acır. Bundan böyle hayatındaki her şeyin aynı olacağını düşünürsün. Kaçtığın ve yine geri döndüğün yollarda düşlerini bıraka bıraka yaşayacağını... Çünkü nereye gidersen git, elbet bir gün dönersin. Gittiğin yerde seni kimse tanıyamaz; döndüğün yerde de ya eksik sevilmişsindir ya da yanlış... Bırak biraz daha uyusun içindeki yabancı. Şehre daha çok var. Bırak biraz daha uyusun.
 

Bu yazı toplam 5418 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.