Beykoz Balıkçılık Okulunun Trajik Öyküsü
2023 Ekim ayının ilk günlerinde Facebook sayfamda Beykoz Denizciler Derneğince düzenlenen İstanbul Denizcilik ve Su Ürünleri Meslek Lisesinin kuruluşunun 50. yılını kutlama ile ilgili bir duyuru yer aldı. Mesajda yansıtılan bilgi kutlamanın İstanbul Japonya Başkonsolosunun, denizcilikle ilgili kurum yetkililerinin ve okuldan mezun olan öğrencilerin katılımıyla gerçekleştirildiği idi.
Bu bilgilendirme notunda kişisel olarak kafama takılan ise “İstanbul Denizcilik ve Su Ürünleri Meslek Lisesi’nin 50. yılını kutlama” tanımlamasıydı. Çünkü bu içerik konunun geçmişine egemen olan çok sayıdaki bireyin dudaklarında acı bir tebessüm oluşturacağının ta kendisiydi.
Cenazesi çoktan kaldırılmış olan bir kuruluşun sanki varlığını sürdürüyormuşçasına tanımlamak insanın aklıyla dalga geçilmesinin bir başka türlüsü olsa gerek. Bu nedenle topluma gerçekleri yansıtabilmek adına geçmişe bir gezinti yapmak ve ne öngörülmüştü, sonucu ise ne oldu sorusunun cevabını gün ışığına çıkarmak zorunluluk olmakta.
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ürünü
Ülkemizde planlı kalkınma dönemleri çerçevesinde 1963 yılında Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda sanat okulları seviyesinde balıkçılık okullarının açılması öngörülmüş; buna olanak yaratmak açısından 1967 yılında Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) bünyesinde oluşturulan Danışma Kurulu Toplantısında okul yerinin İstanbul ilinde olması kararlaştırılmış; akabinde 1967-1972 yılları arasında Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kararıyla Bakanlık bütçesine balıkçılık okulu için ödenek konulmuş; sonrasında da okulun kurulması için uygun görülen arazi ile ilgili kamulaştırma işlemi yapılmış, arkasından da okulun inşaatına başlanılmıştır. Yine bu süreçte Türk-Japon hükümetleri arasında yapılan bir teknik iş birliği çerçevesinde Japon uzmanlar Türkiye’ye gelerek okulun kuruluş hazırlıklarına yardımcı olmuşlardır.
Okulun fiziki yapılanması devam ederken; avlama, üretme, işleme balıkçılığı ile gemi elektronik donanımları gibi konularda yetiştirilmek üzere MEB bünyesinden öğretmenler seçilmiş ve birer yıllık ihtisas eğitimi için Japonya’ya gönderilmişti. Bu dönem içerisinde de denizcilik, balıkçılık ve balık işlemeciliği ile ilgili özel makine ve eğitim araçları da Japonya’dan getirilmişti.
Anımsadığım ve bilgilendiğim kadarıyla Beykoz’daki okulun tasarımlanan ilk adının Beykoz Balıkçılık Okulu olduğudur. Sonrasında okul isminin ilkin Balıkçılık ve Su Ürünleri Sanat Enstitüsü olarak düzenlendiğidir (Resim 1). 1971 yılında Su Ürünleri Kanunu’nun kabulü ve 1972 yılında da Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nün kurulmasının okulun isim değişikliğinde etkili olduğu kuşkusuzdur. Daha sonraki dönemde ise balıkçılık sözcüğünün üzeri çiziliyor ve okulun adı bu kere Denizcilik ve Su Ürünleri Meslek Lisesi oluyor (Resim 2).
Resim 1. Okul adının Sanat Enstitüsü olduğunu gösterir fotoğraf.
Soldan sağa okul öğretmenleri Kohei Kihara, Osman Taşdemir, Memiş Taşdemir (Osman Taşdemir’in konuk dedesi), Çetin Özerk ve Erdoğan Güven.
Resim 2. Okul adından balıkçılığın çıkartılıp denizcilik kelimesinin konulduğunu gösterir fotoğraf
Yedi yıla yakın süren hazırlık döneminden sonra İstanbul ili, Beykoz ilçesinde 1 Ekim 1973’te Balıkçılık ve Su Ürünleri Meslek Lisesi öğretime başlıyor (Şekil 3). Programlanan eğitimin başlangıçta dört bölüm halinde gerçekleştirilmesi öngörülmüştü. Bunlar Yetiştirme ve Üretim Bölümü, Avlama Bölümü, İşleme Bölümü ile Elektronik Bölümü idi.
