Batı 'Siyasal İslam Projesi'nin iflas ettiğini anladı mı?
Haritadaki yeşil ülkeler İslam medeniyetinin yaygın olduğu coğrafi alanı göstermektedir.
Aslında bu tezin gizli amacı, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası kurulması planlanan Neo-Liberalizm veya Küresel Ekonomik Sistem adlı yenidünya düzeni için gerektiğinde güç kullanımını meşrulaştırmaktı. İki kutuplu dünyada Batı ve Sovyet sistemi dışında kalan çok farklı ekonomik sistemlere ( sosyalist, komünist, karma ekonomi vb.) sahip birçok ülke vardı. Ancak yeni sistem de buna izin verilemezdi. Tüm dünya tek bir ekonomik sistem içine alınacak ve Batı merkezli Finans-Kapital Sistem, dünya ekonomisini kontrol altında tutacaktı. Sisteme girmeye direnen veya sisteme aykırı politikalar (Amerikan dolarından çıkma, takas usulü ticaret, stratejik kuruluşların muhafaza ve korunması, banka ve sigorta şirketlerinin milli konumda kalması, milli savunma sanayisi kurma vb. gibi) izleyen ülkeler önce ekonomik, ticari ambargo ve kısıtlamalarla, bu mümkün olmadığı takdirde askeri güç kullanılarak sisteme sokulacaktı.
SİYASAL İSLAM VE KÜLTÜREL EKONOMİK SİSTEM
Küresel Ekonomik Sistemin tasarımcıları açısından Avrupa’daki Sovyet eskisi ülkelerin sistemle bütünleşmesinde bir sorun yaşanmadı. Çünkü bu ülkeler uzun süreden beri içinde bulundukları kapalı ekonomik sistemden çıkışlarından o kadar mutlu idiler ki, nasıl bir sömürü düzeni ile karşı karşıya kaldıklarını çok geç anlayacaklardı. Ayrıca bu ülkelerin hiç birinin sisteme direnecek jeopolitik ağırlıkları yoktu. Asıl sorun İslam coğrafyasında ve Ortadoğu’daydı. Bunun iki temel nedeni vardı; Birincisi bu ülkelerin çoğu petrol zengini ülkelerdi, ikincisi yönetimlerin çoğunluğunu Batı ve Amerikan karşıtı milliyetçi idareler oluşturuyordu. Sisteme sorun yaratan veya yaratacak potansiyel İslam ülkeleri şunlardı; Türkiye, İran, Irak, Suriye, Libya.
TÜRKİYE
Türkiye ekonomik önlemlerle 2002’den itibaren sisteme sokulmaya başladı ve 2005’de sistemle bütünleşti. Bu dönemde özellikle özelleştirme yönüyle neler yaşandığını hepimiz biliyoruz. Türkiye’nin ekonomik anlamda sistemle bütünleşmesi, toplumun anti Amerikancı ve milliyetçi yapısını değiştirememişti. Bunun için Siyasal İslam projesi devreye sokuldu. Projenin amacı, Türk toplumunu kurucu iradenin laik, milliyetçi, tam bağımsızlık ilke ve prensipleri yerine İslam’ı referans alan bir sisteme sokmaktı. Bu proje kapsamında öncelikle, Atatürk kimliği ile bütünleşen laik sistem erozyona uğratıldı. Eğitim sistemi ile Cumhuriyetin tam bağımsızlık ve çağdaşlık ilkeleri değiştirilmeye çalışıldı, çalışılıyor. Bu bağlamda en büyük hedef, Türk Silahlı Kuvvetleri idi. ABD’nin Türkiye üzerinden Irak’a saldırı tezkeresinin TBMM’den geçmemesinden TSK sorumlu tutuldu. Bu nedenle önce 2003 Temmuz ayında Kuzey Irak’taki askerlerimizin başına çuval geçirildi, daha sonraBalyoz, Ergenekon ve diğer davalarla çökertilmeye çalışıldı. 10 yıl sonra Türkiye, ülke olarak kendisine ve halkına kurulan uluslararası kumpası anlamış gözüküyor.
İRAN
1979’da İran’da şeriat esaslarına dayalı Amerikan karşıtı bir din devleti kuruldu. Maalesef bu din devletinin dış politikasında da şeriat yerini aldı. Bu tutum, İsrail karşıtlığı ve kendi Şii mezhebinin diğer ülkelere yaygınlaştırılmasını hedefledi. İran, hala bölgedeki Şii mezhebine mensup topluluklar ile bütünleşme siyasetine devam ediyor. Batı ambargosu İran’ı sarsmasına rağmen sisteme direnmeye devam ediyor.
