1. YAZARLAR

  2. Nezih Bilecik

  3. Balıkçılığımızın Çilekeşleri
Nezih Bilecik

Nezih Bilecik

Deniz ve Balıkçılık Bilimcisi
Yazarın Tüm Yazıları >

Balıkçılığımızın Çilekeşleri

A+A-

Tüm balıkçılık sektörünün dört gözle beklediği ve av sezonunun açıldığı eylül ayı kişisel olarak benim içimi en fazla acıtan aydır. Nedeni ise balıkçılık camiasında adil olmayan kaynak paylaşımının yanı sıra zaten çökmüş balık stoklarımızdaki sömürü uygulamasının yeniden başlayacak olmasıdır. Balıkçılık bilimcilerinin stokların kendini dengeleyebilmesi ve avcılıkların verimli olmasını sağlamak açısından av sezonunun 1 Eylül yerine 1 Kasım’da açılması önerisi askıda kaldığı sürece endüstriyel balıkçı kesimi vahşi avcılığını sürdürecek ve sonrasında ise yakınmalar yeniden başlayacak ve av sezonu da beklenenden çok öncesi kapanacaktır.

Bu film yıllardır oynanmaktadır ve işin ilginç tarafı bundan kesinlikle ders çıkarılmadığıdır. Tam bir akıl tutulmasıdır gözlemlenenler. Oysa devletin görevi sucul canlı kaynakları sürdürülebilir şekilde koruyarak avcılıkları düzenlemesidir. Bunu da av yasaklarını düzenleyen tebliğlerle disiplin altına alır. Gelin görün ki bu konudaki işler bir türlü yolunda gitmemektedir. Nedenleri ise bakanlık, siyaset ve sektör kaynaklıdır. Olanlar da bigünah Bakanlığın denetçi personeline olmaktadır. Nasıl mı? Geçmişe doğru bir gezintiye ne dersiniz!

Balıkçılığımız Yönetiminin Tek Çatı Altında Toplanması

Ülkemiz balıkçılığı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılından 1971 yılına kadar geçen süreçte çeşitli bakanlıkların kendilerini ilgilendiren kısımlarıyla yönetilmiş ve 1380 sayılı Su Ürünleri Kanununun yürürlüğe girmesiyle tüm hizmetler tek çatı altında toplanmış ve konuya ulusal düzeyde egemen olunması sağlanılmıştı. Söz konusu yasa ile tüm yetkiler Tarım ve Orman Bakanlığına verilmiş ve 1972 yılında kurulan Su Ürünleri Genel Müdürlüğü de yönetimin asli sorumlusu kılınmıştı. 

Su Ürünleri Genel Müdürlüğünün kurulduğu dönemde özellikle araştırmalara egemen kadrolarının olmaması doğaldı. Bu nedenle Bakanlık ülkemizin konu ilgilisi kuruluşlarından yaptığı eleman transferleriyle bu açığını kapatmaya yöneldi. Yararlanılan kurumlardan biri İÜFF bünyesindeki Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü, diğeri ise EBK bünyesindeki Balıkçılık Müessesesi Müdürlüğü idi.

Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen Sirküler Döneminin Başlaması

Balıkçılığın en önemli ana konusu sucul canlı kaynakların korunarak sürdürülebilirliğini sağlamaktır. Bu da başlangıç yıllarında Bakanlıkça 2 yılda bir hazırlanan Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen Sirküler aracılığıyla sağlanmaya çalışılıyordu. Sirkülerde belirtilen hususların somut araştırma verilerine dayandırılması esastı. Ancak bu şekilde araştırmaların temel hedefi olan ülke balıkçılığının optimum düzeyde oluşmasına katkı sağlanabilirdi. Balıkçılığın verimli düzeyde seyretmesi ise balıkçının ve balıkçılık sektörünün de kalkındığı anlamına geleceğiydi.

Belirtilen bu hususlar nedeniyle Su Ürünleri Genel Müdürlüğünün ilk yıllarından itibaren ağırlık verdiği konuların en başında su ürünleri avcılığını düzenleyen çalışmalar olmuştur. Hal böyle olmakla beraber Bakanlık bünyesinde bilgi donanımının yeterli olmamasının yanı sıra balıkçılık sektöründen siyasi kulvara yansıyan baskılar sirkülerlerin olması gereken düzeyde yaşam bulmasını engelleyen ana etmenlerdi.

