"Altın Boynuz"un esbab-ı mucibesi
Haliç, tarihi, kültürel ve fiziki yapısıyla İstanbul'un en güzel bölgelerinden biri olarak karşımıza çıkar. Boğaz’ın güneyinden batısına doğru uzanan boynuz şeklindeki yapısından dolayı ilkçağda Khrysokeras yani “Altın Boynuz” olarak anılmış.
Kavun kabukları gibi kurumuş ve çatlamıştır kayıklar Haliç’te... Sandalların ahşap kokusunu hissedersiniz burnunuzda. Her köşe bucağı tarih kokar. Baharı, sonbaharı, yazı, kışı bir başka görünür gözünüze. Boğaz’la birlikte sular altına gömülmüş bir koy. Yıllarca gemilerin yüzüşüne sahne olmuştur oysa… Sarayburnu’ndan Karaköy’ e uzanan bir zincirle yüzyıllar boyunca baş kaldırmıştır düşman gemilere. Yahudi, Rum, Ermeni, Gürcü, birçok dini ve kültürel seremoninin ana malzemesini taşır Haliç. Yahudilerin sığınması kapısı olmuştur Hasköy. Gündüzleri milyonları misafir eder, geceleri ise yalnızlığına martılar ve balıklar eşlik eder. Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmış bir şehri, 2700 yıllık tarihi bağrında taşır.
Haliç, tarihi, kültürel ve fiziki yapısıyla İstanbul'un en güzel bölgelerinden biri olarak karşımıza çıkar. Boğaz’ın güneyinden batısına doğru uzanan boynuz şeklindeki yapısından dolayı ilkçağda Khrysokeras yani “Altın Boynuz” olarak anılmış. Bu adı mitolojide bereketi temsil eden meyvelerle, çiçeklerle dolu boynuzdan almış. Avrupalılar da Kağıthane ve Alibey derelerinin çatal vaziyette, boynuzu andırmasından ötürü “Golden Horn” olarak tanımlamışlar Haliç’i… Haliç kelimesinin anlamı ise nehir ağzındaki koydur. Haliç’e neden Altın Boynuz denmiş diye merak edenlere binlerce rivayet sıralanabilir. Kimileri Antik Çağ efsanelerine dayandırır; Haliç’i çevreleyen toprakların bereketinden bu ismi aldığını söyler, kimilerine göre Haliç’in dibi altınla doludur. Kimilerine göre de güneş ışınları altında altın gibi parlamasıdır bu ismin esbab-ı mucibesi... Boynuza benzeyen bu iç suya güneş battığı zaman Topkapı Sarayı’nın taht mevkiinden bakanlar altın bir boynuz görür...
“Tılsımlı Şehir İstanbul” kitabında İstanbul Boğazı’na Bosphorus denmesini mitolojik bir hikaye ile anlatan Ferhat Aslan, hikayede Haliç’in oluşumuna ilişkin bilgiler de veriyor. Efsaneye göre Argos kralı İnakhos’un kızı olan İo, Argos şehrinin Hera Tapınağı’nda bulunan bir rahibeymiş. Günün birinde Zeus, masmavi gözleri olan, dünyalar güzeli İo’yu görür ve ona aşık olur. Zeus’un karısı Hera bunu öğrenince büyük bir kıskançlığa kapılır, Zeus da sevgilisini karısının öfkesinden korumak için onu beyaz bir inek haline dönüştürür ve bu hayvanla hiçbir ilişkide bulunmadığına Hera’ya yemin eder. Hera ineğin kendisine verilmesini şart koşar, İo’yu alıp başına bin gözlü dev Argos’u bekçi olarak diker. Zeus buna karşılık sevgilisi İo’yu kurtarmak için Hermes’i gönderir. Hermes, Argos’u büyüleyerek öldürür. Hera ise bu kez bir atsineğini İo’ya musallat eder. Atsineği İo’yu ısırır. Acıdan deliye dönen İo deli gibi koşmaya başlar. Kıtaları aşar. At sineğinden bir türlü başını kurtaramayan inek, başını salladıkça boynuzuyla kara parçalarında derin yarıklar oluşturur. Bu yarıklardan biri de ‘Altın Boynuz’dur.
