1. YAZARLAR

  2. DR. NEJAT TARAKÇI

  3. Almanya neden Türkiye’ye karşı
DR. NEJAT TARAKÇI

DR. NEJAT TARAKÇI

Yazarın Tüm Yazıları >

Almanya neden Türkiye’ye karşı

A+A-

20 yüzyılın başlarında gelişen Almanya Türkiye ilişkileri Birinci Dünya Savaşı ile tam bir stratejik ortaklığa dönüşmüştür. İki imparatorluk aynı anda yenilmiş ve küçülmüşlerdir. Almanya, kayıtsız şartsız ABD-İngiltere-Fransa-İtalya itilafına teslim olurken, Atatürk liderliğindeki Osmanlı Ordusu milli bir organizasyon içinde İngiltere- Fransa- İtalya ile onların taşeronu Yunanistan’ı savaş alanında mağlup etmiş ve yeni bir Türk devleti kurmuştur. Türkler tarihin hiç çağında sürekli bir işgal ve hegemonya altında kalmamışlardır. Oysa her iki dünya savaşının mağlubu Almanya, müttefiki Japonya ile birlikte hala ABD’nin siyasi ve askeri vesayeti altındadır.  Osmanlının Fransa ile ilişkileri, İngiltere’den daha eski olmasına karşın, Osmanlı- İngiltere ilişkileri inişli çıkışlı da olsa çok daha uzun sürmüştür. Ancak kültürel alanda Fransız etkisi daha baskın ve kalıcı olmuştur. Askeri teknoloji ve eğitim alanında her iki ülke de dönüşümlü olarak Osmanlı ordusunda aktif rol almıştır. Almanya-Osmanlı ilişkileri daha ziyade askeri alanda öne çıkmış ve diğerlerine nazaran daha kısa süreli olmuştur. Goeben (Yavuz) ve Breslau (Midilli) gemilerinin Osmanlı’ya katılması dışında her iki toplumun ortak hafızasına kazınan tarihsel bir olay yok gibidir. Türk tarihi açısından 1915’de Çanakkale’deki zaferde Alman silah teknolojisi ile Almanya’nın tedarik ettiği silah ve cephanenin önemli katkısı olduğu söylenebilir. İkinci Dünya Savaşı’nda ise Türkiye’nin tarafsızlığı Almanya’ya çok büyük jeostratejik avantajlar sağlamıştır. Hitler, Türkiye ile saldırmazlık anlaşmasının imzalanmasından sadece 4 gün sonra Rusya cephesini açmıştır.  Türkiye bu kararının karşılığını İkinci Dünya Savaşı sonrasında mağluplar tarafında yer alarak ve 12 Adaları kaybetmekle görmüştür. Benim şahsi değerlendirmem, Atatürk sağ olsaydı Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na Almanya karşıtı olarak muhakkak girerdi. Çünkü Atatürk, 21 Mayıs 1938’de, yani ölümünden yaklaşık beş ay önce yaptığı konuşmada şöyle demişti;  Eğer harp çok ani bir şekilde çıkarsa bütün uluslar silahlı kuvvetlerini saldırgana karşı birleştirmeli ve bu saldırının yanına kar kalmayacağını açıkça anlatacak uluslararası bir örgüt kurmalıdırlar. Bu değerlendirme Türkiye’nin saldırgan Almanya’ya karşı ABD-İngiltere yanında yer alacağını açıkça vurgulamaktadır.  

Savaş Sonrası Almanya

İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya hızla kalkınırken, 1960’lı yıllardan sonra Türk işçi gücü ile büyük bir boşluğu kapattı. Geçmişteki Türk-Alman ilişkilerinde siyasi ve kültürel açıdan hiçbir zaman kalıcı bir ortak payda yaratılamamıştı. Çünkü Almanya birliği bir devlet olarak ancak 1871 yılında kurulmuştu. Oysa Türklerin Fransızlarla ilişkisi 16. Yüzyıla, İngiltere ile ilişkileri ise 17. Yüzyıla kadar uzanıyor ve süreklilik arz ediyordu. Bu bağlamda Almanların Türklere ve Türk kültürüne olan farkındalığı oldukça yeni sayılabilir. Türk- Alman ilişkilerine en büyük katkıyı, Hitlerin zulmünden kaçan bilim adamları yapmıştır.  Atatürk tarafından davet edilen bilim adamları hem ülkenin imarında, hem eğitim alanında hem de Batı kültürünün yerleşmesinde önemli katkılar sağlamışlardır. Ancak Nazi Almanya’sı ile bütün diğer ülkelerde olduğu Türkiye’nin de siyasi, ideolojik ve toplumsal değerleri örtüşemezdi. Bu bağlamda 1939-1945 savaş yılları ve 1945-1955 Almanya’nın toparlanma yılları boyunca iki ülke arasında stratejik bir ortaklığa gidebilecek bir ilişki trafiği olmadı. Savaş sonrası Türkiye de ekonomik siyasal ve toplumsal bir çalkantı içindeydi.  