Su Ürünleri Genel Müdürlüğünün kurulmasının hemen akabinde ülkesel düzeyde balıkçılığın yönetimini sağlıklı olarak sürdürebilmek amacıyla İstanbul, İzmir, Bursa, Isparta, İçel, Ankara, Samsun, Trabzon, Elâzığ ve Van’da Bölge Müdürlükleri kurulmuştu. Teşkilat idari açıdan başarılı uygulamalara yönelmesine karşın insan kaynaklarındaki noksan yapılanması nedeniyle teknik konularda başarısı ise doğal olarak sınırlı kaldı. Bunu temel nedeni ise Genel Müdürlüğün yeni kuruluş olması ve ilgi alanına giren konularda balıkçılık araştırmaları ile ilgili bir kurum özgeçmişinin olmaması idi. Bu boşluk akademik ortamdan ve balıkçılıkla ilgili aktivite gösteren kurumlardan taşra teşkilatına transfer edilen araştırmacı personelle sağlanmaya çalışıldı. 

İstanbul Su Ürünleri Bölge Müdürlüğü Çalışmaları

Su Ürünleri Genel Müdürlüğü bünyesinde mevcut 10 Bölge Müdürlüğü içerisinde Batı Karadeniz, Marmara ve Kuzey Ege’nin yetki alanı olması nedeniyle İstanbul Su Ürünleri Bölge Müdürlüğünün yükümlülükleri yoğundu. Üstelik İstanbul ülkemiz balıkçılık sektörünün de kalbi durumundaydı. Bu nedenle İstanbul Su Ürünleri Bölge Müdürlüğünün kurulduğu 1975 yılından itibaren en önem verdiği konu tüm sucul canlı kaynakların bir bütün olarak korunması ve sürdürülebilir olmasını sağlama ile ilgili çalışmalardı. Bu oluşum diğer kuruluşlardan transfer edilen deneyimli araştırmacılar vasıtasıyla gerçekleştiriliyordu. O güne kadar genel anlamda kaleme alınmayan sucul canlı kaynakların korunması ve bunun önemi ilk kez Batı Karadeniz Kooperatifler Birliğinin çıkardığı Balıkçı ve Balıkçılık Dergisinin Şubat 1978 sayısında “Su Ürünleri Av Yasakları ve Önemi” başlığı altında deklare edilmişti (Şekil 1.a-b). O yıllarda Genel Müdürlüğün hazırladığı Av Yasakları Sirküleri hazırlıkları aşamasında Bölge Müdürlüğünce gönderilen bilimsel ve güvenli bilgilere karşın türlere göre avcılığa getirilen kısıtlamalar merkez teşkilatında olması gereken düzeyde yaşam bulamamıştı. Bunun yanı sıra Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsünün uzun yıllara dayalı birikimlerinin ve tecrübelerinin ışığı altında yaptıkları önerilerin dikkate alınmaması nedeniyle enstitü daha sonraki aşamalarda Bakanlığın yeni sirkülerlerle ilgili resmi başvurularına protesto anlamında yanıt vermemeği yeğlemişti.

 

         sa.PNG

Şekil 1 a-b. Balıkçı ve Balıkçılık Dergisinde yayımlanan “Su Ürünleri Av Yasakları ve Önemi” makalesi.

1972-1980 yılları arasındaki süreçte Resmî Gazetede yayınlanan sirkülerler teksir yapılarak Genel Müdürlükçe taşra teşkilatına gönderiliyordu. Yine o yıllarda balıkçıların büyük bir bölümü sirkülerin içeriğinden bilgi sahibi olamıyordu. İstanbul Su Ürünleri Bölge Müdürlüğünce bu olumsuzluk net bir şekilde gözlemlenince Bölge Müdürlüğünce sirkülerler ilk kez 1978 yılının mayıs ayında kitapçık olarak basıldı (Şekil 2) ve balıkçılara ulaştırıldı. Sonraki yıllarda ise eşdeğer uygulama Genel Müdürlük tarafından yapılmaya başlandı. Günümüzde ise balıkçılık sektörüne “Ticari ve Amatör Amaçlı Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen Tebliğler” Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliğince bastırılan kitapçık vasıtasıyla yansıtılmaktadır.

Bölge Müdürlüğünün sirkülerin ilgi alanına giren konularında yaptığı en önemli katkılarından biri de Marmara Denizinde o güne kadar İstanbul’da inşaat sektörünün ham maddesi olan kum çekimine yasaklama getirmesi ve bunun da sirkülerde yer almasıydı. Çünkü deniz kumunun tuzlu, tuzunda zamanla genleşme özelliği göstermesi diğer yandan girintili çıkıntılı olan nehir kumunun aksine betonu zayıf kavrama özelliğinin nedeni olan yuvarlaklığıydı. Bu önemli iki husus inşaatların özellikle deprem kuşağında yapılan binaları da riskli kılan bir gelişmeydi.

 

77.PNG

                Şekil 2. Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen Sirkülerin ilk kitapçık hali.

