Aret Hovagimyan: Sektörün isimsiz kahramanlarıyız
“Suyun altında olduğumuz için bizi görmezden geliyorlar” diyen sektörün en kıdemli üyesi Aret Hovagimyan ile görüştük ve hem geçmişi, hem de yıllardır çözülemeyen barınma problemini konuştuk.
Vira Deniz Kültürü Dergisi - Temmuz sayısı
Aret Hovagimyan’ın Haydarpaşa Limanı’nı gören ofisindeyiz. Çocukluk arkadaşı Teoman Bey’e “Sualtı Türkiye genelinde bakir bir mevzu. Böyle bir şirket kurmaya ne dersiniz?” diyeli yarım asır geçmiş ama Ortaköy’de Büyük Mecidiye Camii’nin rıhtım inşaatında denizin dibini önce mıcırla tesviye edip sonra da kocaman blokları omuz omuza derine taşımaları daha dün gibi. Bugün yarım asırlık firmaları Metear Deniz İşleri’ni ikinci kuşak yönetse de Aret Hovagimyan “Ben tecrübelerimle iskemlenin arkalığını oynuyorum. Çünkü onların bakış açısı, görüşü daha engin, geniş ama tecrübeye de ihtiyaçları var,” diyor.
Siz bu işe başladığınızda ortam nasıldı?
Biz 1961’de işe başladığımızda sualtı hizmetleri veren şirketler yoktu. Bir dalgıca ihtiyaç olduğu zaman köprü altındaki kahvelere gidiliyordu. Aslında, bu meslekle yedek subaylık sırasında tanıştık. Önce Türk Balık Adamları Kulübü’nden bröve aldık. Sonra askerlik şubesine müracaat ettik. O müracaat neticesinde bizi bahriyeye ayırdılar. Askerliğimizi balık adam olarak yaptık ve bu sayede Türkiye’nin ilk balık adamları olduk. Teknoloji, imkanlar bugünkü gibi değildi. Bilgi dar boğazdaydı. O nedenle bir hayli zorluk çektik. O yıllarda bugünkü gibi sualtı projeleri de üretilmiyordu. İşe başladığımız yer Karaköy Fermeneciler’de 2,5 metrekarelik bir yazıhaneydi.
Türkiye’de sualtı hizmetleri veren ilk şirket sizin şirketiniz miydi?
Evet, Yosun Dalgıç Bürosu ve Çetin Uluocak ile birlikte ilk bizler açtık. Bizim firmamızın adı Metear Kolektif şirketi oldu. Metear adı, ortakların adlarından, “Metin-Teoman-Aret”den meydana geliyordu. Ortaklarımızdan Metin Bey bir yıl sonra ayrıldı. Biz Teoman Bey ile beraber şirketi devam ettirdik.
Bu arada süngercilik de yaptınız sanırım…
Bodrum’da 1962’de süngercilik yaptık. İstanbul genelinde çok fazla sualtı işi olmadığı için şansımızı süngercilikte denemek istedik. Ama gelin görün ki süngerciliğin üstünde bulunan delik sayısı kadar da zahmeti vardı. Tabii pek verimli bir netice alamadık. Aşağı yukarı 2-2,5 ay gibi Bodrum’dan Çeşme’ye uzanan bir avcılığımız oldu. Biliyorsunuz sünger canlı bir hayvandır. Çeşitleri de vardır. Bir hayli zorluklarla ancak 90 kilo kadar kuru sünger elde edebildik. Onunla da zaten bu işe başlarken Ziraat Bankası’ndan aldığımız krediyi ödedik ve İstanbul’a döndük. O yıllarda bugünkü armatörlerin pek çoğunun babalarına hizmetimiz olmuştur. Bundan da gurur duyuyorum. Çünkü o zamanlar böyle sac gemileri yoktu. Evveliyat işe takalarla başlamıştı.
Ne tür hizmetler veriyordunuz?
Genelde gemi kurtarma ve onların sualtı problemlerini hallediyorduk. Şöyle ki; mesela kumculuk yapıyorlardı ve İmralı’da bir tekne batıyordu. Gidip onları yüzdürüyor, kopan çapaları, kepçeleri çıkarıyorduk. Bu hizmet yelpazesinde bir hayli iş yaptık. Seneler geçti. Ancak Özal döneminden itibaren denize yönelik projeler üretilmeye başlandı. Böylece işler çeşitlendi. Dalgakırandan, rıhtıma, elektrik santrallerinin soğutma su borularından, petrol borularına, şamandıra sistemlerinden, dip tarama işlerine birçok hizmet vermeye başladık.
Bu işleri yapabilmek için neredeyse 30 yıl beklemişsiniz.