İo, sinekten kaçarken İstanbul Boğazı’ndan geçer (Eski Grekçede Bosphorosus, bugünkü İngilizcedeki Bosphorus ) ve bugünkü Haliç’in bulunduğu yere gelir. Haliç’i geçtikten sonra, oracıkta bir kız çocuk doğurur ve çocuğa boynuz anlamına gelen ‘Keroessa-Keras’ adını verir. Bu Nympha’nın yetiştirdiği Keroessa deniz tanrısı Poseidon’la evlenerek İstanbul’un kurucusu sayılan Byzas’ı doğurur. Byzas da annesinin kendisini doğurduğu yere bir şehir kurar. Apoilon ve Poseidon’dan yardım görerek kurmuş olduğu şehrin etrafını surlarla çevirir. Günün birinde Trakya Kralı Haimos şehre saldırınca, Byzas onu teke tek savaşta yener ve Trakya’nın içine kadar kovalar. Kral yokken de Bizans İskitlerin saldırısına uğrar, boydan boya kuşatılır. Bu kez de Byzas’ın karısı Phidaleia şehri kurtarır. Diğer kadınlarla birlik olup düşman karargâhına sürüyle yılan atarlar ve böylece İstanbul kurtulur.”
Osmanlı’nın denizcilik merkezi
Bizans’ın ünlü hazine dolu gemisi Haliç’te midir bilinmez ama kıyılarda yer alan Bizans dönemi kalıntıları İstanbul’un kültür zenginliği açısından çok önemlidir. Bizans sarayları, surları, mahzenleri kapıları, Osmanlı’nın köşkleri, kasırları, imarethaneleri ve hamamlarının yanı sıra, birçok ulus ve inançtan insanın barındığı tarihi evleri, üç büyük dinin ibadethaneleri hala bu kıyılarda görülebilir. Aynı zamanda Bizans İmparatorluğu’nun denizcilik merkezi olan Haliç’te, sahil boyunca uzanan duvarlar, şehri bir deniz filosu saldırısından korumak için inşa edilmiş. Haliç’in girişinde istenmeyen gemilerin girişini engellemek için, şehirden karşıya eski Galata Kulesi’nin kuzeydoğu ucuna uzanan geniş bir zincir varmış. Bu kule Latin Haçlıları’nca 4. Haçlı Seferinde1204 yılında geniş bir şekilde tahrip edilmiş. Bunun üzerine Cenevizliler yanına yeni bir kule inşa etmişler. 1348’te Tower of Christ: İsa'nın Kulesi diye adlandırılan bu kule meşhur Galata Kulesi’dir.
Haliç’i karşıdan karşıya kapayan zinciri kırmak için dikkate değer üç mücadele öne çıkıyor tarihte. 10’ncu yüzyılda Vikingler uzun gemilerini Boğaz dışına, Galata etrafına sürüklediler ve onları kızaktan tekrar Haliç’in içine indirdiler. Bizanslılar onları Yunan ateşi ile yendi. 1204’de 4. Haçlı seferinde, Venedik gemileri zinciri koç ile kırabilecekti. 1453’de Osmanlı Sultanı II. Mehmed’in gemilerini yağlanmış kütükler üzerinde Galata içlerinden karşı yana geçerek Haliç’e indirmesi. Şehir 1453’te Türklerin eline geçince Haliç’in batı yakasında Yunanlılar, Yahudiler, doğu yakasında da Latinler yaşamaya başladılar.