Sahil Güvenlik Komutanlığının Kurulması

1980’li yılların başına kadar olan süreçte Bakanlığın hazırladığı sirkülerlerin egemenliği hep kâğıt üzerinde kalmıştı. Çünkü kaynakları koruma, balıkçıları izleme, takip ve kontrolle ilgili fiziki yapıya sahip olunamamasının yanı sıra bununla ilgili kolluk gücü de bulunmamaktaydı. Bu konudaki boşluk dolaylı olarak Su Ürünleri Genel Müdürlüğün kurulmasından 10 yıl sonrasında Sahil Güvenlik Komutanlığının kurulmasıyla kısmen giderilmişti.

09 Temmuz 1982 tarihinde 2692 sayılı Kanun kabul edilmiş ve 13 Temmuz 1982 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak Sahil Güvenlik Komutanlığı kurulmuştu. 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu çerçevesindeki görevler de Sahil Güvenlik Komutanlığının yükümlülükleri arasındaydı. Bu gelişme takip kontrol konusunda alt yapısı olmayan Tarım ve Orman Bakanlığının elini güçlendirmişti. Sahil Güvenlik Komutanlığı gemilerinde görevli subayların Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen Sirküler ile kendilerine dolaylı olarak yükümlenen görevlerini sağlıklı olarak gerçekleştirebilmelerine zemin yaratmak için bot komutanlarına ve subaylarına ilki 1983 ikincisi ise 1984 yılında olmak üzere İstanbul’da Büyükdere’deki Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Komutanlığı’nda Bölge Müdürlüğünce iki kez eğitim kursu gerçekleştirilmişti. Kursun başarı oranını yükseltmek ve sirküler içeriğindeki hususlara açıklık getirmek için hazırlanan kitapçıklarda kursiyer subaylara kaynak olarak verilmişti (Şekil 3).

 

 

aaaa.PNG

Şekil 3. 1984 yılında Sahil Güvenlik Komutanlığı kursiyerleri için hazırlanan kitap.

 

Koruma ve Kontrolun Zayıfladığı Süreç

Tarım Bakanlığı bünyesinde zaman içinde yapılan zorlama ve başarısız düzenlemelerle Su Ürünleri Genel Müdürlüğü ilkin Daire Başkanlığı seviyesine indirilmiş, ardından 1984 yılında Bakanlık bünyesindeki yeniden yapılanma sürecinde Daire Başkanlığı da lağvedilmiştir. Ülke çapında yaygın olarak faaliyet gösteren Bölge Müdürlükleri ile diğer müdürlüklerin de kapatılması sonucunda yeni bir yapılanmaya gidilmiştir. Bu yapılanma çerçevesinde Bakanlık bünyesinde Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı, Proje ve Uygulama Genel Müdürlüğü, Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü, Destekleme Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Balıkçılıkla ilgili hizmetler ise konusu çerçevesinde söz konusu genel müdürlüklerin bünyesinde paylaştırılmıştır. Böylelikle balıkçılık yönetimi ve uygulamaları Balıkçılık Sektöründe bir hayli sıkıntı yaratan çok başlı bir döneme girmiştir. Bu süreçte balıkçılık ile ilgili denetimler zorunluluk oluştuğunda Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından gerçekleştirilmişti.

1985 yılından itibaren Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde oluşturulan reorganizasyon sonrası her ilde Bakanlık İl Müdürlükleri ve buna bağlı şube müdürlükleri oluşturulmuş ise de müstakil bir balıkçılık birimi oluşturulmamıştı ve konu ile ilgili yetkiler de şube müdürlükleri arasında paylaşılmıştı. Bu da balıkçılığın disiplin altına alınmasını gölgeleyen bir durumdu. O aşamalarda İl Müdürlüklerinin sirküler ile ilgili kontrolleri de haliyle sınırlı kalmıştı.

Denetimlerde Toparlanma Döneminin Başlaması

 Zaman su gibi akmış ve nihayet Avrupa Birliğinin önerisi doğrultusunda 2011 yılında Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Bu olumlu gelişmeyi takiben 2014 yılında 43 ilde Balıkçılık ve Su Ürünleri Şube Müdürlüklerinin kurulması teşkilatın balıkçı kesiminin denetimini de geçmiş yıllara göre etkin hale getirmiştir. Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğünün yeniden kurulması ile sucul ortamdaki kaynakların kontrolü için gerekli denetim alt yapısı yetersizliğe karşın oluşturulmaya başlanmıştır. Böylelikle denetimler geçmişe göre tavan yapmış ve konuyla ilgili haberler de basında sık sık yer almaya başlamıştır.