Şekil 3. Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde 1973 yılında eğitime başlayan İstanbul Balıkçılık ve Su Ürünleri Meslek Lisesi
Okulun eğitim programı
Genel lise derslerinin yanı sıra her bölümün kendine özgü ders programı bulunmaktaydı. Karma olarak eğitim şu dersleri ve laboratuvar çalışmalarını içermekteydi. Satır başları ile Su Canlıları Biyolojisi, Su Canlıları Üretme Tekniği, Balıkçılık Biyolojisi, Oseanografi/Deniz Bilimi, Besin Teknolojisi, Endüstri İşletmesi, Meteoroloji, Su Canlıları Ekolojisi ve Su Yapıları, Teknik Resim, Besin Kimyası, Besin Mikrobiyolojisi, Besin İşleme Teknolojisi, Endüstri İşletmesi, Besin İşleme Makineleri, Balıkçılık İşletmeciliği, Soğuk Depolama Tekniği, Navigasyon, Gemicilik, Gemi Makinaları, Deniz Hukuku, Yük-İstif, İşletme, Balıkçılık Tekniği, Haberleşme gibi dersler görülmekteydi. Tüm bu derslerin yanı sıra uygulamalı olarak laboratuvar çalışma teknikleri, mikroskobik çalışmalar; oseanografi deneyleri, su analizleri, mikro organizma kültür deneyleri, balık hastalıklarının teşhis ve tedavisi uygulamaları, plankton kültür yöntemleri, yumurta alma ve dölleme teknikleri; su analizleri, su yapıları ve arazi etütleri, plan-proje yapma teknikleri, yumurta alma tekniklerinin uygulanması, balık ve diğer besinlerin yağ, protein, karbonhidrat, kemik külü miktarlarını tespit eden analizler, bakteri sayma ve sterilizasyon pratikleri, her türlü besin, su ve bakteri analizleri; kurutulmuş, tuzlanmış, dondurulmuş, konserve edilmiş, dumanlanmış besinlerin üretimi gerçekleştirilmekteydi. Ayrıca atölye çalışmaları çerçevesinde endüstride kullanılmakta olan makina öğrenimi, balıkçılık ile ilgili temel ilkeler ve teknik bilgiler, eğitime paralel olarak en modern ve yeni her türlü avlama araç ve gereçleri, balıkçı gemilerinin tüm özellikleriyle tanınması, kullanılmaya hazırlanması, bakımlarının yapılması, kullanması, gerekli onarımlarını yapacak beceriye kavuşturulma gibi unsurlar da eğitimin ayrılmaz birer parçasıydılar.
Balıkçılığın ilgi alanına giren her konuda eğitimli eleman yetiştirerek Türkiye’de var olan büyük boşluğu doldurmak üzere yaşama geçirilen bu okul ve dolayısıyla mezunları ne yazık ki öngörülen amaçlara genel şekliyle ulaşamadılar. Bunun en büyük nedeni ise okulun faaliyete geçtiği andan itibaren ülkemizin siyasi dalgalanmalarından, buna paralel olarak siyasi otoritenin gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, balıkçılıkla ilgili iş kollarını tanımlayan, işin gereklerini yerine getirebilecek, gelişmeleri hızlandıracak işletmeci teknisyenlerin görev almasını sağlayan bir yetki belgesi sistemini oluşturacak yasal düzenlemeleri gerçekleştirmemesi ve balıkçılıktan sorumlu merkezi otoritenin nitelikli insan kaynağına akıl almaz çağdışı yaklaşımı olmuştur.
Diğer taraftan okulun faaliyetleri için zorunlu olan kıyı tesislerinin devletçe gerçekleştirilmemesi ve Japon uzmanların ülkelerine dönmeleri sonrasında okulun kuruluş amacından sapılması nedeniyle JICA (Japan International Cooperation Agency – Japonya Uluslararası İş Birliği Ajansı) desteğini çekmiş ve bu gelişme de olumsuz gidişatı katmerleştirmiştir.
Japon uzmanlar
Okulun kuruluş aşamasında ve sonrasının ilk yıllarında 25 Japon uzmanının göz ardı edilemeyecek olumlulukta çalışmaları olmuştu. Özellikle ülkemize gelerek Türk öğretmenlerin yetiştirilmesi, yönlendirilmesi, tesis projelerinin hazırlanması, makinelerin monte edilmesi, çalıştırma ve bakımlarının öğretilmesine yardımcı olmaları, onların unutulmayacak hizmetleriydi. Birbirinden değerli Japon uzmanlarının anılarına saygı olarak burada kendilerine eser miktarda da olsa yer vermek bir gönül borcudur (Şekil 4).