AB-ABD Rekabeti

1989’da Sovyetler Birliğinin dağılması özellikle güney ve doğu Avrupa’da önemli bir güç boşluğu yaratmıştı. Almanya, Fransa ile birlikte Avrupa’da ABD’yi dengeleyecek alternatif bir güç merkezi yaratmaya çalıştı. Bu bağlamda, Almanya ve Fransa 1992 Maastricht Anlaşması ile AB’nin ekonomik ve siyasi birliğini hukuki açıdan da sağlamlaştırdılar. 1999’da Doğu Almanya ile birleşen Batı Almanya, jeopolitik anlamda güç kazandı.  Almanya ve Fransa 1999’da ortak para Avro ile ABD dolarına rakip bir para yarattılar. Avro, ABD’ye ekonomiden ziyade küresel çapta siyasal bir meydan okumaydı. Avrupa kolordusu ile birlikte AB, ABD’den bağımsız bir güç merkezi haline gelmeyi hedefliyordu. Avro geçen 16 yılda, 1945’den bu yana dünya parası olan Amerikan dolarına karşı alternatif olmayı başardı.  Ayrıca, Soğuk Savaş sonrası yeni siyasi ve askeri denge arayışlarında; takas, milli paraların kullanılması gibi yeni yollar açarak Amerikan dolarının psikolojik üstünlüğünü de sona erdirdi.  AB,  genişleme stratejisi ile birliğin siyasi coğrafyasını da güçlendirmeye çalıştı. 1995’te 3 üye, 2004’de 10 yeni üye alarak toplamda 25 üyeye ulaştı. Özellikle 2004 yılındaki 10 üyelik genişleme, ABD’nin Irak’a müdahalesi devam ederken yapıldı. ABD, Irak’ı işgal ederken yanında sadece AB üyesi İngiltere vardı. 2004 genişlemesi AB’yi, ABD – Rusya- Çin’e ilave olarak siyasi açıdan yeni bir güç merkezi haline getirdi. Bu gelişme, kısa süre sonra Almanya’yı BM Güvenlik Konseyi’nin sürekli fahri üyesi haline getirdi. ABD, Almanya’nın liderliğindeki bilek bükme stratejisini çok çabuk fark etti. Bu bağlamda, başta Polonya ve Baltık ülkeleri olmak üzere yaptığı ikili güvenlik ve savunma anlaşmaları ile AB’nin etkin bir alternatif güç merkezi haline gelmesini önledi. AB ekonomik bütünleşmedeki başarısını dış politika ve güvenlik alanına aynı oranda yansıtamadı. Böylece ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa üzerinde devam ettirdiği siyasi ve askeri vesayetini sürdürdü ve sürdürüyor. Almanya’nın askeri gemi ve uçak inşası üzerindeki kısıtlamalar devam ediyor.  ABD'nin Almanya'da hala 270, İtalya'da 83, Japonya'da 124, Güney Kore'de 87 adet irili ufaklı üs ve birimi bulunuyor. Alman halkına her gün işgal edildiği ve yenildiği bir savaşı anımsatan ve fiili anlamda vesayet altında bir ülke görünümü veren bu manzara 70 yıldan bu yana devam ediyor. Bu bağlamda Almanya’nın gerek psikolojik gerekse stratejik olarak ABD’nin fiili vesayetinden kurtulması, gelmiş geçmiş bütün Alman hükümetlerinin doğal bir amacı olsa gerek. Soğuk Savaş sonrası Sovyet askeri tehdidinin azalması sonucu, ABD’nin Avrupa üzerindeki etkisinin zayıfladığı bir gerçek. Ancak bu dönemde ABD’nin en büyük korkusu Almanya-Rusya yakınlaşması idi. Ekonomik ilişkilerin stratejik seviyedeki ortaklığa dönüşmesi, Rusya’nın özel statü ile AB’ye eklemlenmesi bu korkuların başında geliyordu. Bu arada Rusya- Almanya özel enerji hattı da devreye girmişti. 