Merkezi otorite tarafından hazırlanan tebliğler ne kadar olumlu olurlarsa olsunlar eğer sucul canlı kaynak ile ilgili olarak balıkçılık sektörünün tüm aktivitelerini başından sonuna kadar sahada fiilen izlemiyor ve gerekli denetimleri yapamıyor iseniz tebliğlerin olumluluğu askıda kalıyor demektir. Tebliğleri anlamlı kılan yapılan kontrol ve denetimlerdir. Kaynak korunması ve balıkçının yasaya uyup uymadığı ancak denetim ile olasıdır. Bu nedenle denetim öncelikli bir konudur ve bu görevi yapan denetçilerin de ayrıcalıklı bir konumu vardır. Çünkü onlar devlet adına sucul canlı kaynakların resmi hamisidirler.

“Balıkçılıkla Geçen Bir Ömür” Tarım ve Orman Bakanlığı “Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü” bünyesinde 42 yıl hizmet verdikten sonra emekli olan hizmetinin 24 yılını da Kontrol Şube Müdürü olarak sürdüren Yaşar Kayabaşı’nın kaleme aldığı kitabının adıdır (Şekil 4).

88.PNG

                             Şekil 4. Yaşar Kayabaşı’nın “Balıkçılıkla Geçen Bir Ömür” kitabı.

 

6 bölümden oluşan 157 sayfalık kitapta bilgi açısından ana ağırlık balıkçılık mevzuatı ve balıkçılıkla ilgili denetimler üzerinedir. Özellikle denetim ekiplerinin yaşadıkları ve başlarından geçen olayların çok yönlü ilginçliği, üzerinde durulması, yorumlanması ve önlemler üretilmesini zorunlu kılan bilgilerdir.

Toplumsal yaşamda huzur ve kaostan arındırılma kanunlar aracılığı yaşam bulur. Kanunlar ve içeriği ile ilgili hususlar en olumlu şekliyle kayıt altına alınmış olsalar bile gerçek hayatta bunlar askıda kalabilmektedirler. Bu nedenle kanunların, konumuz özelinde ise 1380 sayılı Su Ürünleri Kanununun sahada ne ölçüde gerçekten uygulanıp uygulanmadığı ancak bu konuda yapılacak olan takip, kontrol ve denetlemelerle olasıdır. Denetlemenin amacı da bir kurumun faaliyetlerinin ve işlemlerinin önceden belirlenen amaçlara ve kurallara uygun gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi için incelenmesidir. Bu nedenle denetleme, balıkçılık uygulamalarında kullanılan tüm araç, gereç, malzeme ve sucul dünya canlıları ile ilgili temel bilgileri bir bütün olarak bilen denetçi bireyler tarafından gerçekleştirilir. 

Denetçilerin Fonksiyonelliği

Sucul ortam dediğimiz denizler ve iç sular (nehirler, göller, göletler, barajlar) bünyesindeki canlılar aleminin temel unsurlarının Bakanlığın denetçi olan bireylerince çok iyi düzeyde bilinmesi olmazsa olmaz hükmündedir. Prensip olarak ekonomik değeri olan her bir canlının biyolojik açıdan tanımlanması, üreme özellikleri, eşeysel olgunlukla ilgili bilgiler konusunda denetçilerin donanımlı olması haliyle bir gerekliliktir.  Balıkçılıkta ana prensip türler itibariyle eşeysel olgunluğa gelmemiş balıkların avlanılmaması ve onların stoka katkılarının sağlanmasıdır. Böylelikle sucul canlıların korunarak sürdürülebilirlik ortamı oluşturulur. Bu nedenle balıkçılıkta avlama dönemi, avlanma bölgesi ve boy sınırlaması denetçilerin üzerinde durduğu en önemli üç temel unsurdur.

Ayrıca balıkçılık tekniği yani avlama metotları ile ilgili tüm uygulamaların ve teknik detayların yine denetçilerin egemen olmasını gerekli kılan durumlardır. Bu gelişimin özellikle son 10 yıllık süreçte Bakanlık bünyesinde oluşturulduğu, haliyle denetimlerin verimli akıcılığına katkı sağladığı görülmektedir.

Aslında bu önlemler balıkçılığın sürdürülebilir olmasını sağlamanın yanı sıra balıkçıların da ekonomik açıdan kalkınmalarına zemin yaratır. Her önlem ilkin doğa için, ikincisi toplumun besin güvenliği ve en sonunda da balıkçının kalkınması için oluşturulur. Olay bu kadar sade ve nettir.

 

Balıkçılık Sektörünün Görmezden Geldikleri

Balıkçılıkla ilgili sınırlamalar, uyulması gereken kurallar ne hazindir ki balıkçılık sektörünün yasa dışı avcılığı alışkanlık haline getiren kesimi için yok hükmündedir. Kısaca bindiği dalı kesmekte mahzur görmeyen bir balıkçı kitlesi ile karşı karşıya olunduğudur. Amaç nedeni ve boyutu ne olursa olsun çoğu balıkçı için genelde önemli olan daha fazla av ve daha fazla parasal getiridir.