Ankara'da MEB’da Okulun kuruluş hazırlıkları için yapılan çalışmaları başlatmış olan ilk Japon Uzman Tatsuzo Suzuki’dir. Tatsuzo Suzuki’nin, "İstanbul Balıkçılık Meslek Okulu’nun Kuruluş Doktrini, Eğitim Politikası ve Okul İdaresi Üzerinde Genel Tavsiyeler" konusunda 21 Mayıs 1969 tarihinde yazdığı "Special Written Opinion (No:1)" başlıklı hem Türkçe hem de İngilizce bir “Özel Yazılı Kanaat Raporu” bulunmaktadır. Bu yol gösterici tarihi raporda "Balıkçılık Meslek Okulu’nun Genel Eğitim Politikası, Şahıs Öğretimi ve Eğitiminin Amaçları" arasında öğrencilere önce pratiğin sonra konuşmanın önemini kavratmak; balıkçılık ruhunu kazandırmak, Atatürk'ün başarılarını anlatmak, onun ruhunu balıkçılığa getirmelerini sağlamak; Japon balıkçılık okullarındaki "Vatanseverlik olmadan balıkçılık gelişemez" bilincini kazandırmak... gibi önerileri aslında kesinlikle göz ardı edilemeyecek görüşleridir.
Şekil 4. Balıkçılık ve Su Ürünleri Meslek Lisesi’nin faaliyete geçtiği ilk yıllarda görev alan Japon uzmanlar ve Türk öğretmenler ile yardımcı personelin bir arada olduğu fotoğraf. Ayaktakiler soldan sağa doğru. 1. Kohei Kihara (Tokyo Balıkçılık Üniversitesi Asistan Prof.), 2. Yasemin Çilingir (Okul Sekreteri), 3. Sabura Takagi (Japonya Denizaşırı Teknik İş Birliği Ajansı kâtibi), 4. Hisashi Watanabe (Avlama, üretme ve işleme bölüm eğitim programlarının yapımcısı), 5. Saffet Çilingir (Muhasebe memuru), 6. Cenap Okutan (Biyolog. Su canlıları üretme tekniği), 7. Junzo Abe (Esan Balıkçılık Lisesi Müdürü), 8. Kazım Altınkurt (Kimya ve Biyoloji Öğretmeni. Balık işleme tekniği), 9. Nobuyasu Tsujino (Balık işleme teknolojisi uzmanı), 10. Osman Taşdemir (Matematik-Fizik. Av araçları, yapımı, balıkçılık tekniği eğitmeni), 11. Halil Ural (Eğitimci. Müdür Yardımcısı), 12. Havva Turdizade Arda (Japon uzmanların tercümanı), 13. Çetin Özerk (Matematik. Güverte ve avlama eğitmeni). Ön sıradakiler soldan sağa 1. Erdoğan Güven (Kimya ve Biyoloji öğretmeni. Balık yetiştiriciliği), 2. Özkan Ünal (Veteriner Hekim. Balık işleme teknolojisi), 3. Akio Nakazawa (Balık yetiştiriciliği uzmanı), 4. Metin Gemici (Memur-İngilizce tercüman), 5. Nejat Erçakar (Ayniyat memuru), 6. Mustafa Çakır (Yazı işleri memuru).