Almanya ABD arasındaki en büyük anlaşmazlık, 2003 Irak’a saldırı esnasında yaşandı. Türkiye’nin de işgale onay vermemesi nedeniyle İngiltere - ABD ile birlikte yalnız kalmıştı. Ayrıca Almanya AB’nin siyasi gücünü arkasına alarak, ABD’nin karşı çıkmasına rağmen bölünmüş Kıbrıs’ı da 2004 yılında apar topar AB üyesi yapmıştı. 2011 yılında Libya’ya askeri müdahalede de Almanya çekimser kaldı. Ancak günümüzde de etkileri hala devam eden Almanya - ABD ilişkilerindeki sessiz kırılma Ukrayna’nın NATO üyeliğinde yaşandı.  Almanya, Ukrayna’nın AB üyeliğine yeşil ışık yakmasına rağmen, NATO üyeliğine karşı çıktı. Ukrayna, Gürcistan ile birlikte ABD’nin Rusya’ya karşı uygulayacağı jeostratejik hamlelerin vazgeçilmez iki ülkesinden biriydi. Bu nedenle Almanya’nın kontrolündeki AB’ye terkedilemezdi. Diğer taraftan Ukrayna’nın AB üyesi olması, Rusya-Avrupa ekseninde güçlü bir doğal ittifak yaratacaktı. Almanya’nın bu tutumu,  ABD’nin Rusya plan ve stratejileri önünde önemli bir engel olarak algılandı. Buna son vermek için Rus yanlısı Yanukoviç’in iktidarda olduğu Ukrayna’da 2013 sonunda karışıklıklar çıkarıldı, Rusya’nın NATO, ABD ve AB ilişkilerinde derin kırılmalar yaşandı. Kırım Rusya tarafından 2014 Mart ayında referandum ile ilhak edildi. Özetle Almanya- Rusya ilişkileri de ister istemez geriledi. Bölgedeki potansiyel Almanya – Ukrayna- Rusya jeostratejik ekseni kırıldı.  Ukrayna ABD’nin Rusya stratejileri için bir araç haline getirildi. Ukrayna silah ve cephane almak için borçlandırıldı. Artık, Rusya’nın enerjisine daha fazla para ödeyecek. Böylece Almanya- Ukrayna- Beyaz Rusya- Rusya ekonomik ve potansiyel ittifak ve ortaklığı önlenmiş oldu. Bugün Ukrayna halkına sormak lazımdır. Üç yıl önce daha mı mutluydunuz?

Almanya Türkiye’ye Hangi Gözle Bakıyor?

