Alexandroupoli ve Kavala İzlenimlerim
18 ve 20 Ekim tarihleri arasında Alexandroupoli ve Kavala’ya yapılan gezide TÜRSAB Marmara Bölgesi Yönetim Kurulu Başkanı sayın Dr. Yüksel Türemez ile birlikteydik. Türk ve Yunan turizmi hakkındaki görüşlerimizi paylaşıp istişarede bulunduk. Güzel ve anlamlı bir deneyimdi, kendisine teşekkür ederim.
Türkiye'den arabayla Yunanistan'a gitmek istiyorsanız kullanabileceğiniz iki sınır kapısı var: En çok tercih edileni Tekirdağ üzerinden gidilen İpsala Sınır Kapısı. Diğeri ise Edirne üzerinden varılan Pazarkule Sınır Kapısı. İpsala Sınır Kapısı’ında Türk tarafı oldukça bakımlı, temiz ve düzenliydi. Geçişimiz sorunsuz ve çabuk oldu. Ancak Yunan Gümrüğü için aynı şeyleri söyleyemiyorum, binalar eski ve bakımsızdı. Bana göre Türkiye İpsala Gümrüğü’nde sınıfı geçti.
Alexandroupoli, Doğu Makedonya ve Trakya arasında yer alan Yunan Trakyası’nın en büyük şehri. 1920'ye dek Dedeağaç (Δεδεαγάτς) olan şehrin adı, 1920 yılında Yunanistan kralı Aleksandros'un şehri ziyareti sonrasında Alexandroupoli (Ἀλεξανδρούπολις) olarak değiştirilmiş. Kuzeydoğu Yunanistan için önemli bir liman ve ticaret merkezi olan şehrin nüfusu 71 bin 751.
Doğası, denizi ve havasıyla Bodrum’u andıran Alexandroupoli’ye son derece yoğun bir turist akını var ve bu akının başını Türkler çekiyor. Karayolları inanılmaz derede düzgün ve ışıklar içinde. 150 kilometrelik Alexandroupoli – Kavala yolunun yüzde 70’i ışıklandırılmış. Paralı yolları da bizdekilerden çok daha ucuz.
Burada, Ramada Plaza By Wyndham (Thraki) adındaki otelde konakladım. Konumu oldukça iyi olan denize sıfır bu otelde personelin arasında dahi, çok sayıda Türk’e rastlamak mümkün. Aynı iklimin insanlarıyız, aynı sıcakkanlılık bizi bir araya getiriyor, kağıt üzerindeki sınırlar ayırsa da doğamız birleştiriyor.
Otelin sabah kahvaltısındaki açık büfe güzeldi, Türk ve Yunan personeli güler yüzlüydü. Ancak odaları oldukça eskiydi. Buna rağmen otelin yüzde 90’ını Türkler doldurmuştu. Bana göre Türkiye’deki oteller Avrupa’da hatta dünyada bir numaradır.
Dışarıdaki restoranlar ve kafe tarzı mekanlar ise hizmet açısından son derece kötüydü. Tabağı önünüze atıp gidiyorlar, servis diye bir şey yok. Üstelik bizim yemeklerimizi taklit etmişler; “Greek Salata” diye getirdikleri, bizim her gün yediğimiz salata. Diğer ülkelerle kıyaslarsak Türkiye bu konuda bir numara, yiyecek ve içecek servisinde kimse elimize su dökemez.
Ama orada her şey Türkiye’dekinden 3-4 kat daha ucuz. Türkiye bu fiyatlarla Yunanistan’la asla rekabet edemez. İşte bu yüzden Türkler bile tatil için Yunanistan’ı tercih ediyor artık.
Agios Georgios Makris adında çok lüks, zevkli dekore edilmiş, denize sıfır bir restorana gittik. Rezervasyonsuz kimseyi almadıkları için yer açılana kadar beklememiz gerekti. Beklerken bir şeyler içmek istedim, ısrar etmeme rağmen vermediler. Ben de müdürleriyle görüşmek istedim. Yunan müdüre Türkiye’den geldiğimizi söyleyip olanları anlattım ve onu ikna ettim. Ama böyle turistik bir yerde bunu yaşamış olmamız şaşırtıcıydı. Şüphelendim ve bir Türk garsonla konuşup nedenini sordum. Garson önce konuşmakta zorlansa da sonra anlattı; Türklerin bazıları burada hesap ödemeden kaçıyor, bu yüzden beklerken servis açmıyoruz, dedi.