Ülkemizde görev yapan diğer Japon uzmanlarına gelince; balık üretimi konusunda Akio Nakazawa; Türkiye’de Türklere ilk Japonca öğretme kursunu açan Saburo Takaki; avlama, üretme ve işleme balıkçılığı bölümlerinde okutulacak öğretim programlarının Türk MEB normlarına göre hazırlanıp şekillendirilmesinde sonuca ulaşılmasını sağlayan Hisashi Watanabe; okul öğretmenlerinin amatör ehliyetle kullanabileceği boyutta ve bakım masrafı gerektirmeyecek bir modelin projesinin hazırlanmasında büyük çaba harcayarak ülkemizde ilk fiberglas tekne olarak okulun “Avlar” adını alan teknesini hizmete sokan Junzo Abe; Uzmanlar Kurulu Başkanı olan ve özellikle su canlıları üretme konusunda etkinlik gösteren Sumio Kaji; yine uzmanlar kurulu başkanları olarak görev yapan Tadao Shikano ve Toshio Omori; Avlama Balıkçılığında çalışan Yoshita Iba; Avlama Bölümü uzmanı olarak görev yapan Masaaki Konya; akvaryum balıkçılığının okul koşullarında verimli bir konuma getirilmesine neden olan Yoshio Suzuki; balık ve besinlerin işlenerek değerlendirilmesi ile ilgili laboratuar ve uygulama çalışmalarında bölüm öğretmenlerine yardımcı olan Michiharu Hiraoki ile Takeshi Kumagae akla gelen isimler olmakta. Japon uzmanların içinde en renkli ve derin izler bırakan kişi hiç şüphesiz ki Türkçe’yi yeterlilik düzeyinde öğrenen ve ülkemizle ilişkilerini günümüzde dahi kesintisiz sürdüren Kohei Kihara’dır. Kihara Bey Türkiye’deki görev süresinden sonra Tokyo Balıkçılık Üniversitesi Deniz ve Çevre Bilimleri Kürsüsü’nde görev aldı ve Profesör oldu. 2005 yılında emekli olan Prof. Dr. Kohei Kihara Türkiye ve ülkemizdeki dostları ile her zaman sürekli ilişki içerisinde olmuştur. Kohei Kihara aynı zamanda Türkiye’den Japonya’ya balıkçılık eğitimi için giden hemen herkesle yakından ilgilenen bir iyi niyet elçisidir. Türkiye üniversitelerinden çok sayıda öğrencinin Tokyo Balıkçılık Üniversitesi’nde burs almalarına yardımcı olan Prof. Dr. Kihara ülkemizde eğitimimize katkılarıyla ve güncel olarak da önerileriyle, her zaman hatırlanacak izler bırakan kişi olarak balıkçılık tarihimizdeki yerini almıştır.
Bu arada unutulmaması gereken diğer bir isim de Beykoz’daki Balıkçılık Okulu’nda görev yapan Japon uzmanlarla Türk yetkilileri arasında iletişim açısından Japonca’dan Türkçe’ye, Türkçe’den Japonca’ya çevirileriyle köprü vazifesini gören Havva Turdizade Arda’dır.
Beykoz’daki Balıkçılık Okulu’nun öngörülen başarıyı elde edememesinde okulun gerek kuruluş ve gerekse eğitimin ilk yıllarında görev alan Türk ve Japon eğitim kadrosunun hiçbir olumsuzluğu söz konusu edilemez. Tüm iyi niyetlere ve belirlenen hedeflere karşı bu olumsuzluk nasıl oluşmuştur?
Balıkçılık Okulu’nun öngörülen temel felsefesi
Balıkçılık Okulu’nun 1970’li yıllarda hayata geçirilmesinin temelinde yatan temel felsefeyi dillendirmekte yarar var. Balıkçılık Okulu’nun kurulmasının temel nedeni çağdaş ve teknik düzeyde uygulamalı eğitim görmüş insan gücünü Türkiye balıkçılığına kazandırmaktı. Böylelikle Türkiye balıkçılığının en iyi düzeyde gelişmesinin de doğal olarak önü açılmış olacaktı. Rastgele ve bilimdışı avcılık uygulamaları da kendiliğinden rafa kaldırılarak bilgili, bilinçli ve uygulamalı eğitimden geçen teknisyen durumunda olan bireyler ülkemiz balıkçılığına kazandırılacaktı. Okulun kurulmasındaki dayanak noktalarından biri de özellikle balıkçı ailelerinin çocukları eğitimin hedef kitlesi idi. Böylelikle balıkçı aileleri özel girişimciliklerinin yanı sıra teknik açıdan da kalkınma platformuna dahil olacaklardı.
Belirtilen bu hususların yanı sıra Balıkçılık Okulu’nun hedef kitlesi olan balıkçılık camiasına da balıkçılık ile ilgili güncel bilgi ve uygulamaların yansıtılmasıydı. Tüm bu tasarımlar modern balıkçılık tekniğinin yanı sıra kaynak korumanın da gerekliliklerinin sektöre benimsetilmesine aracı olacaktı.