Evet bu işler çıkana kadar uzun yıllar ayakta durabilmeyi başardık. Aslında 55 sene boyunca çizgiyi düzgün tutmanın faydalarını gördük. Bugünlere gelişimiz bunun neticesidir. O zamanlar 5-6 şirketten ibarettik. Bugün ise, gururla söylüyorum, bu konuda çalışan Türkiye genelinde 139 kuruluş var ve birçok iddialı projeye sektörümüz büyük katkı sağlıyor. Ama ne yazık ki, vermiş olduğumuz uğraşlar gerek denizcilik camiasında, gerekse Ankara nezdinde pek hatırlanmıyor.
Ne gibi? Örnek verebilir misiniz?
Şöyle ki, İstanbul’daki tüp geçidin sualtı çalışmalarını da, İzmit Köprü Geçişi’nin ayaklarını da sektörümüzden firmalar yaptı ama isimleri hiçbir yerde geçmedi. Aslında diyeceğim o ki, bizim sektörümüz tabiri caizse isimsiz kahraman. Bunu biraz buruk olarak söylüyorum. Çünkü bizim asıl ihtiyacımız olan barınma problemimiz dahi yıllardır çözülemedi. Düşünün ki arabanız var ama park edecek otoparkınız yok.
Peki gemilerinizi nereye bağlıyorsunuz?
İşimiz nerdeyse şu anda oradayız.
İş kesintisiz her zaman var mı?
Bizim sektörün sıkıntılarından birisi de devamlılık arz etmemesidir. Bir projeye başlarsınız. Bu proje yapılır, biter ve ondan sonra bir boşluğa düşersiniz. Bu boşlukta elinizdeki teçhizatı barındırma ihtiyacı hissedersiniz. Bir barınma alanımız olmadığı için tabiat şartlarından çok zarar görüyoruz. Mesela 1999 senesinde Aydınlı Koyu’nda bulunmamıza rağmen, bir Batı Lodos nedeniyle dört tane teknemiz battı. Allah’tan kendi söküğümüzü kendimiz dikebiliyoruz da zararı hafifletme imkanımız oldu. Bugün şirketimizin muhtelif maksatlarla kullandığımız römorkör olsun, yüzen vinç olsun 14 vasıtası var. Şu an projelerimiz nedeniyle bir kısmı Botaş’ta, bir kısmı ise Tüpraş’ta duruyor ama sonrasında ne olacak? Bugün sektörümüze ait 220 civarında vasıta var, fakat koyacak yer yok. Sıkıntımız pek hafif değil. Altı çizilecek bir sıkıntı.
Sualtı Liman İnşaatçıları Kooperatifi (SULİM) olarak bir öneriniz oldu mu?
Kooperatif olarak Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’na Tavşancık’a gitmeden Gebze tarafında bir yeri önerdik. Kendilerinden haber bekliyoruz. İnşallah müspet sonucunu görür olurum diye ümit ediyorum. Çünkü hakikaten bu konuda şahsen çok uğraşı verdim. Ricacı oldum. Herkese derdimizi anlattığımızı zannediyorum. Hale yola girer diye düşünüyorum.
Bu barınma sorunu dışında sualtı liman inşaatçıları sektörü bugün istenilen noktada mı sizce?
Bugün itibariyle sektörümüz teknik açıdan bir hayli yol kat etti. Gerek denizdeki dolfenler, gerek tarama işleri, gerekse köprü ayaklarının genişletilmesi ve tüp geçidin tüplerinin birbirine eklenmesi gibi işler artık Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan kuruluşlar tarafından yapılıyor. Verdiğimiz hizmetlerin kalitesi yurtdışındaki muadillerinden farklı değil. Ancak sektörümüz büyük yatırım gerektiriyor. Dışarıda bu yatırımlar, mesela Hollanda’da, Amerika’da, İtalya’da devlet tarafından destekleniyor. Burada da devletin bizi sübvanse etmesi gerekir diye düşünüyorum.
55 yıldır denizin işindesiniz. Denizin keyifli kısımlarını nasıl yaşıyorsunuz?
Profesyonel olduktan sonra o işin parlaklığı kayboluyor. Denizde de öyle. Ama hep derler ki “Bir kere tuzlu su değmiş”. Bizim mesleğin çekici tarafı da bu. Bir kere tuzlu su değerse yani denize bir kere aşina oldunuz mu bırakamazsınız. Biz bu sektörde 55 yılı acısıyla tatlısıyla geride bıraktık. Rahmetli ortağım Teoman Bey’i bir sualtı kazasında kaybettik. Her ölüm yıldönümünde forslarımızı yarıya indiririz. Şu anda rahmetli ortağımın oğlu ve benim oğlum şirketi yönetiyorlar. Ben tecrübelerimle iskemlenin arkalığını oynuyorum. Çünkü onların bakış açısı, görüşü daha engin, geniş ama tecrübeye ihtiyaçları var. Sektörün müşkülleri hallolursa çok daha üretken, ileriye dönük daha iyi işler yapabilme imkanımız olur.
Bu süreç zarfında kaybettiğimiz tüm iş arkadaşlarımıza rahmet diliyor, gelecek nesillerin ülkemize katkıda bulunmaya devam etmesini temenni ediyorum.
ViraHaber.com
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.