Tarihsel ve güncel gerçekler ışığında hala dolaylı ve örtülü şekilde devam eden Almanya- ABD rekabetinde; Almanya Türkiye’yi daima ABD’nin yanında ve kontrolünde bir devlet olarak görmektedir. Bu algının, 1946’dan beri imzalanan onlarca ikili anlaşma, 1952’den sonra Türkiye’nin NATO üyeliği bağlamında doğru olduğu söylenebilir. Özetle Almanya- Türkiye arasında Rusya-Türkiye ilişkilerinde olduğu gibi bir güven sorunu vardır. Bu nedenle AB üyelik sürecindeki Türkiye’nin AB’ye üye alınması halinde bir Truva Atı olarak, ABD yönlendirmeleri ile AB’nin siyasi istikrarını bozabileceği korkusu yaşanmaktadır. Her ne kadar Avrupa Parlamentosunun kararları bağlayıcı olmasa da, yüksek nüfusu ile Türkiye’nin parlamenter sayısı bakımından ikinci veya üçüncü sırada yer alması üyelik sürecini olumsuz yönde etkilemektedir. Bundan daha da önemlisi Müslüman Türkiye ile Hristiyan AB’nin derin kültürel farklılıklara sahip olmasıdır. Ancak Almanya’nın esas korkusu Türkiye ile ABD’nin siyasi ve askeri alandaki stratejik ortaklığıdır. ABD ile iyi ilişkiler içinde olan Polonya’nın üyelik sürecinde de Truva Atı tanımlaması yapılmıştı.  Ancak Polonya ile Türkiye’nin coğrafi ve jeopolitik değerleri çok farklıdır. AB üyesi Türkiye’nin bulunduğu istikrarsız coğrafi konum nedeniyle, özellikle AB’nin dış politika stratejilerinde büyük sorunlar çıkarabileceği düşünülmektedir.  Ayrıca AB üyesi olsa bile Türkiye’nin özellikle dış politika ve siyasi tercihlerinde, ABD’nin etkisi altında kalmaya devam edebileceği korkusu da başı çekmektedir. Özetle Almanya, Türkiye ilişkilerinin güvenli bir stratejik ortaklığa dönüşebilmesi için ABD - Türkiye ilişkilerinde daha dengeli ve bağlantısız bir statüye gereksinim vardır. ABD, 70 yıldan bu yana inişli çıkışlı devam eden Türkiye-ABD ilişkilerinde kontrolü devam ettirmeyi başarmıştır. Bu noktada çok ironik bir durumla karşı karşıyayız. Son 30 yıldan bu yana Türk halkının büyük çoğunluğu Amerikan karşıtı olmasına rağmen, ABD Türkiye’deki siyasi sistem üzerindeki etkisini sürdürebilmiştir. Bunun ağırlıklı olarak ekonomik mekanizmalar ile yapıldığı söylenebilir. Tarihi süreç içinde Türkiye’nin ABD vesayetinden kurtulması veya ilişkilerin daha adil ve dengeli bir hale gelmesi için iki fırsat çıkmıştı. Bunlardan biri 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası 7 yıl süreyle Türkiye’ye uygulanan ABD silah ambargosu, ikincisi de 1996’da kurulan Refah – Doğruyol hükümeti idi.  Her iki fırsat da ABD’nin yakın ilişki içinde olduğu Türk Silahlı Kuvvetler (TSK) vasıtasıyla ortadan kaldırılmıştır. Birincisinde 12 Eylül 1980’de ülke yönetimine el koyan TSK, 20 Ekim 1980 tarihinde Yunanistan’ın NATO'nun askeri kanadına tekrar dönmesi tavizi ile Amerikan ambargosunun kalkması ve ilişkilerin eski düzeyine dönmesini sağlamıştır. İkincisinde de ABD’den daha bağımsız bir politika izlemeyi hedefleyen Refah-Yol hükümeti TSK’nın uyarısı ile görevden uzaklaştırılmıştır. Bu durumda Almanya’nın, Türkiye- ile ABD arasındaki (stratejik model ortaklık) güçlü bağlar devam ettiği sürece Türkiye’ye yönelik stratejik seviyedeki plan ve stratejilerini askıya aldığı söylenebilir. ABD cephesinden bakıldığında ABD’nin bugün Türkiye’ye ve Türkiye coğrafyasına olan ihtiyacı, hali hazır Rusya, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu plan ve stratejileri bağlamında son derece hayatidir. Türkiye’yi ABD’den kopartamayan Almanya’nın, çok hatalı ve beklenen sonuçları son derece riskli politikalara yöneldiği görülmektedir. Abdullah Öcalan’ın ifade tutanaklarına göre ABD, Almanya, İngiltere, Hollanda, Fransa, İtalya, Suriye, Romanya, Bulgaristan, İran, Yunanistan, Sırbistan’ın silah, örgütsel istihbarat ve siyasal destek vermektedir. Öcalan ifadesinde Almanya hakkında; Gizli servisle görüşüyordum. Parlamentodan da beni ziyarete gelenler olurdu. Örgüt yöneticisi Kani Yılmaz’ın sığınma talebini kabul edip, pasaport verdiler. Her anlamda güçlü olduğumuz bir yerdi,  demektedir.   