Ama olmadı ve olamadı. Üzülerek ifade etmek gerekirse Beykoz’daki Balıkçılık Okulu akıl almaz ve çağdışı darbeyi yeryüzünde örneği olamayacak şekilde balıkçılıktan sorumlu merkezi otorite olan Tarım Bakanlığı ve onun adına yükümlü olan Su Ürünleri Genel Müdürlüğünden almıştır. Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinden ülkemiz balıkçılığına katkı sağlamak için eğitim gören bu elemanların hiçbirine Tarım Bakanlığı bünyesinde yer vermemiştir. Tarım Bakanlığı Su Ürünleri Genel Müdürlüğü balıkçılık bilgi ve uygulamaları konusunda donanımlı bireyler yerine tarım bilgisiyle donatılmış tarım teknisyenlerine bünyesinde mantık dışı bir oluşumla yer vermeği yeğledi. Ne alaka! Bu gelişme ülkemizde balıkçılık konusunda liyakatli insan gücüne haksızca ve milli duygulardan uzak olarak yapılan bağnaz bir uygulama örneğini oluşturmuştur. Ne yazık ki Türkiye yetişmiş insan gücünün nasıl israf edildiğinin en acı uygulamalarından birini bir kamu kuruluşu aracılığı ile yaşamıştır.
Okul yerinin iştah kabartması
Balıkçılık Okulu’nun bulunduğu yer her nedense diğer kuruluşların nahak yere ilgisini çekmiştir. Değişik tarihlerde Tarım Bakanlığı’nın, İstanbul Üniversitesi’nin ve Beykoz Belediyesi’nin buraya sahiplenmek isteyen kuruluşlar olarak girişimleri dikkat çekicidir. Okul başlangıçta İstanbul Balıkçılık ve Su Ürünleri Sanat Enstitüsü olan sonradan adı İstanbul Denizcilik ve Su Ürünleri Meslek Lisesi’ne dönüştürülen okul Japon uzmanların Türkiye’de bulunduğu süreçte kuruluş amacına paralel şekilde eğitimini sürdürdü. Japon uzmanların görevlerinin sona ermesinden sonraki süreçte ise okulun kuruluş felsefesine uymayan bir yozlaşma dönemi başladı. O da okulun kuruluşunun temel ilkeleri arasında yer almayan “güverte” konusunun sonradan eğitim programına dâhil edilmesi oldu.
Balıkçılık ile ilgili eğitimi alanların kamuda görev alamamaları ve endüstriyel balıkçılık filosu sahiplerinin okuldan mezun olanlara kucak açmaması bir anlamda ibrenin tersine dönmesine neden oldu. Balıkçılıkla ilgili üretim tekniğine sahip olanlar akvaryum balıkçılığının ilgi alanına giren ortamlarda çalışma veya kendi işlerini özel teşebbüs olarak kurma şansını buldular. Gelişmeler büyük ölçekli olarak yorumlandığında sonuç tam anlamıyla bir hayal kırıklığı oldu.
Buna karşın eğitime başladıktan 5 yıl sonra okulun kuruluş amacının dışına çıkıldığı süreç devreye girer. O da Avlama Bölümü eğitimine güverte konusunun dahil edilmesidir. Bu eğitim aslında sonucu itibariyle balıkçılık sektörüne yönlenmenin önünü kesen okul içi bir gelişme olmuştur. Güverte eğitimi gören bireylerin Gemi Adamı Yetki Belgesi alma avantajına kavuşmaları Güverte ve Avlama Bölümü’nün öncelikli tercih edilmesinin nedenini oluşturmuştur. Bu tercih okulu deniz ulaşım sektörüne yani armatörler dünyasına hizmet veren bir yapıya dönüştürdü. Böylelikle okul balıkçılık sektörüne hizmet veren okul rotasından sapmış ve öngörülmeyen bir şekilde ağırlıklı olarak deniz ulaşım sektörüne hizmet veren yapıya dönüşmüş oldu. Bu gelişmenin temel nedenini denizcilik sektörünün parasal getirilerinin cazibesi ile istihdam alanının genişliği oldu. Haliyle öğrenciler de tercihlerini Güverte ve Avlanma Bölümü’nden yana kullanmaya yöneldiler. Çünkü deniz ulaşım sektörünün iyi düzeyde parasal getirisi olması, öğrencilerin iştahını doğal olarak artırmış, buna karşın balıkçılık ile ilgili bölüm, sahada ekonomik kısırlığı nedeniyle tercih edilmeme noktasına gelmiştir. Okul sonuçta bağımsız bir balıkçılık okulu olmaktan tamamen çıkmış ve “Güverte ve Avlanma Bölümü” eğitimi ile ağırlıklı olarak deniz ulaşımı sektörüne geçici sağlayan bir yapıya dönüşmüştür.