Balıkçılık sektörünün büyük ölçüde göz ardı ettiği temel husus denizlerimizin 6 mil açığına kadar olan kesim ile tüm iç sularımız ve Marmara Denizinin devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğudur. Kısacası kaynağın devlete ait olduğunu es geçmesidir. Aslında Devlet bu ortamdaki sucul canlı kaynağı işletme hakkını yasal kurallara uymak koşuluyla balıkçıya vermiştir. Bu tablo gerçekçi analiz edildiğinde devlet bu işletme hakkını balıkçıya verdiği gibi gerektiğinde tüm sucul ortamları balıkçıya ve balıkçılığa da kapatabilir demektir. Bu hususun özellikle balıkçılık sektörü tarafından zihinlere not edilmesi gerekir.

Hal böyle olmakla beraber balıkçı kesimi, çok ilginçtir bu sucul ortamları kendisine ait tapulu bir malı olarak görmekte ve ilgili yasa veya yasaları sürekli olarak görmezden gelmektedir. Balıkçı tezgahlarındaki balıkların büyük bölümünün Su Ürünler Avcılığını Düzenleyen Tebliğlerin aksine olan görüntüsü bunun somut örneğidir. Diğer bir ifade ile eşeysel üreme dönemine gelmeyen ve boy sınırlaması yapılan balıkların, balıkçılarca yoğun bir şekilde avlanarak balık nüfusunu azaltıcı bir doğum kontrolunun bizzat balıkçı kesimi tarafından gerçekleştirildiğidir. Bu oluşum aslında balıkçı kesiminin balığın yaşam döngüsü hakkında bilgi donanımına kavuşturulmalarını gerekli kıldığıdır. Ancak bu şekilde balıkçılık sektörünün kendi ayağına kurşun sıkmasının önüne geçilebileceğidir. Ne var ki imamın kendi bildiğini okuyacağı da gerçeğin ta kendisi olduğudur.

Denetlemelerin Dramatik Yanı

Günümüzde Devlet sahibi olduğu kaynağı Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğündeki ilgili birimleri ve elemanları aracılığı ile gerekli denetimlerini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Ne yazık ki Bakanlığın bu konuda yetkili olan yönetici ve personeli çeşitli zamanlarda denizde, karada ve balık hallerinde yaptıkları kontrol ve denetimlerde çoğu balıkçının küfür, hakaret ve fiziki eylemine maruz kalmaktadır. Bu inanılmaz ilkel bir durumdur. Oysa devleti temsilen yapılan bu uygulamalarda balıkçının tutumu hiçbir şekilde mazur görülemez ve affedilemez. Gece gündüz demeden devlet adına görev yapan personele yapılan eylemler aslında devlete yapılan bir haddini bilmezliktir. Bu nedenle balıkçı tarafından yapılan tüm nahoş eylemlerin anında yaptırım olarak adli mercilerce karşılığının yerine getirilmesi esastır. Denetlemelerdeki üzücü olan taraf denetçilerin görevlerini yapabilmeleri için çoğu kez emniyet güçlerine, jandarmaya ve sahil güvenlik birimlerinin himayelerine gereksinim duymaları ve onlarla beraber denetimlerini sağlıklı olarak gerçekleştirebilmeleridir. Aksine bir durumda ne hazin ve üzüntü vericidir ki sonuç ya darp veya ölüm olabilmektedir. Ülkem, balıkçılık sektörü ve insanlık adına elim bir durum.

Tüm bu oluşumlar “Balıkçılıkla Geçen Bir Ömür” kitabının yazarı ve mesai arkadaşları tarafından yıllar yılı kesintisiz yaşanmıştır. Sonuç olarak balıkçı bireylerinin haddini aşan tutum, düşünce ve uygulamalarını sürekli olarak kontrol altında tutulmalarını gerekli kıldığıdır. Haliyle bugünkü zihniyetiyle balıkçılık sektörünün bir bütün olarak disiplin altına alınması ve devletin koyduğu tüm kurallara ve yasaklamalara harfiyen uyması esastır.

Balıkçılık sektörünün duracağı yeri çok iyi belirlemesi bir gerekliliktir. Çünkü balıkçının bir çiftçi gibi tarlayı sürme, ekme, ürününü yetiştirme, biçme, hastalıklardan koruma, ilaçlama ve gübreleme gibi bir derdi yoktur. Sadece av için gerekli demirbaşları ile hiçbir emeğinin olmadığı bir canlıyı/canlıları bedavadan elde etme konumu vardır. Buna rağmen balıkçı malın sahibi olarak devlet adına denetleme yapan bireylere kaba kuvvet, bağırma, çağırma, hakaret, küfür ve darp etme gibi yollara kolaylıkla başvurabilmektedir.