IRAK
Irak’ta Saddam’ın otoriter liderliği altında laik eğilimli bir yönetim vardı. Amerikan karşıtı Arap Milliyetçiliği ordu gücü ile değişik etnik ve inanç gruplarını bir arada tutabiliyordu. Saddam önce Batı tarafından cesaretlendirilerek 1991’de Kuveyt’e saldırtıldı. Amerikan ve İngiliz müdahalesi ile önemli tavizler vererek geri dönmek zorunda kaldı. Bu savaş sonrasında ABD, bölgeye yerleşecek alt yapıyı hazırlama olanağına kavuştu. Güneyde ve kuzeyde ilan edilen uçuşa yasak bölgelerle, Kürt etnik grubu ile Şii mezhep grubu Sünni mezhebi temsil eden Saddam’ın zulmünden korumaya alındı. Bu uygulamadan Türkiye’de PKK’nın güçlenmesi nedeniyle çok zarar gördü. IŞİD’in temelleri 2003’teki ABD’nin kontrolsüz ve acımasız güç kullandığı Irak’ı işgali sürecinde atıldı. O nedenle şimdi hayatta olmayanIŞİD’inliderlerinden Ebubekir El Bağdadi’nin hayatına kısa bir göz atalım.
Bağdadi, 1971'de Bağdat’ın 125 kilometre kuzeyindeki Samarra’da doğdu. Bağdat İslam Üniversitesinde okudu. Doktora yaptı ve öğretim görevlisi olarak da çalıştı. Bu dönemde bir vaiz olarak öne çıktı. Onu bu dönemden tanıyanlar Bağdadi’yi, insanları barışçıl yöntemlerle ikna etmeye çalışan biri olarak tanımlıyor.Irak’ın 2003’te işgalinden sonra ABD ordusunun güvenliği sağlayamadığı Felluce’ye gitti ve burada Irak ve ABD ordusuna düzenlenen saldırılara katıldı. Felluce’de savaşan Saddam Hüseyin’in eski komutanlarıyla temasa geçti. Küçük gruplarla gerilla savaşı yürüttü. Bu dönemde ABD tarafından yakalandı ve cezaevine gönderildi. Hapishanede diğer radikal İslamcı militanlarla irtibat kurduğu ve onlardan etkilendiği iddiasına ABD yönetimi şimdiye kadar cevap vermedi.2004 yılında Irak’ta kurulan Tevhid ve Cihat örgütü sonrasında El Kaide lideri Usame bin Ladin’in emriyle kurulan Mezopotamya’daki El Kaide örgütüne katıldı. Bağdadi bu örgütte düşük bir rütbeyle faaliyet göstermeye başladı. Örgüt 2006 yılında adını “Irak İslam Devleti” olarak değiştirdi. Örgütün liderleri ve komutanları peş peşe ABD ordusunca öldürüldü. Son olarak 2006 yılında Ebu Ömer el Bağdadi ve Ebu Hamza el Muhacir’in öldürülmesi ile Ebu Bekir El Bağdadi liderlik koltuğuna oturdu.Bağdadi, Irak hapishanelerinden serbest bırakılan militanların çoğunu kendi saflarına katmayı başardı. Gerilla savaşına ve bomba yapımına aşina bu adamları örgütüne kattı. ABD ve Irak ordusuna düzenlediği saldırılar örgütünü radikal savaşçılar tarafından çekim merkezi haline getirdi. Yabancı savaşçıları saflarına kattı.4 Ekim 2011’de ABD, Bağdadi'yi "Aranan teröristler" listesine aldı. Yakalanmasına yardım edecek veya onu öldürecek kişiye 10 milyon dolar ödül verileceği açıklandı. Bağdadi, yakalanması için 25 milyon dolar ödül konulan El Kaide lideri Eymen El Zevahiri’den sonra başına en çok para ödülü konulan isim haline geldi. Suriye iç savaşının başlamasından bir ay sonra Nisan 2011’de Suriye’de El Kaide’nin Irak Şam İslam Devleti’ni kurdu. Ve adamlarını bu ülkeye yönlendirdi. Suriye’de faaliyet gösteren bir diğer El Kaide bağlantılı örgüt olan Nusra Cephesi ile müttefik olduklarını açıkladı. Temmuz 2013’te de Irak’ta savaşçıların tutulduğu Ebu Garip Hapishanesi’ne saldırdı ve buradaki 500 ila 600 tecrübeli militanı serbest bıraktı ve kendi saflarına kattı. Onları da Suriye’deki savaşa yönlendirdi.Suriye’ye geçtikten kısa süre sonra Nusra Cephesi komutanlarını hain olmakla suçlamaya ve liderlerini suikastlarla öldürmeye başladı. Nusra, Bağdadi’yi El Kaide lideri Zevahiri’ye şikâyet etti. Zevahiri de Bağdadi ve Nusra lideri Culani’yi kendi şeriat mahkemesine sorgulanmak için çağırdı. Bağdadi