Gün gelmiş okuldaki balıkçılık ile ilgili eğitim sıfırlanmış, bölüm kapatılmış ve sonuçta 2007-2008 Eğitim Yılı’nda okulun adı Barbaros Hayrettin Paşa Denizcilik Anadolu Meslek Lisesi olarak değiştirilmiştir. Böylelikle Balıkçılık ve Su Ürünleri Dalı’nın ipi de çekilmiştir.
Balıkçılıkla ilgili utanç tablosu
Beykoz’daki Balıkçılık ve Su Ürünleri Meslek Lisesi Türkiye’nin ulusal beş yıllık kalkınma planlarından biri olarak hayata geçirildi. Ne var ki sonrasında okulun gelişmesi için devlet yetkilileri, konu ilgilisi uzmanlar, bilimciler, eğitimciler, okuldan mezun olan öğrenciler, balıkçılar, balıkçılık kooperatifleri, balıkçılık şirketleri okulla hiç ilgilenmediler. Onun atılım yapabilmesi için gerekli olan iyileştirmeleri de yapmadılar. Sonuç olarak okul gemi adamı yetiştirme ortamına dönüştü, buna karşın balıkçılık eğitimi ise büyüyemedi, gelişemedi ve elbirliği ile onu sonunda mezara gömdük. Ülkemizde duyarsız kalınan bu gömme olayında hiç kimsenin sesi çıkmazken ilk ve son taziye yıllarca okula hizmet veren, ayrıca gelişmeleri gerçekçi yorumlayan Prof. Dr. Kohei Kihara’dan geldi; “Başınız sağ olsun”. Türkiye adına utanç duyulacak bir son.
Neye niyet neye kısmet
Beykoz’daki Balıkçılık Okulu’nun günümüz itibariyle adının “Beykoz Barbaros Hayrettin Paşa Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi” olduğudur. Bu isimlendirmenin tercümesi, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planında öngörülen Balıkçılık Okulu’nun ve eğitiminin 2007-2008 Eğitim Yılı’nda sıfırlandığıdır. Böylelikle Türkiye balıkçılık sektörüne hizmet vermek için kurulan okulun zaman içerisinde Türkiye deniz ulaşım sektörüne hizmet verecek personel yetiştirme kurumuna dönüşmesi tescillenmiştir.
Gelişmelerin en ilginç ve üzerinde durulması gereken nokta ise balıkçılık sektörüne hizmet verme konusunda nitelikli bir eğitim alınmasına karşın okulun ve mezunlarının balıkçılık sektöründen ilgi görememeleri onların sektöre katkı sağlamalarının da önünü kesen ana etmen olmuştur. Balıkçılık Okulu’nun temel kuruluş felsefesinde deniz ulaşım sektörüne hizmet bahis konusu olmamasına karşın pratikte armatörler dünyasının rağbet gösterdiği ve mezunlarının da buna bağlı olarak tercihlerini deniz ulaşım sektöründen yana kullandıklarıdır. Bu da eşyanın tabiatına uygun olmuştur.
Balıkçılık Okulu’nun kurulmasının ve balıkçılık sektörüne nitelikli eleman kazandırma felsefesiyle çıkılan yolda varılan finiş ise balıkçılık sektörüne giriş değil de deniz ulaşım sektörüne kapağı atmak oluyor. Neye niyet neye kısmet dedikleri bu olsa gerek.
Yorum
1 Ekim 1973’te balıkçılık ile ilgili eğitim vermeye başlayan okul salt balıkçılık sektörüne hizmet amacıyla DPT’nin öncülüğünde yaşama geçirilmiş bir eğitim kuruluşuydu. Kuruluşundan 34 yıl sonrasında 2007-2008 öğretim yılında okul resmi olarak hükmü şahsiyetini yitirmiş ve gerçek anlamda mülga bir kuruluş konumuna düşmüştür. Diğer bir tanımlama ile varlığı sıfırlanmış, cenazesi cemaatsiz ve duası bile okunmadan mazideki yerini almıştır. Onun yerine ülkece deniz ulaşım sektörüne hizmet veren nur topu gibi bir çocuğumuz oldu. Hal böyleyken mülga bir balıkçılık eğitim kuruluşunun nasıl oluyor da 50. hizmet yılı kutlanıyor. İnsan aklıyla dalga geçmenin bir örneği bu olsa gerek.