Bu durum, ABD haricinde 10’u Avrupalı biri İran olan 12 devletin ortak bir amaç altında bir araya geldiği veya her ülkenin farklı amacının Türkiye’nin zayıflatılması ve bölünmesi noktasında birleştiği anlamına gelmektedir. Alman Parlamentosunun da işin içinde olması Almanya’nın PKK politikasının bir devlet politikası olduğuna işaret etmektedir. Almanya, dolaylı stratejilerle Türkiye’yi bölgesinde zayıflatmaya ve bölmeye çalışmaktadır. Özellikle PKK’ya verdiği siyasal desteğin, açık veya gizli silah ve cephane satışları ile desteklendiği bilinmektedir. Kobani sürecinde Peşmergeleri silahlandıran Almanya; 2014’den bu yana Kuzey Irak’ta (Kerkük) Kürtleri eğitip, donatmaya başladı. Alman siyasetçilerin konuyla ilgili yaptığı açıklamalar ve basında yer alan yorumlarda TSK’nın PKK’ya karşı yürüttüğü hava operasyonları “saldırı” olarak görüldü. TSK, IŞİD terörüne karşı savaşan güçlere (PKK) savaş açmakla suçlandı. Kullanılan dil emir kipi: Operasyonlar derhal durdurulmalı! Yoksa “Patriyotları, askerlerimizi çekeriz!  Bu açık siyasi tutum, 3 milyon Türk’ün yaşadığı Almanya’nın ihracatında altıncı sırada olan, 2013 yılı toplam ticaret hacmi 38 milyar doları bulan  ve NATO üyesi olan Türkiye’ye karşı düşmanca bir tutumdur. En son olarak Alman hükümeti 10 Ağustos 2015 tarihinde Suudi Arabistan’ın da içinde olduğu birçok ülkeye 3,5 milyar avroluk silah satışını onaylamıştır. Yılsonunda toplam satış parası 6,4 milyar avroya ulaşacaktır.  Almanya Ekonomi Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sigmar Gabriel, son anlaşmayı; bölgeye huzur ve denge getirmek amacıyla onayladıklarını açıklarken, Freiburglu özgürlük savaşçısı Jürgen Graesslin de, Berlin hükümetinin Irak’taki Peşmerge’ye silah yollarken sadece bu ülke için geçerli olan BM silah ambargosunu ihlal etmediğini aynı zamanda kendi anayasasını da umursamadığını vurguladı.  
Türkiye’nin AB üyelik sürecinin neredeyse durdurulması, AB için Türkiye’nin stratejik öneminin kalmadığının açık bir göstergesidir. Ayrıca 1995’de Gümrük Birliğine eklemlenen Türkiye bir ölçüde ticari olarak da kontrol altında tutulabilmektedir. Bu yaklaşım tamamen yanlıştır. Rusya yakınlaşması ile Almanya’nın küresel bir güç haline gelme planları ABD tarafından engellenmiştir. Eğer Almanya liderliğindeki AB küresel bir güç merkezi haline gelmek istiyorsa, bütün risk ve tehlikelerine karşı bunu ancak Türkiye ile bütünleşerek yapabilir. Şöyle ki, AB içindeki Türkiye ile birlikte, Yunanistan ve Kıbrıs sorunları çözülecektir. Ortadoğu’da, Karadeniz’de, Kafkaslarda AB söz sahibi olacaktır. ABD’nin bölgedeki ve Türkiye üzerindeki politik ve askeri vesayeti azalacaktır. Avrupa’nın Müslüman dünyasındaki imajı yükselecek, siyasi ve ekonomik etki alanı genişleyecektir. Özetle Almanya, her an patlatılabilecek dev bir ekonomik zeplin olma yerine, küresel bir dev haline gelecektir. 

Sonuç

Almanya ve AB, Türkiye’yi en geç bir yıl içinde süratle üye yapma veya Türkiye’ye karşı olan dolaylı ve örtülü düşmanca davranış ve tutumlarını bırakma seçenekleri arasında hemen karar vermek zorundadır. Aksi takdirde sadece Türkiye’nin değil, kendilerinin de gelecekleri tehlikededir. BM Güvenlik Konseyine daimi fahri üye olan Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri NATO içinde müttefik oldukları Türkiye’ye karşı düşmanca politika ve stratejilerini derhal bırakmalıdır. Türkiye’nin parçalanması veya bölünmesi halinde güvenlik ve ekonomik açıdan çok daha riskli durumlarla karşılaşacakları kesindir. Bölgedeki güç dengelerinin ve istikrarın Türkiye olmadan sağlanamayacağını bilmeleri gerekir. Eğer açık ve mert bir politika izlemek istiyorlarsa taşeron kullanmak yerine bölgeye kendi askerlerini de gönderebilirler. O zaman Türk milleti onlara yeni bir İstiklal Savaşı’nın nasıl kazanılacağını gösterecektir.

DR. NEJAT TARAKÇI

Bu yazı toplam 2707 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.