Bu neden böyle olmaktadır. Ülkemizde de balıkçı topluluğunu temsil eden çoğu bireyin eğitimleri taban düzeyindedir. Ayrıca genel oluşum olarak meslek etiğinden de yoksundurlar. Etik en yalın ifade ile “İnsanların kurduğu bireysel ve toplumsal ilişkilerin temelini oluşturan değerleri, normları, kuralları doğru-yanlış ya da iyi-kötü gibi ahlaksal açıdan araştıran bir felsefe dalıdır”. Balıkçılık meslek etiğinin de “Balıkçılık ile ilgili ahlaki değerler bütünü” olarak tanımlanabileceğidir.

Kitabın İçeriği

Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğünde Kontrol Şube Müdürü olan Yaşar Kayabaşı’n kitabının içeriğinin büyük bir bölümü tam anlamıyla “Tarım ve Orman Bakanlığı” bünyesinde ideal anlamda nitelikli bir hizmet içi eğitim programı olduğudur. Özetle; kitabın mevzuat bölümünde su ürünleri kanunu, kabahatler kanunu, su ürünleri yönetmeliği ve avcılığı düzenleyen tebliğler hakkında bilgi verilmektedir. Denetim Bölümünde ise bilgi açısından denetimin içeriğine dahil olabilecek her oluşum mevcuttur. Özellikle balıkçılık uygulamalarında sıkça karşılaşılan 34 soruna verilen yanıtın yanı sıra bunca yılın kendisine kazandırdığı deneyimlerin ışığı altında idari yapılanma, mevzuat, alt yapı ve denetimlerle ilgili olarak resmi makamlara verdiği öneriler kitaba yararlılık yoğunluğu katmış. Bu nedenle kitabın Bakanlık yetkililerinin yanı sıra tüm balıkçılık sektörünü temsil eden bireylerince okunması, bilinmesi ve bilgi sahibi olmaları da bir gerekliliktir. 

Şüphesiz kitabın en önemli yanı anıların yer aldığı kısa öykücükler/anekdotlar kısmıdır. Bu bölüm Yaşar Kayabaşı’nın yıllar yılı başından geçenlerin kendi kaleminden kısa kısa yansıttığı bir bölüm öykülerinden oluşmaktadır. Onun devamında ise ülkesel çapta illerde yapılan denetlemelerde mesai ortaklığı yapan denetçi personelin Yaşar Kayabaşı ile ilgili anı görüşlerini kapsamaktadır.  Bu da öykü kısmını olumlu-olumsuz yaşananlarla zenginleştiren kısımdır. Haliyle kamuoyunca özellikle bilgi sahibi olunması gereken dramatik kısım ise bu bölümdür.

Bu bölümü okurken balıkçılık kaynaklarının korunarak sürdürülebilirliğini ilke edinen ve bununla ilgili olarak yıllar yılı uğraş veren bir birey olarak çok üzüldüğümü ve kahrolduğumu özellikle belirtmek isterim. Yaşar kayabaşı ve mesai arkadaşlarının balıkçıları denetlerken çoğu kez maruz kaldıkları kaba söylemler, küfürler, kavgalar ve oluşan darp olayları karşısında üzülmemek, isyan etmemek ne mümkün. Bu görüntü aslında yasalara saygılı bir balıkçı kitlesinin yapacağı davranış değildir. Yaşanan çirkinlikler bir bölüm balıkçılarca gerçekleştirilen yasa dışı avcılığın da boyutunu ve sürekliliğini göstermesi açısından düşündürücüdür. Denetlenme kültüründen yoksun, küfür, hakaret ve darp eylemlerini maharet sayan bir bölüm balıkçı kitlesi karşısında özverili olarak görevini 42 yıl boyunca görev aşkını yitirmeden sürdürebilmek evvela gönül ve sonrasında ise yürek ister. O yüzden kitabın yazarı Yaşar Kayabaşı’nın görev anlayışına toplum olarak ancak şapka çıkarılabilir.

Kurda Sormuşlar Neden Boynun Kalın?

Tarım ve Orman Bakanlığınca tüm olumlu niyetlere karşın balıkçılıkla ilgili av yasaklarının kesintisiz takibinde, yasa dışı avcılığın izlenmesinde, önlem üretilmesinde gerekli başarıyı AB kriterlerine göre yakalayamadığı bir gerçektir. Balık satış/tüketim noktalarında av yasağı tebliğlerinde öngörülen balık boyları ile örtüşmeyen görüntüler bu konudaki olumsuzluğun somut göstergesidir.

Balıkçılıktan sorumlu Tarım ve Orman Bakanlığı güncel yapısıyla ve dolaylı olarak aldığı destek ve yardımlarla balıkçılık kaynaklarını balıkçının zihniyeti/felsefesi nedeniyle kesin olarak koruyamaz. Çünkü kaynak korumanın temel dayanak noktası, balıkçıların mesleki etik kurallarına uymasından geçer. Bunun gerçekleştirilebilmesi için öncelikle politik/siyasi irade ortaya konulmalıdır.