Oysa mülga kuruluş son derece akılcı ve ülkemiz balıkçılığı ile ilgili çok yönlü gereksinimlerini sağlama amacıyla kurulmuştu. Öncelikli hedef balıkçılık kaynaklarını bilimin ve teknolojinin ışığı altında çağdaş uygulama bilgisiyle verimli düzeyde işletecek bireyler yetiştirmekti. Şayet bu okuldan yetişen bireylere Tarım Bakanlığı bünyesinde yer verseydi ve buna ilaveten endüstriyel balıkçı filosu sahiplerine teknenin kapasitesi oranında Balıkçılıkta Yetkili Teknisyen istihdamı zorunlu kılınsaydı endüstriyel balıkçı ağaları tarafından sucul canlı kaynakların bilim dışı işletilmelerinin de önünün kesilmiş olacağını varsaymak kehanet olmasa gerektir. Çünkü sucul canlı kaynakların korunarak sürdürülebilirliği ancak bilgi donanımı ve doğru uygulamalarla olasıdır. Bu bilgi de çağdaş düzeyde okul tarafından zaten öğrencilerine yansıtılıyordu.
Japon Uzman Tatsuzo Suzuki’nin Beykoz’daki Balıkçılık Okulu’nun başarılı olabilmesinin temel koşulu olarak ulu önderimiz Atatürk’ü anlamak ve onun ruhunu balıkçılığa yansıtmak olduğunu dile getirmesi öylesine balıkçılıktaki gibi rastgele yazılmış bir not değildi. Çünkü Japon felsefesine göre “Vatanseverlik olmadan balıkçılık gelişemez”. Bu tanımlama ile ilgili olarak kendimizi sorgulamamız gerekmekte. Denizlerimizin karasuları, tüm iç sularımız ve Marmara Denizi’nin tamamı devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Diğer bir ifade ile bu ortamlar Türkiye ana karasının sucul ortamda vatanla bütünleşen kesimidir. Dolayısıyla bu ortamdaki tüm sucul canlıların doğa kurallarına ters düşmeyecek şekilde işletilme-değerlendirme ve yaşam güvencesinin teminatı da Türkiye Cumhuriyetidir.
Kaynak işleticisi durumundaki balıkçılarımızda gerçekten vatan sevgisi var mıdır? Çünkü vatan sevgisi olan bireyler ve onların dahil olduğu sektörler ülkemiz canlı ve cansız kaynaklarını gelecek nesillerin haklarına gölge düşürmeden gerekleri yerine getirirler. Şayet Balıkçılık Okulu ile ilgili maya tutmuş olsaydı vatan sevgisini sucul canlı doğa eğitimiyle harmanlamış bireyler endüstriyel balıkçı filosunu teşkil eden gemilerde görev almış olsalardı balıkçı ağalarının duyarsızlıkları büyük ölçüde giderilebilirdi. İstisnai durumlar hariç balıkçılık sektörü ağalarının vatan sevgisi sorgulanmayı hak ediyor. Tek örnek; vatan sevgisi olan endüstriyel balıkçı kesimi gezer-göçer balıkların biyolojik koridor olan boğazlarımızda yukarı göç ile aşağı göç aşamalarında yasal boşluktan yararlanarak bilim ile bağdaşmayan gırgır avcılığını yapar mı? Anlaşılan günümüzde vatan sevgisinin yerini para seviciliği aldı!
Aslında Japonların vatan sevgisi ile ilgili söyleminin tüm sektörlere de uyarlanması esastır. Sadece bilim ve yasa dışı avcılık yapan balıkçıların yanı sıra denizlerimize ve iç sularımıza çağdışı hoyratlık yapan tüm sektörlere ve yerel yönetimlere ne demeli? Denizlerimiz ve iç sularımıza boca edilen kirletici ajanların üretildiği sanayi tesisleri ve fabrikaların yarattığı tüm olumsuzluklar nasıl görmezden gelinebilir. Tüm bu olumsuzlukları yaratanların ve gerekliliklerini yerine getirmeyip savsaklayanların vatan sevgisinden kuşkulanmak yersiz bir vehim olmasa gerektir. Japon balıkçılık okullarındaki “Vatanseverlik olmadan balıkçılık gelişemez” söyleminin aslında ülkemizdeki tüm sektörler için de gerçekçi anlam taşıdığı kuşkusuzdur. Reçetesi ise önce bilimle bütünleşen katıksız bir vatan sevgisi, sonrasında ise parasal getiridir.