Çok üzücü. Rezillikten başka bir şey değil. Bizi neden AB’ye almadıkları belli değil mi?
Sonrasında bizi, bir Yunan şarkıcının Rumca ve Türkçe şarkılar söylediği bir eğlence mekanına aldılar çünkü restoranda hala yer yoktu. Tınıları birbirine çok yakın olan bu iki müziği başarılı bir şekilde seslendiren Yunan kız sıcakkanlı ve sevecendi. Güzel ve eğlenceli bir geceydi ama bu kadar lüks bir restoranda daha üst düzey bir servis bekledim. Yapmadılar, sanırım ihtiyaçları yok.
Öğle saatlerinde siesta yapıyorlar, çoğu yer kapalı. Öğlen yemeği istediğimizde, kapalıyız, dediler. Kim gelirse gelsin, servis açmıyorlar. Anladığım kadarıyla turiste doymuşlar, Yunanistan kendi nüfusu kadar turist ağırlıyor çünkü.
Caddeler, sokaklar temiz, düzenli ve bakımlı. Yerlerde yok denecek kadar sigara izmariti gördüm. Trafik kurallarına uyuluyor. Motosikletliler duran araçların yanından geçmiyorlar, önceliği arabalara veriyorlar. Bisiklet yollarında bisikletten başka bir araç göremezsiniz, insan dahi girmiyor. Yolda bozulan bisikletleri onarmak amacıyla, içinde tamir araçlarının bulunduğu düzenekler kurulmuş bisiklet yollarına. Bu düzenekler Türkiye’de olsa aynı gün talan edilirler diye düşündüm.
Kavala ise sınıra yakın olduğu için Türklerin ilk tercihi. Her iki dilde de aynı isimle geçiyor. 1700’lere kadar küçük bir balıkçı kasabası iken bugün önemli bir turizm merkezi haline gelmiş. Antik kentlerden kalelere, hareketli sokaklardan eğlence mekanlarına kadar Bodrum’a çok benziyor. Ama fiyatları Bodrum’la kıyaslarsak 3 kat daha düşük, bunu bizzat yaşadım.
Burada kendinizi Türkiye’de gibi hissedebilirsiniz çünkü sağım solum sobe, çılgın Türkler her yerde. Türkiye’den gidip Yunanistan’a yerleşmiş Türkler Yunancayı öğrenmişler, Yunanlar da Türkçeyi çat pat konuşuyorlar. Aralarındaki sıcaklığı sevdim.
Denizi, doğası çok güzel, bizdekinden farksız ama bir AB ülkesi olduğu için her türlü imkana sahip. Biz ise bırakın değer bilmeyi, güzelliklerimize sahip çıkamıyoruz bile. Doğal güzelliklerimiz, zenginliklerimiz her geçen gün ellerimizden kayıp gidiyor.
Yunanistan belki de az bir nüfusa sahip olmanın avantajlarını yaşıyor. Acaba 85 milyonluk bir nüfusa sahip olsalardı, yine böyle olurlar mıydı, diye düşünmeden edemedim. Evet, yine böyle olurlardı çünkü bizden iki asır ileride oldukları kesin. Medeni ve eğitimliler. Kaldığım üç gün içinde tek bir polis görmedim.
Yunanlar, sınır komşusu olduğumuz halde Türkiye’ye gelmiyorlar. 9 Nisan 1991’de Vezneciler’de yaşanan facia, bunun en büyük nedenlerinden biri. O tarihte, Yunan turist kafilesini taşıyan çift katlı otobüs hareket edeceği sırada alev alarak yanmış ve failinin Kadir Çal adında akıl sağlığı bozuk biri olduğu bir hafta sonra anlaşılmıştı. Bu olay doğal olarak Türkiye ile Yunanistan arasında kriz yaşanmasına neden olmuştu.
Gezimizin sonuna gelip de dönüş yolculuğuna çıktığımızda 500 metrelik bir araç kuyruğu ile karşılaştık. Yunan gümrüğüne anca iki saate ulaşabildik. Bu arada gözlerimiz yolun iki tarafında yerlere atılmış plastik su şişelerine, sigara izmaritlerine, çöplere takıldı ister istemez. Türkçe uyarı yazılarını görmek utanç vericiydi. Bunu neden yapıyoruz, neden bu kadar pislik üretiyoruz? Adam olmak bu kadar mı zor?
Kuyrukta beklerken öne geçmeye çalışan iki aracın da sürücüleri Türk’tü. Tepki gösterenler oldu, kavga çıktı. Canım Türkiye’m, ne haldeyiz.