Kentsoyluların gözdesi bataklık oluyor
Avrupa kıtasını ikiye bölen Haliç, Bizans İstanbul’uyla Latin İstanbul’unu birbirinden ayırır aynı zamanda. Doğal bir liman olduğu için yüzyıllar boyunca, İstanbul’un, en seçkin yerlerinden birisi olmuş. Kentsoylular, Haliç’in kıyılarında, sırtlarında oturmuşlar hep. Hikayenin gerisini herkes biliyor; gel zaman git zaman bu kültür vadisi, içinde pek çok medeniyetin tarihini barındıran, adına şarkılar yazılan Altın Boynuz, takaların bile ilerleyemediği bir bataklık haline geldi. Tersanelerle, dumanlar ve atıklarla yalnız kaldı yıllar boyu. Bedrettin Dalan zamanında başlayan ve bugün halen süren çalışmalarla, yüzü giderek gülüyor artık. Rahatça soluk alarak içinden geçilebiliyor, gezilebiliyor. Zamanında terk edenler Haliç’e geri dönüyor. Şimdi bir zamanlar içinde iki metre ilerleyemeyen takalar, Balat’tan Eyüp’e doğru dizi dizi duruyor, Haliç sularında geziniyorlar. Küçüklü büyüklü bu takalar yalnızca balıkçılar için değil üstelik. Artık deniz taksiciliği de yapıyorlar. Takacılar karşı kıyıda yanaşılacak yerleri de belirlemiş. En fazla 10-15 dakika içinde gideceğiniz yere ulaşıyorsunuz. Hepimizin bildiği ve her gün yaşadığı üzere İstanbul, ulaşımda en sorunlu şehirlerden biri, ama ne gariptir ki, bir taraftan da böyle alternatiflere rastlanabilecek yegane şehir herhalde. Haliç’in sularında takanın tatlı sert motor sesinin içinde, sıcak bir günün sıkıntısını alıp götürecek bir rüzgarda işine gücüne gidenleri öylece seyre dalmak bu; İstanbul’a şaşırmak belki bir kere daha...
Leonardo Da Vinci’nin Haliç için tasarladığı köprü
Leonardo Da Vinci’nin 1502 yılında projesini çizerek, II. Beyazıt’a sunduğu ancak hayata geçemeyen Altın Boynuz Köprüsü’nün yapımı yeniden gündemde. Da Vinci’nin tek kemerli ve ayakları arasındaki açıklığı 240 metre (720 ayak) olarak tasarladığı köprü Çırağan Sarayı, Yıldız Sarayı ve Sümela Manastırı restorasyonlarını yapan Mimar Bülent Güngör tarafından 2005 yılında yeniden tasarlandı. Bu köprü, orijinalinde olduğu gibi 240 metre uzunluğunda, 8 metre genişliğinde ve denizin 24 metre üstünde olacak. Konsept mimari proje o dönemde Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a sunuldu. Haliç Metro geçiş köprüsüne ağırlık verilince proje yine yapılamadı. Mimar Bülent Güngör, birçok Avrupa ülkesinde projenin sunumunu yaptı. Da Vinci’nin orijinal projesine göre hazırlanan köprü sadece yaya amaçlı kullanılacak. Ancak acil ya da gerekli durumlarda ambulans, itfaiye gibi kamuya ait araçların geçebileceği sistem de olacak.
Altın Boynuz, bugün o eski tablolardaki kadar güzel değil belki, yapılması gerekenlerin listesi uzun malum. İstanbul denilince, hala o tablolardaki Haliç canlanıyor insanın gözünde ister istemez. Ne kadarı var ne kadarı yok artık... O tabloların ne kadarı hayaldi ne kadarı gerçek bunu nasıl bilebiliriz ki? Şimdi de nasıl bir göz bakıyorsa Haliç’e, Altın Boynuz o gözün ışıldayabildiği kadar ışıldıyor belki.
YAZI VE FOTOĞRAFLAR : AYŞEGÜL KÜÇÜKKURT
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.