Bitirirken
Üsküdar’da bulunan Beykoz Denizciler Derneği (Beykoz Denizcilik Meslek Lisesi Mezunlar Derneği) üyelerinin, okullarının kuruluşunun sözde 50. kuruluş yılını pozitif duygu ve düşüncelerle kutlamak istedikleri kuşkusuzdur. Hal böyle olmakla beraber dernek temsilcilerinin gözden kaçırdıkları temel baskın hususa değinmekte yarar vardır.
Beykoz’da 1973 yılında eğitime başlayan okul kelimenin gerçek anlamıyla Türk-Japon iş birliği ile ortaklaşa kurulmuş bir balıkçılık okuludur. Okulun ülkesel çerçevede siyasi, toplumsal, sektörel ve okul içi yönetimi açısından geçirdiği bir dizi olumsuzluklar sonucunda balıkçılık eğitimi noktalanmıştır. Diğer bir ifade ile balıkçılık eğitimi dramatik ve öngörülemeyecek bir şekilde sonlanmıştır. Bunun anlamı eskilerin deyişi ile okul mülga kuruluş; genç kuşağın deyişi ile varlığını yitirmiş bir kurum olmuş yani ömrünü tamamlamıştır. Onun yerine balıkçılık dışı yepyeni bir yapılanma ve öğretim modeliyle aynı fiziki ortamda “Beykoz Barbaros Hayrettin Paşa Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi” adıyla faaliyete geçilmiştir. Bu nedenle Balıkçılık Okulu ile ilgili defter 2006-2007 yılında “Ruhuna El Fatiha” okunmadan fiilen kapanmıştır. Haliyle kapatılan bu okuldan mezun olanların kuruluşunun hele hele 50. yılı kutlama gibi bir tanımlamayla etkinlik göstermeleri mantıkla bağdaşmamaktadır. İşin doğrusu bunun Balıkçılık Okulu’nu anma etkinliği günü olabileceğidir. Bu etkinlik mezun öğrencilerin ancak okula vefa borçlarını dillendirme ortamı olabilir. Öğrencilerin bir bölümünün Güverte ve Avlanma Bölümü’nden mezun olarak denizcilik sektörüne dahil olmaları okul ile ilgili gerçeği değiştiremez. Bu nedenle gelecek yıllarda şayet bu tarz aktiviteler yaşama geçirilecekse bunların kutlama değil anma etkinliği olarak düzenlenmesi işin doğrusu olur.
Japon uzmanların öngörülerinin ülkemizce gerçekleştirilememesi ve Türk Hükümeti’nin okulun balıkçılık alt yapısı ile ilgili gereksinimlerini karşılayamaması; bunun sonucunda JICA’nın Türkiye’ye yardımı kesmesi geçmişin olumsuz yanlarıdır. Hal böyle iken Japonya’nın İstanbul Başkonsolosu’nun bu etkinliğe davet edilmesi okulun yönetimsel açıdan geçirdiği evrimin yorumlanmaması ve dikkate alınmamasıyla ilişkili olduğudur. Okulda balıkçılık eğitimi görenler şayet 50. yıl kutlaması diye empoze edilen bu etkinliğe katılmışlarsa diyecek bir şey olmadığıdır. Cenazenin kalkalı 17 yıl olmuş. Bu nedenle eski mezunların okulu yitirmelerinin 17. yılını anmaları gerekirken 50. yıl diye kutlamalara katılmaları kendilerini kandırmaktan öteye gidemeyeceğidir.
Bir insanın tıbbi olarak beyin ölümü gerçekleştiğinde ne yapılır; yasal prosedür çerçevesinde diğer sağlam organları organ yetmezliği olan kişilere bağışlanır. Benzetmek gerekirse balıkçılık üzerine yapılanan bir bedenin, beyin ölümü gerçekleşiyor ve bedenin sağlam organları da yararlanılması için denizcilik ulaşım sektörüne yönlendiriliyor. Gelişmelerin gerçekçi özeti budur. Beykoz’daki okulun beyin ölümü 2006 yılında gerçekleşmiş ve organları bağışlanmış bedeni ise 1971 yılı sonbaharındaki gibi günümüzde aynen duruyor. Bir Japon olarak Prof. Dr. Kohei Kihara bunu görüyor ve ülkemize başsağlığı diliyor. Oysa toplum ve etkinliği kutlayan Beykoz Denizciler Derneği mensupları bu gerçeği göremiyor ve yorumlayamıyor ise vay halimize!
Sonuçta gelecek nesillerce Beykoz’daki Balıkçılık Okulu yıllar yılı bir masal niyetine anlatılacak! Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde Beykoz’da bir Balıkçılık Okulu varmış!...