bunu reddetti ve Al Jazeera’ye gönderdiği ses kaydında lider olarak kabul ettiği tek kişinin Bin Ladin olduğunu ve Zevahiri'yi tanımadığını ilan etti. Nusra’nın militanları, özellikle de dünyanın dört bir yanından gelen yabancı militanların büyük bölümü IŞİD’e katıldı.Ebu Bekir El Bağdadi’nin örgütü IŞİD, El Kaide gibi selefi akımını kabul etse de savaş yöntemleriyle El Kaide’den kısa sürede ayrıştı. IŞİD, El Kaide gibi sadece suikast ve gerilla savaşı yürütmüyor, alan hâkimiyeti için de savaşıyor. Bağdadi ele geçirmek istediği yere ve yakınlarına kılık değiştiren militanlarını gönderiyor ve militanlar buradaki güvenli evlerde bekliyor. Daha sonra bu yerleşimin liderlerinden ve aşiret liderlerinden kendilerine biat etmelerini istiyor. Kabul ederlerse yanlarına güvendiği adamlarını bırakarak eski yöneticiyi vali olarak atıyor. Kabul etmeyen lidere yönelik hızla başlatılan saldırılar ise yapılan ön hazırlıklar sayesinde çoğunlukla işe yarıyor.Enerji kaynaklarını, özellikle de petrol kuyularını ele geçirmeye öncelik veriyor. Bu sayede hem mali güç elde ediyor hem de karşı tarafa lojistik zarar veriyor. Bağdadi, Saddam dönemi Baas yöneticileri, Irak ve Suriye ordusundan kopan eski askerler; Avrupa, Çeçenistan, Bosna, Doğu Türkistan, Libya ve Afganistan dâhil birçok ülkeden gelen gönüllü militanlar ve yerel aşiretlerden aldığı destekle güçleniyor.Önceleri sadece Irak için savaşan Bağdadi yönetimindeki örgüt, Suriye’de çıkan iç savaşla amacını da tıpkı ismi gibi Irak Şam İslam Devleti olarak değiştirdi. Amaç bugünkü Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin ve İsrail’in toprakları üzerinde şeriatla yönetilen bir ülke kurmaktı. Bağdadi Nisan 2015’te öldü. Yerine Ebu Ala Al-Afri geçti. Telafer doğumlu Afri, fizik öğretmenliği ve ilahiyat eğitimi almasına rağmen dolmuş şoförlüğü yaparak para kazanıyordu. ABD işgal ordusunun baskıları yüzünden 2004'te memleketinden kaçan Afri, El-Kaide'ye katıldı. Uluslararası terör örgütünün Irak'taki danışma kurulunun başkanı olan Afri, selefi gibi Amerikalılar tarafından gözaltına alınmıştı ancak belli bir süre sonra serbest bırakılmıştı.
PARİS SALDIRISI BARIŞ İÇİN MİLAT OLMALI
İslam’a mal edilen11 Eylül 2001 terör saldırısı sonrası ABD tarafından İslam dünyası büyük bir tehdit olarak gösterildi. Hatta yeni bir Haçlı Seferi gerekiyor açıklamaları yapıldı. Sonuçta bu olay, Finans Kapital Sistemin ( Küresel Sermayenin) 2003’te ABD tarafından Irak’ın işgal edilerek Ortadoğu’yu kontrol altına almasına en büyük gerekçe oldu. ABD’nin Irak’ı işgali ise Ortadoğu’daki tüm etnik ve mezhepsel dengeleri yerle bir ederek yine İslam etiketli IŞİD’i yarattı. IŞİD’in Türkiye’de Suruç’ta ve Ankara’da yaptığı katliamlar Batı’da büyük ölçüde siyasi ve toplumsal bir etki yaratmadı. İslam’ın İslam’ı katletmesi olarak değerlendirmiş olsa gerek! Ama Paris katliamı başta Fransa olmak üzere farklı bir reaksiyon yarattı. Haçlı Seferi adı telaffuz edilmese de İŞID’e karşı açıkça savaş ilan edildi. Böylece yeniden,intikam gibi son derece ilkel temelli bir davranış şekli olankısır bir döngüye girilmiş oldu. Barış döneminde uygulanan terörün ve masum insanların öldürülmesinin hiçbir mazereti olamaz. Ancak Batı ve İslam dünyası nerede duracağı ve kaç kere tekrar edeceği bilinmeyen bu döngüyü durdurmak zorundadır. Öncelikle İslam dünyası, İslam adını kullanan ancak mezhep tabanlı bu devlet görünümlü organizasyonlara toplu olarak karşı çıkmalıdır.Batı dünyası da Irak’ta ve Libya’da uyguladığı kontrolsüz ve acımasız güç kullanımının hesabını vermeli, özür dilemeli, kayıplara tazminat ödemelidir.