Halihazırda mevcut yasa, yönetmelik, tebliğler, mülki amirler, deniz polisi ve Sahil Güvenlik Komutanlığının yardımları ile bu işin günümüz koşul/yaklaşım ve anlayışı ile balıkçılık kaynaklarının korunamayacağıdır.

Buradaki çıkış noktası Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde yapılacak yeni yasal düzenlemenin uygulamaya girebilmesi için parlamentoya sunulmasıdır.

Orman Muhafaza Memurları ile Gümrük Muhafaza Memurlarına verilen yetki, görev ve çalışma esasları hakkındaki durumlarına eşdeğer, hatta daha da geliştirilmiş düzenlemelerle bakanlık bünyesinde salt balıkçılık ile ilgili suçların takibi, sonuçlandırılması, mücadelesi ve neticelendirilmesine olanak yaratacak Balıkçılık Muhafaza Memurluğu veya Sucul Ortam Muhafaza Memurluğu gibi isimlendirmeyle bir teşkilat yapılanmasının hayata geçirilmesi kaçınılmazdır. Oluşturulmasının akılcı olacağı düşünülen sucul ortam koruma ve kontrol teşkilatının eşdeğer polis yetkilerinin yanı sıra çağdaş alt yapı olanaklarıyla (takip kontrol gemileri, helikopter, deniz uçağı, karasal ortamdan tüm balıkçı teknelerinin modern cihazlarla izlenmesi vb.) donatılması/yetkilendirilmesi kaçınılmazdır. Böylesine bir yapılanmanın ve kadrolaşmanın getireceği maliyet telaffuz edilmemelidir. Çünkü korumaya alınacak (yenilenebilir) kaynağın bedeli hiçbir zaman para ile ölçülemez (*).

Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde söz konusu yapılanma noksansız olarak gerçekleştirildiğinde kaynakların geleceği de güvence, balıkçılık sektörünün de tam anlamıyla disiplin altına alınması sağlanacaktır. Bu oluşum gerçekleştirildiğinde emniyet, jandarma ve sahil güvenlik birimlerinin dolaylı desteğine de gereksinim kalmayacaktır. Böylelikle Bakanlık Balıkçılık Muhafaza Memurluğu statüsü altında kendi işini kendisi görmüş olacaktır.

(*) Bilecik. N. 2015. Balıkçılık yönetimindeki bir boşluğun giderilmesi. Vira Deniz Kültürü Dergisi. Sayı 100, s.70-73).

Gereksinimler

Önerilen balıkçılık yapılanmasının sağlanmasını anlamlı kılmak ve sucul kaynaklarımızın kesintisiz verimli düzeyde kalmasını sağlamak açısından kademeli olarak gerçekleştirilmesi gereken uygulamaların yasal düzenlemeye kavuşturulması gerekmektedir.

Ticari ve Amatör Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen Tebliğin ideal şekliyle ülkemizde yaşam bulması için Bakanlık bünyesinden ve gerekçe akademik kesimden konu ilgilisi uzmanlardan oluşan bir Bilimsel Danışma Komitesi oluşturulmasıdır. Söz konusu komitenin alacağı tüm kararların dayanağı bilim olmalı ve siyasetten arındırılmış haliyle uygulanması da esas alınmalıdır.

Özellikle Tarım ve Orman Bakanlığı balıkçılık konusunda alacağı tüm kararlarda sucul canlı doğanın kendine özgü kurallarına ve işleyişine uyum sağlamalıdır. Bunun için yapılması gereken acil uygulama ilkin Çanakkale ve İstanbul Boğazının giriş ve çıkışları da dahil olmak üreme ve beslenme göçü olan yukarı ve sonrasında da aşağı göç yapan gezer-göçer balıkların boğazlarda gırgırla avcılığı kesinlikle yasaklanmalıdır.

Diğer taraftan yine endüstriyel balıkçı kesimi tarafından adeta sürütme ağı konumuna getirilen gırgırla pelajik balığı avcılığının 50 metre kesimini içeren iç kıta sahanlığında da avcılığına AB ülkelerinde olduğu gibi son verilmelidir.

Makro düzeydeki bu önlemler somut olarak gerçekleştirilmediği takdirde Bakanlıkta olması gereken kaynak koruma ve bunun devamlılığını sağlama ilkesinin askıda kalacağıdır. Balıkçılık Muhafaza Memurluğu uygulamasının hayata geçirilmesini anlamlı kılabilmek için tüm bunların bir müştereklik içerisinde düzenlenmesi esastır.