Özellikle Sünni mezhebinin kendi içinde de birçok farklı bölüntüsü vardır. Şeriatla yani Kuran hükümlerine göre yönetilen ülkelerde farklı mezhep bölüntüleri nedeniyle farklı şeriat uygulamaları bulunmaktadır. Bu bağlamda, her kral veya emir, kendi mezhebini ve şeriatını kendisi belirlemektedir. Bunu engellemek amacıyla, en mükemmel din iddiası içindeki İslam’da da Vatikan ve Fener benzeri bir dini merkez gerekli gibi gözüküyor. Bu konu hiç şüphesiz İslam devletleri tarafından öncelikle ele alınmalıdır. Bugün çok fakülteli bir üniversite olan Mısır’daki El Ezher Medresesinde dersler MS 975 yılında başlamıştır. O dönemdeki dersler İslam hukuku ve işleyişi, Arapça gramer, İslam felsefesi ve mantık alanlarını kapsamaktaydı. Bilindiği kadarıyla en eski ve saygın bir İslam Üniversitesi olan El Ezher bünyesinde veya uygun görülecek bir yerde İslam’ın her mezhebinden ve bölüntülerinin de katılımıyla bir konsey kurulabilir. Konsey İslam şeriatının yönetim içindeki uygulamalarına yönelik standartlar getirilebilir. Bildiğimiz kadarıyla El Ezher Üniversitesi, İslam dininde idare ve yönetimdelaik uygulamalara yer verilmesinde İslam’a aykırı bir husus olmadığını kabul etmektedir. İslam ülkelerinin ortak bir şeriat hukuku kabul etmeleri halinde devlet görünümlü terör gruplarının kendilerini İslam’la meşrulaştırmalarının önüne geçilebilecektir. Böylece beyinlere yan yana kazınan terörle İslam algısı kırılmış olacaktır. İslam Konseyi kurulması konusunda, 417 yıl Halifeliği bünyesinde bulundurmuş Osmanlının devamı ve laik bir yönetim şeklini benimseyen Türkiye de öncülük yapabilir. Batı dünyası, Paris katliamını, müteakip politikaları için bir dönüm noktası kabul etmelidir. Bugün karşı karşıya kalınan uluslararası terör tehdidinin ABD ve Batı’nın yanlış politika ve stratejilerinden kaynaklandığı unutulmamalıdır. Bir anlamda yaratılan Frankeştayn şimdi sahibini tehdit eder hale gelmiştir. Sert ve hukuk dışı önlemler, kısır döngüyü tekrar geri getirecektir. Özellikle Avrupa’da yaşayan Müslümanların, yaratılacak yeni bir İslam karşıtlığı üzerinden baskı altına alınmaması hayatidir. Yapılacak ilk iş, öncelikle Irak, Suriye ve Libya’daki terör grupları ortak bir strateji ile işlevsiz hale getirilmeli sorumlular cezalandırılmalıdır. Daha sonra yine ortak bir plan ve strateji ile sömürü yerine barış, işbirliği, kalkınma ve yaşam kalitesinin yükseltilmesi için projeler uygulamaya konulmalıdır. Bu yapılmazsa terör her kalıpta tekrar hortlayacaktır. Özetle Finans Kapital Sistemin geri kalmış ve terör üreten coğrafyalarda yeni bir politikaya geçiş yapması zorunludur.
2015 Kasım
El Ezher’deki fakülteler: İlahiyat, Şeriat ve Hukuk, Arap Dili, İslam ve Arap Araştırmaları, Tıp, Eczacılık, Mühendislik, Bilim, Eğitim, Diş Hekimliği, Ziraat, İşletme, gibi çok sayıda fakülte vardır.
Kaynak: http://www.misirdaegitim.com/elezher-fakultesi.html
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.