“Ölme Eşeğim Ölme” Deyimi Yaşanmamalı

Türkiye balıkçılığının en büyük sorunu yasa dışı avcılığın kesintisiz süregelmesidir. Tarım ve Orman Bakanlığı bu problemin radikal şekilde çözümü için etkili önlemi almıyor veya alamıyor. Önlem alabilmek için alt yapısını tüm oluşumlarıyla sağlaması esastır. Çünkü yasa dışı avcılık ancak caydırıcılıkla olasıdır. Bunun için gerekli lojistik alt yapı mutlaka oluşturulmalıdır. Toplumumuzun besin güvenliğinin balıkçılıktan sorumlu merkezi otorite tarafından sağlanabilmesi, balıkçılık sektörünün yasalara bağlılığını disiplin altına alması ile olasıdır. Çünkü ortada uzun vadeli düşünmekten kendini arındırmış ve benden sonrası tufan diyebilen azımsanmayacak bir balıkçı kitlesi söz konusudur. Bu nedenle Bakanlık kendi personelinin görevini güven ve huzurla sürdürebilmesi ve yasa dışı avcılıkları disiplinli bir şekilde denetleyebilmesi ancak polis, jandarma ve sahil güvenlik birimlerine verilen yetkilerle donanmış olmasıyla olasıdır. Balıkçılık aktiviteleri ile ilgili olarak uzaktan izleme programları kesintisiz yaşama geçirilmelidir. Ayrıca her ortamda denetimler yoğunlaştırılmalıdır. Herhangi bir nedenle denetlemeden kaçırılmış ve boy tahdidine uymayan balıkların satış noktalarındaki satışa engel olmanın yanı sıra bunlara el koyma yetkisi verilmelidir. Bunlar sağlandığı takdirde Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğünce havanda su dövmesinin önüne geçilebileceğidir.

Temel olarak Ticari ve Amatör Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen Tebliğlerin ana amacı sucul canlıların korunarak sürdürülebilirliğini ve buna bağlı olarak balıkçılık sektörünü kalkındırmaktır. Oysa bu felsefeye aykırı bir şekilde doğrudan veya dolaylı olarak politik müdahaleler Su Ürünleri Genel Müdürlüğünün ilk su ürünleri sirkülerini yayınladığı zaman diliminden itibaren kesintisiz bir şekilde günümüze kadar süregelmiştir. Bir anlamda ülke balıkçılığının kalkınamamasının asli sorumlusu siyasi kulvarın bilgi donanımsızlığının yanı sıra oy kaygısıyla balıkçıya şirin görünme politikasıdır. Bu zihniyetin kesin olarak tüm siyasetçilerce terk edilmesi lazımdır.

 Son Söz

“Balıkçılıkla Geçen Bir Ömür” kitabının yazarı sayın Yaşar Kayabaşı’nın özellikle anekdotlar bölümü toplumun bihaber olduğu kısımdır. Anekdotlar kısmında Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğünün denetçi personelinin can güvenliği olmadığı aslında minimal düzeyde verilmiştir. Hal böyle olmakla beraber yasa tanımayan balıkçılarla ilgili olarak yansıtılan bu sınırlı bilgilendirmeler dahi ürkütücüdür. Bir de yaşananların ve adli mercilere intikal edenlerin tamamı yansıtılsa vay halimize. “Ölmüşte ağlayanım yok” misali.

Geçmişte en talihsiz ve acı veren bir gelişme 6 Ekim 2016 tarihinde yaşanmıştı. Deniz ürünleri avcılığı anket çalışması kapsamında veri toplamak amacıyla gittiği Sarıyer Rumeli Feneri Balıkçı Barınağında bir balıkçı tarafından darp edilip ağır yaralanan ve iki hafta SSK Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yaşam mücadelesi sonrasında yitirdiğimiz Su Ürünleri Mühendisi Mehmet Özdinar şehidimizi unutmadık, unutulmayacak da. Mehmet Özdinar’ı (Şekil 5) yitirdiğimizde hayatının baharında ve henüz 32 yaşındaydı.

444.PNGŞekil 5. Görev şehidi Su Ürünleri Mühendisi Mehmet Özdinar.

Yaşanan ve bir daha yaşanmaması dilenen bu durumlar için balıkçılık sektörünün özellikle endüstriyel balıkçı kesiminin bireyleri şapkalarını önüne koyup düşünmeliler ve kendilerini sağduyu/aklıselim çizgisine çekmeliler. Çünkü devletçe alınan önlemler aslında sucul canlı kaynakların sürekli verimliliğini sağlamak ve balıkçının kalkınması içindir. Oysa tüm balıkçılar bu düşüncenin neresindeler!

Nezih BİLECİK

Deniz ve Balıkçılık Bilimcisi

 

 

 

Bu yazı toplam 2098 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar